20. yüzyıla “gençlik” ya da “gençlik hareketleri” yüzyılı desek yanılmamış oluruz. Ülkemizin ve medeniyetimizin bu hareketlerden uzak kalması elbette düşünülemez.
Gençlik derken kadın ve erkek her ikisini de anladığımı belirtmek isterim. Osmanlı döneminde ilk kadın memuresi 1913 yılında göreve başladı. Dünyada üniversitelere hanımefendilerin öğrenci olarak alınması, 20. yüzyılın başlarında oldu.
Batıda aydınlanma döneminde gelişen düşünce ekolleri, gerek kendi ülkelerinde gerekse sömürge ülkelerindeki herkesin “okullu” olmasını istedi. Batı, sömürgeleştirdiği ülkelerde Hıristiyanlığını, dilini, kültürünü yaymak ve o ülkenin maddi zenginliklerinden yararlanmak için sağlık teşkilatlarını, okullarını yeri gelince de silahlarını kullanarak çocukları ve gençleri elde etti. Osmanlı da bu sömürgeleştirme kıskacından kendini kurtaramadı. Osmanlı ülkesinde Beyrut’tan Kayseri-Talas’a oradan Elazığ-Harput’a kadar açılan yabancı hastanelere ve okullara bakılırsa bunu daha iyi anlarız.
Niçin herkes okumalıydı? Çünkü Fransız ihtilalı bunun üzerine inşa edilmişti. Nasıl bir insan, nasıl bir yurttaş, nasıl bir gelecek sorusuna cevap aranıyordu.
Batı’da deney ve gözlemi benimseyen, bilginin gücünü buna dayandıran anlayış gelişince, tabiata hükmedildi. Göklerde uçacak uçaklar, yer altında yüzecek gemiler, her türden savaş aletleri yapılmaya başlandı. Büyük dinlerin gelecekle ilgili inançlarının yerini ideolojiler almaya başladı. Komünizm, Faşizm ve Liberalizm gibi “izm”ler, “Hz. İsa’nın ad değiştirilmiş adıydı.” İsa Mesih’in gelerek insanlığı kurtuluşa erdireceği gibi “izm”ler de -İsa’yı beklemeden- insanlığı kurtuluşa erdireceğini vaat etti. İlk başta kurtulacak olanlar yaşlılar, kadınlar, çocuklar değil gençlerdi. Herkes deli+kanlı, deli+kız diye adlandırılan gençlere göz dikmişti. Yirminci yüzyılın devlet başkanları kabına sığmaz oldu. Bilim ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler başta devlet başkanlarının başını döndürmüştü.
Birinci dünya savaşı bu baş dönmenin sonucunda gerçekleştirildi. İnsan kayıplarının çoğu delikanlılardandı. Ülkemizi yedi düvele karşı korurken hemen hemen tüm gençliğimiz ya şehit olmuş ya da sakat olarak gazi bırakılmıştı.
Dünya yeniden şekilleniyordu. Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan, Rus, Türk İmparatorlukları dağılıyor, küçük küçük devletçikler kuruluyor, bunun adına da “milli devletler” deniliyordu. Yeni devletin kurucuları geride kalan sayıları çok az olan gençlikle yoluna devam ettiler.
1923 yılında ülkemizdeki tüm lise(idadi)lerdeki öğrenci sayılarımızın toplamı 1200’ü, İmam Hatip Mektepleri’ndeki öğrenci sayısı 2000’i geçmiyordu. Üniversite zaten İstanbul’da bir taneydi.
Birinci dünya savaşının acı kayıpları ve yaraları daha sarılmamışken, savaş teknolojisi geliştirilmiş, İkinci Dünya Savaşı için kollar sıvanmıştı. Silah ve gençler savaş için yeterince hazır ve nazırdı. Türkiye bu savaştan uzak durmak için elinden gelen tüm çabayı gösterdi. Çünkü devleti yöneten kadro Birinci Cihan Harbi’nin acılarını görmüş, barışın ne kadar değerli olduğunu bilen, çileli, fedakâr ve kahraman insanlardı. Mehmet Akif’in “Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmayı nasip etmesin” duası kulaklarda tazeliğini koruyordu.
