İNSANIN ELİNİ YÜZÜNÜ YIKAMAK DEMEK, TARİHİN ELİNİ YÜZÜNÜ YIKAMAK DEMEKTİR

“İnsanın elini yüzünü yıkamak” sıkça kullandığımız bir deyim. Bir insanın kötülüğünü, adaletsizliğini ve geçimsizliğini biliyorsun.

O insan hakkında, nasıl bir insan denildiğinde, hakikati gizleyerek başlıyorsun; iyi bir insan olduğunu, hiç kötülük görmediğini, geçimli ve adil olduğunu ileri sürüyorsun. İşte böyle bir durum karşında kalan insan tepkisini gösterir: “ Yahu! Ne elini yüzünü yıkıyorsun. Biz onun ne olduğunu bilmiyor muyuz?

Kur’an’ın insan anlayışına baktığımızda acaba insanın elini yüzünü yıkıyor mu?

“O gün senin Çalap’ın/Rabb’in meleklere şöyle buyurmuştu: ‘İşte ben yeryüzünde buyruklarımı dinletecek birini var edeceğim.’ Melekler dediler: ‘ Yoksa yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın? Oysaki biz Seni överek ululuyoruz. Seni kutluyoruz.’ Bunun üzerine Allah da buyurmuştu: ‘ Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” Bakara /30.

Bu ayete göre Kur’an insanın elini yüzünü yıkamıyor, aksine onun gerçek yüzünü ortaya koyuyor.

Kur’an, Hz. Âdem’in çocuklarının kardeşini katletmesini, Hz. Yakup’un oğullarının kardeşi Hz. Yusuf’u kuyuya atmasını ve Hz. Musa’nın Mısır’da istemediği halde bir adamı öldürmesini gizlemiyor. İnsanı yeryüzünde fesat çıkaran ve kan döken bir varlık olarak kabul ettiğimizde onun tarihi de bozgunculuk ve kan dökme tarihi olarak kabul etmiş oluruz.

Kan döken ve fesat çıkaran insan, çoğunlukla şu savunmayı yapmaktadır:

“Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın!’ dendiğinde, ‘Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz!’ demişlerdir. Aman dikkat, kesinlikle onlar bozguncuların ta kendileridirler; ama bunun da farkında değiller.” Bakara 11-12.

İnsan kan dökmekten ve bozgunculuk yapmaktan kendini nasıl uzak tutabilir? Bu zor bir sınav. Bunu her gün yaşıyoruz.

Allah insanın bu zayıf yanını güçlü kılarak bu zor sınavı geçmesini istemektedir.

“Öyleyse, Allah’ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca ahiret yurdunda [iyi bir yer tutmanın] yolunu ara; bu arada pek tabii bu dünyadaki payını da unutma ve Allah nasıl sana iyilikte bulunduysa, sen de [başkalarına] öyle iyilikte bulun ve sakın yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışma: şüphesiz Allah bozguncuları sevmez!” Kasas 77.

Ancak insanlık tarihi bize gösteriyor ki insanın ve onun oluşturduğu tarihin elini yüzünü yummak/yıkamak oldukça zor.

İnsan kendi caniliğine siyasi ve hukuki bir terim bulmuş: Siyaseten Katl. Yani ölüm cezası.

Osmanlı Tarihi üzerine yapılan çalışmalarda ve ansiklopedilerde “siyaseten katl” sözcüğüne ve maddelerine çok rastlanır. Bu konuda müstakil çalışmalar da var. Ben bu yazımda 1985 yılında, Prof. Dr. Ahmet Mumcu’nun Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl adlı eserinden özetlediğim alıntıları sizlerle paylaşmak istedim. Amacım insanın elini yüzünü yıkayalım mı yoksa Kur’an’ın gerçek insan anlayışını mı ortaya koyalım? İnsandan kendimizi akıl, vicdan, irade ve gerçek hukuk yoluyla nasıl koruyalım? Ya da bizden nasıl korunsunlar? Yoksa onun ihtirasının, zalimliğinin, kan dökücülüğünün ve bozgunculuğunun kurbanı mı olalım ya da kurbanı mı olsunlar!

Bizans ve Sasani İmparatorluklarında hükümdara verilen tam yetki, Emeviler’de kısmen, Abbasîler’de tam uygulanmıştı. Müsadere yani bir vezirin azlinden sonra mallarının elinden alınması ve çoğunlukla hayatına da son verilmesi normal bir olay haline gelmişti.

Abbasi Halifeliği’ni kuran Ebu Abbas (750-754) kendisini kan dökücü “el saffah” olarak sıfatlandırmıştı. Abbasi Halifelerinin içinde en adil olanlarından biri kabul edilen Harun Reşid (786-809) ilk icraatına siyaseten katl ile başlamış, şahsi kininden dolayı pek çok akrabasını ortadan kaldırmıştır. Müsadere anlayışı onun devrinde yerleşir. Siyaseten katl ve onun tamamlayıcısı müsadere, hükümdarın normal ve tabii yetkileri arasına girer.

Cengiz (1167-1227), han seçildiğinde: “Hainlerin boynunu koparınız, küstahların göğsünü parçalayınız.” yasasını koydu. Kendisinin ceza verme yetkisi tamdı. Hal ve tavrından şüphelendiğini derhal katlettirirdi.

Anadolu Selçuklu Devleti’nde de siyaseten katlin mevcut olduğu bilinmektedir. Her bakımdan büyük hükümdar Alâeddin Keykubad (ö. 1237) bile değerli devlet adamlarını sık sık katlettirmiştir. Oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev bu âdeti sürdürerek Seyfüddin Aybek, Zeynüddin Başara, Mübarizüddin Behramşah, Bahauddin Kutluca, Tacüddin Pervane gibi tecrübeli ve devlet adına büyük hizmetleri olmuş beyleri öldürtmüştür.

Fatih Sultan II. Mehmed (1451-1481), Fatih Kanunnamesinde: “Bu kanun atam ve dedem kanunudur.” maddesiyle örfi hukuku egemen kılarak, “hâkim-i mutlak yani mutlak hâkim” olmuş, kamu hukukunu tamamen kendi iradesine göre düzenlemiştir. Yine Fatih Kanunnamesinde Nizâm-ı Âlem için kardeş katli meselesi ile ilgili madde:

‘‘Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.’’ Bu madde ile “şeriat” yalnız özel hukukta hâkim kalabilmiştir.

Kur’an’da ölüm cezası, doğrudan yol kesmekten dolayı verilen “ölüm cezası ve kısastır.” Bunun dışındaki ölüm cezaları sonradan Kur’an dışında ihdas edilen cezalardır. Musevi Hukuku’nun etkisiyle İslam Hukuku’na giren zina ve irtidad gibi. İrtidad: Bir Müslümanın İslâm dininden çıkması anlamında hukuki bir terim. Ancak bu durum sadece İslam hukukuna ait bir terim değil. Dinden çıkmanın hukuk düzeni bakımından suç sayılması İslâm’dan önce de yaygın bir anlayıştı. Yunanlılar ve Romalılar ’da da bu suça ölüm cezası verilmiş, Yahudilikte taşlanarak öldürme cezası öngörülmüştür. (Tesniye, 13/6-10). Hristiyanlıkta dinden çıkanlar için çeşitli dönemlerde ölüm ve aforoz gibi cezalar uygulanmış ve engizisyon mahkemeleri kurulmuştur. (İslam Ansiklopedisi, Ridde maddesi).

“Siyaseten katl” İslam’a aykırıdır. Ancak siyaseten katl, Kur’an’a aykırı olduğu halde İslam Ceza Hukuku’na dâhil edilmiştir.

Padişah, ta’zir hakkına dayanarak ölüm cezası vermekteydi. Ta’zir şu demektir: Padişahın İslâm Hukuku’nda hakkında belli bir cezası olmayan suçlardan dolayı uyguladığı ceza verme. Vezir-i azamları katletme yetkisi sadece padişahlara aitti. Orhan Bey’den Abdülmecid (1839-1861)’e kadar 182 vezir-i azamın 23’ü padişahın emriyle görevinden uzaklaştırılmadan öldürülmüştür. Yine 183 vezir-i azamdan 20’si de azledildikten yani görevinden alındıktan sonra katledilmiştir. Toplam 43 Vezir-i Azam padişahın emriyle katledilmiştir.