İdeolojiler “Mesih”im, “Kurtarıcıyım”, “Kurtarıcıyım” diye avaz avaz gençleri avlamaya çıkmıştı. Kurtuluş reçeteleri hazırdı. Reçeteler birer birer uygulanmaya konuldu. Öncelikle liderlere tapınılması öğütlendi. İdeolojilerine karşı gelenlere kin ve nefret sözleri sarf edilerek düşmanlıklar aşılandı. Miting alanları mabetler oldu. Kalabalıklara ateşli nutuklar atıldı. Tek bir ağızdan gençlerin “sana tapıyorum” nidaları miting alanlarını doldurdu. Bu gençlerin ellerine beyin yıkama üzere kaleme alınmış aklı ve vicdanı körelten sloganlarla, klişe sözlerle dolu pankartlar verildi. Bu pankarttaki sözcüklere inanan gençler avaz avaz bağırttırılarak yeminler ettirildi, kendinden olana sevgi, kendinden olmayana ise kin ve düşmanlık aşılandı. Gazeteler şimdi de televizyonlar iş ve görev başında taraf tutarak bu beyin yıkama işini yerine getirmekteler.
İdeoloji uğruna İspanya iç savaşında milyonu bulan kayıplar oldu. Bolşevik Rusya’da 1917-1953 yılları arasında 54 milyon Sovyet yurttaşı, 70 milyon Çinli, Mao iktidarına karşı geldi diye öldürüldü. Naziler 5 milyona yakın kendi yurttaşı olanlara aynı uygulamayı yaptı.
Atatürk ideoloji değil, ülkü sahibiydi. Türkiye’de “Kemalizm” sonradan adı değiştirilen “Atatürkçülük” Atatürk’ün bize hediyesi değildir. Sonradan bizim çıkardığımız, saklanmak istediğimiz ya da yanlışımıza kılıf bulmak istediğimiz bir limanın adıdır."Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur." diyen Atatürk, Türk gençliğinin ideoloji sahibi olmasını değil, ülkü sahibi olmasını istiyordu. Bu ülkü; milletinin her bir ferdini sevmek, farklı inanç ve düşünceden dolayı kin ve düşmanlık duymamak, muasır medeniyet seviyesini geçmek, onurlu, şerefli bir millet olarak karnı tok, sırtı pek, birlik ve dirlik içerisinde birbirine sevgi ve saygılı, erdemli, bağımsız ve modern bir devlete sahip olmak için çalışmaktır.
Dünya üniversiteleri, ideolojiler üzerine kendilerini konumlandırınca, öğrenciler de bu kıskaçtan kendilerini kurtaramadılar. Gerek sağ gerek sol adı altında gençlerin birbirine düşman ettirilerek ideolojik, mezhepsel, etnik ve bölgesel bölünme gençlere yapılan en büyük kötülük oldu. Bunda gençler hep kurban seçildi. Biz de ülke olarak bundan nasibimizi aldık. Ülkemizin 50 yıllık siyasi ve sosyal çalkantılı hayatında hep gençler hedef kitlesi seçildi. Cephede yedi düvele karşı olan gençlerimize içeride birbirini boğazlattılar. Bunda hepsimizin günahı vardır. Bu günahtan kimse masum değildir diye düşünüyorum.
Bütün bu siyasi ve fikri dalgalanmalara rağmen bilinmeli ki, Türk milletinin ve devletinin bağımsızlığı ve egemenliği üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti bir ideoloji devleti değil, bir ülkü devletidir.
Gençlerimize, idraklerimizi tutsak eden ideoloji sahibi olması değil, ailesini, ülkesini ve milletini seven, tüm insanlığa ve tabiata karşı saygılı olması ülküsü verilmelidir.
Bu temennilerimle Cumhuriyet Bayramınızı kutlarım.