Osmanlı'da tebaanın yani yönetilen sınıfların durumu şöyleydi: Askeri sınıf bütün kamu hizmetlerini içerisine alıyordu. Kul sistemi önceleri Acemi Ocağıydı. Sonra Yeniçeri Ocağı’na dönüştürülen Kapı-Kulu Ocağı” daha sonra Devşirme usulü haline getirildi. Fatih Sultan II. Mehmed sarayda devlet yönetiminde Türk ailelerin nüfuzunu yani gücünü kırmak için devşirmeleri öne çıkardı. Fatih Sultan II. Mehmet; çok dirayetli, âlimler yanında ve Kapıkulu Ocağı’nda büyük itibar sahibi olmasına rağmen Çandarlı Halil Paşa’yı Vezir-i Azam iken görevinden uzaklaştırdı ve tutuklattı. İstanbul’un fethinden sonra tüm yetkileri ele alınca da kırk gün sonra öldürttü. Yine II. Mehmed kölelerden alınıp yeteneğiyle vezir-i azam olanları tutuklattı ve idam ettirdi. Yine Gedik Ahmet Paşa ve Makbul İbrahim Paşa gibi dirayetli, kölelikten gelen ve köklü aileleri olmadığı için halkın yanında bir değeri olmayanları da idam ettirdi. Ulemaya gelince, devşirmeler saraya sahip olunca devletin her işinde görev alan ulema sadece ilim ve yargı işine bakmakla görevlendirildi. Ulemanın dokunulmazlığı vardı ancak padişah iradesi karşısındaki rolü hemen hemen yok hükmündeydi.

Yönetim sisteminde askeri sınıf ve kölelikten gelme devşirme sınıfından başka bir de reaya (halk) vardı. Askeri sınıf vergi vermez. Halk kul değil, ahalidir. Duyurularda : “Ey ahali duyduk duymadık demeyin!” denir. Sözlükte halkın çoğulu ahalidir.

Hükümdarlar savaş sonunda veya benzer durumlarda katletme yetkilerini kullanmışlardır. Fatih Sultan II. Mehmed, Midilli Adası’nın fethinden sonra, oranın Bey’i olan Nicolo Gattilusio’yu ve yeğeni Luchine Gattilusio’yu Müslüman olmalarına rağmen şüphelenerek aynı yıl katlettirmiştir. Fatih Sultan II. Mehmed, Trabzon Rum İmparatoru II. David teslim olduktan sonra kendisine itibar edilmiş, Serez civarında büyük bir has yani yıllık geliri yüz bin akçeden fazla olan dirlik verilmesine rağmen Uzun Hasan’ın eşi ile yeğeninin mektuplaşması nedeniyle şüphelenip imparator, dört oğlu ve bir yeğenini katlettirmiştir (1463). Yine I. Abdülhamit, Kırım Hanı Şahin Giray’ı katlettirmiştir (1787). Bosna’nın fethinde Vezir-i Azam Mahmut Paşa önde giderek Bosna kralının oturduğu Kiloç’u kuşattı ve Kral Stjipon Tomaseviç’e aman verdi. O da bu teminata güvenerek teslim oldu. II. Mehmed buna razı olmamış, “Sultanın bir hizmetçisi (kölesi Vezir-i Azam Mahmut Paşa) tarafından verilmiş olan bu sözün hükmü yoktur. Zira padişahın izni alınmamıştır.” fetvasını almış, kral ve yanındaki üç beyi katlettirmiştir. I. Selim (Yavuz Sultan) de Mısır Sultanı Tomanbay (1517)’ı katlettirmişti. Karamanoğlu Alaattin Bey de İslam Hukuku’na göre bu anlayışla öldürtülmüştü.

Padişah gibi Vezir-i azamın da az ya da tam yetkiyle sefer ya da sefer dışı zamanlarda siyaseten katl yetkisi vardı. Buna örnek, Girit Serdar’ı Deli Hüseyin Paşa; Köprülü Mehmet Paşa’nın türlüm bahaneler uydurması sonucunda IV. Mehmed’in izniyle haksızca öldürülmüştür. Viyana bozgunu sırasında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gazaba gelerek Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa’yı katlettirmiştir.

II. Mehmet, Türk ailelerini vezirlikten uzaklaştırıp devşirmeleri vezir yapınca iş bitmiyor. Bu sefer de devşirme vezirler güç kazanıyor. Arnavut devşirmesi olan, zaman zaman padişahın otoritesine bile karşı gelen Gedik Ahmet Paşa (1477-1478), yetkin devlet adamı ikinci vezir Hamza-zade Mustafa Paşa’yı, Sultanın rızası olmadığı halde katlettirmiştir.

Padişahlar tahttan indirilme korkusu ve şüphesi taşıdıklarında siyaseten katle başvuruyorlardı. II. Bayezid de Gedik Ahmet Paşa’yı 1482 yılında yetkilerini sınırlandırarak katlettirmiştir. I.Selim, Şehzade Ahmed ile gizli haberleşmesi olan Vezir-i Azam Koca Mustafa Paşa (1512)’yı; şehzadelerin hayatına kefil olduğu için IV. Murat, Boşnak Topal Recep Paşa’yı (1632); kendisini tahttan indireceği hakkında şüphe uyandıran Vezir-i Azam Kemankeş Kara Mustafa Paşa’yı (1644); IV. Mehmet, Vezir-i Azam Tarhoncu Ahmed Paşa’ yı (1635); II. Mustafa, İmrahor Kıblelizade Ali Bey’i (yine aynı padişah, Vezir-i Azam Daltaban Mustafa Paşa’yı(1703); III. Mustafa, Vezir-i Azam Hoca İbrahim Paşa’yı (1785); I. Abdulhamid, Vezir-i Azam Halil Hamid Paşa’yı (1785) öldürtmüştür.

Padişahın hayatına kast yine siyaseten katlin sebebidir. Bir Musevi vezir-i azama düşman olduğundan, Paşa’nın saraya tünel kazdığı haberi uydurulunca ve taraftarları tarafından I. Ahmed’e duyurulunca, Padişah hiç soruşturmaya gerek duymadan Paşa’yı derhal huzurunda katlettirmiştir. Yine II. Mahmut Tuna gezisi sırasında İstanbul’da hükümdar aleyhine bir komplonun meydana çıkarılması üzerine, bu işle ilgili birçok kimse idam edilmiştir. (1837).

“Şeran/kanunen suçun sabit olması” gerekirdi. Ancak Yavuz Sultan Selim, Vezir-i Azam Yunus’u, Vezir Hemdem’i ve Hüseyin Paşa'yı; IV. Murat, Vezir-i Azam Boşnak Topal Recep Paşa’yı hataları nedeniyle soruşturma yapmaksızın, fetvasız ve fermansız katlettirmişlerdir. İnfazı edilecek olan yüksek mevkideki devlet adamlarına “Kara Kaftan” giydirilirdi. Yavuz Sultan Selim, Vezir-i Azam Koca Mustafa Paşa’ya kara kaftan giydirerek idam kararını bildirmiştir.

Çeşitli devletlerde infaz biçimleri, engizisyon mahkemelerinde idam usulleri vardı. İslam’da ölüm cezası kısasta ve irtidatta (dinden dönmede) kılıçla kafasının kesilmesi, zina suçuna karşı çok ender uygulanan taşlama, bir de idam gerektiren diğer hallerde kafa kesilerek veya asılarak infaz edilirdi.

İşkence, kementle boğma, denize atma, derisini yüzme, vücudu ikiye bölme, kızgın yağ veya suda boğma, gözüne mil çekme, ateşte yakma, uykuda boğma ve hançerleme gibi hukuk dışı cezalar asla Kur’an’da yer almaz. Kur’an’da yer alan cezalarda daha ziyade diyet, af ve para cezalarına çevrilme ön görülür.

İstanbul’da Orta Kapı ile Çizme Kapısı’nın arasında bir yerde öldürülme emirleri infaz edilirdi. İstanbul’da meşhur Siyaset Çeşmesi önünde bu yerde idam için teşkilat hazırdı. İnfazlar bazen de Yedikule’de yerine getirilirdi. Başkent İstanbul dışında taşrada ise halka açık belirli yerlerde ya da varsa kilise önlerinde ölüm emirleri infaz edilirdi. Taşrada yapılan infazlardan sonra kafatası İstanbul’a gönderilirdi. Trabzon Valisi Tayyar Paşa’dan Sadarete/Sadrazamlık makamına/İstanbul’a, Erzurum Valiliği’ne tayin suretiyle Silistre’den nakil olunan Gürcü Osman Paşa’nın idamına memur Muş Mutasarrıfı Murad Paşa tarafından kesilmiş başı gönderildiğine... (Aralık 1803).

Saray ulemaya çok saygılı davranmıştır. Siyaseten katlden ziyade, görevden azil/uzaklaştırma ya da sürgün etmeme yoluna gidilmiştir. Ancak fikirlerinden dolayı değil de devlete karşı isyana başkaldırma girişimi nedeniyle, I. Mehmet, Simavlı Şeyh Bedrettin’i idam ettirmiştir. II. Murat (1422) ordusuyla amcası Mustafa’yı takip ederken, amcasını Biga suyundan geçirdiği için Biga Kadısını geçit başında astırmıştır. Sarı Abdurrahim, yeniçeri isyanını teşvik ettiği gerekçesiyle IV. Murat tarafından öldürtülmüştür. Yine devlete karşı isyanda rol aldıkları için Hocazade Mesut Efendi, Seyyid Mustafa Efendi katledilmiştir. Fikirleri nedeniyle de idam edilen ulema vardı: Kaabız (1527), Molla Lütfi (1495), Müderris Sarı Abdurrahman (1603) idam edilmişlerdir.

IV. Murat İznik’e giderken yolların düzgün olmaması nedeniyle Kadı Gümüşzade’yi (1633) hiçbir soruşturma yapmadan cübbesi ve sarığıyla beraber kale kapısına astırmıştır. Ulema bu duruma çok üzülüp, Şeyhülislam da bu duruma itiraz edince, IV. Murat öfkelenip Ahirzade’nin ve oğlunun Kıbrıs’a sürgün edilmesini emretmiş ancak kızgınlığı geçmediği için Ayastefonos’ta tekrar karaya çıkartıp hemen boğdurtmuştur. Bu Osmanlı tarihinde ilk Şeyhülislam katlidir. Yine İmam Mehmet Efendi’nin fetvasıyla Şeyhülislam Seyyid Feyzullah Efendi ve oğullarından Nakibüleşraf Fetullah Efendi katledilmiştir. (1703).

Padişahın hayatına kast, ona tehlike oluşturma, onu aşağılama, devlete karşı isyan girişimi, padişaha yalan söylemek ve “Sünni düşünceye aykırılık” ve bunun gibi davranışlar reaya (halk) için de siyaseten katl sebebi sayılırdı.

Kur’an’da insan için “eşkıyalık”, “yol kesme” ve “adam öldürmenin” cezası açık seçik belirtilmiştir. Kur’an’da bu suçların karşılığı siyaseten katl olmamasına rağmen zaman zaman halk için de siyaseten katl uygulanmıştır.

Zımmiler (Gayr-ı Müslim); hıyanet, isyan veya düşmana yardım gibi suçlar nedeniyle suç ortakları ile beraber katledilirdi. Reaya (halk) için uygulanan siyaseten katlde usul, mutlaka mahkeme edildikten sonra cezasının verilmesiydi. İnfazı gerektiren herhangi bir ceza olursa Subaşıları bunu yerine getirirdi. Asılmak ya da kafası kesilmek suretiyle ceza verilirdi. Fahişelerden bazılarının çuvala konup denize atıldığı da olurdu. Kafası kesilen eşkıyanın kafası İstanbul’a getirilip usulüne uygun teşhir edilirdi.

Bu kadar tarihi bilgiden sonra son söz Kuran’a ait olsun: "Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter, deriz!” Her kim doğru yolu tutarsa kendi için tutmuş olur. Her kim de eğri yola saparsa yine kendine karşı sapmış olur. Hiçbir günahlı başkasının günahını yüklenmez. Biz önce bir elçi göndermedikçe de azaba uğratıcı değilizdir.” İsra/14.15.

Her şeyin en iyisi Allah bilir…

Not: Bu yazının düzeltilmesinde değerli dostum mesai arkadaşım okutman Yakup Yaşa’nın ve Felsefe Grubu Öğretmenliği Bölümü 3. Sınıf öğrencim Emir Cingöz’ün katkısı oldu. Teşekkür ederim.

Kaynakça: Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl, Ankara. 1985. İslam Ansiklopedisi.