Bu konuda birçok görüş öne sürenler vardır. Uzun uzadıya bu konuyu burada ele almayacağım, sadece birkaç düşünürün görüşünü sizlerle paylaşacağım.
Namık Kemal, Kur’an’ın önerdiği şura ilkesini tartışmaya açan bir düşünürdür. Ona göre şura ilkesi Kur’an’ın sunduğu önemli bir tekliftir. O, şura ilkesi demokrasinin anlamını ve ruhunu içerisinde taşır görüşündedir. Sultanlığı savunup demokrasiye itiraz edenlerin gerekçesi; kitleler, cahil ve aydınlanmamış olmaları nedeniyle, doğru temsilcileri seçemeyeceklerdir. Zaten seçilenler de seçenler gibi cahil olacaktır. Bu nitelikli seçilenlerin verdikleri kararlar ne derece doğru kararlar olacaktır! Bu itiraza Namık Kemal ; “Osmanlı ülkesinde devlet işlerini başarıyla yürütmeye yetecek kadar bilgi ve sağduyuya sahip insanlar bulunabilir,” şeklinde cevap verir.
Faslı bilgin Cabiri, İslam’da Siyasal Akıl adlı eserinde İslam’ın düzenlediği bir yönetim biçimi var mıdır? sorusuna cevap arar. O bu soruya şu cevabı veriri: “Sonuç olarak İslam’ın düzenlediği bir yönetim sistemi yoktur. Muhammedi davetin gelişimiyle birlikte, başlangıçta ve peygamberin vefatının ardından savaştaki “emir” modeline dayalı bir yönetim sistemi ortaya çıktı. Bu, o sırda gerekli ve şartların zorladığı bir durumdu.”
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski dekanı ve emekli öğretim üyesi bilgin insan Hüseyin Atay da İslam’da İşçi-İşveren İlişkileri adlı esrinde İslam’da Yönetim Biçimi başlığı altında şura konusunu ele alır: “ İslam’da şura bir devlet rejimi olacak şekilde işlenmemiş ve uygulanmamış. İlk dört halife devrinde kişisel bir davranış olarak uygulanmıştır ve tarih boyunca da pek dar bir anlamda bazı idareciler tarafından uygulanmışsa da bu hiçbir zaman bir kanuni biçim ve hukuki bir düzen haline gelmemiştir. İslam dünyasında hiçbir dönemde şura meclisi olmamıştır. 1876 yılında Osmanlılarda ilk şura meclisi kurulmuştur denilebilir. Ancak yüz elli yıl sonra bugün bile tam manasıyla millete dayalı bir meclis anlayışı yerleşmemiştir. Arap milletlerinde bunun gölgesi bile hala yoktur. İslam’da bunun üzerine demokrasi kurulabilir. Buna tarih boyunca ve günümüzde engel olan selefi inancıdır, kimse bunun farkında değildir.”
Yine Pakistanlı bilgin Fazlurrahman, İslam’da Şura İlkesi ve Toplumun Rolü başlıklı makalesinde Kuranın nasıl bir toplum önerdiği üzerinde durarak, şura suresine ad olan şura sözcüğünün geçtiği ayeti açlıklar. “Kur’an’ın Müslüman toplumu, içyapısı itibariyle son derece eşitlikçi, fedakârlık ve yardımlaşmaya dayalı, seçkinciliğin ve gizli komplolara sebebiyet veren zihniyetin olmadığı açık toplum olarak öngörür… Bugün kaç İslam ülkesi açık toplum olduğunu iddia edebilir… Kur’an, toplumun yasama veya karar verme sürecinin yolunu göstermek için şura ilkesini koymuştur. Ancak maalesef asırlardan beri, İslam’ın ruhunu ve dünya görüşünü göz ardı ederek ithal edilen yanlış yapılar ve uygulamalardan dolayı, şuranın niteliği hususunda Müslümanlar arasında korkunç bir yanlış fikir boy göstermiştir. Yaygınlıkta kabul edilen fikre göre şura, tek bir şahsın, idarenin başındakinin, kendisince de bilgi sahibi olarak gördüğü ama tavsiyelerini uygulamakta hiçbir zorunluluk taşımadığı şahıslara danışması anlamına gelir. Her şeyden önce, bu şema, şura ilkesinin öngördüğü yapıyı tamamen saptırır. Kur’an inananları “ meseleleri karşılıklı danışma ile karara bağlananlar”, ‘emruhum şura beynehum, olarak resmeder. (42, Şura/38).
Bu durumda şura, bir şahsın başkalarından tavsiye veya fikir istemesi anlamına gelmeyip; eşit zeminde karşılıklı tartışma yoluyla karşılıklı danışmayı ifade eder. Bu da açıkça devlet başkanının veya yürütmenin başının, şura yoluyla varılan kararı kolay kolay reddedemeyeceği anlamına gelir. Hemen yukarıda bahsettiğimiz hatalı algılara yol açan klasik şura ve halifelik anlayışının doğup geliştiği şartlar, nitelik itibariyle esasen tarihseldirler ve Kur’an’a atfedilemezler.” Tarihi uygulamalarda şura adına bölünmeler yaşandığını ileri sürer Fazlurrahman: “ Şura Kur’an’ın, zemmettiği bir klikleşmeye dönüşüverdi… Okuyuculara bir defa daha hatırlatmak isterim ki, eğer İslam toplumu İslami hayat görüşünü kaybetmiş haldeyse, İslam toplumu ortada yok demektir. Eğer hal böyleyse, hiçbir kıymet kendinden menkul siyasi, dini ve fikri seçkinler grubu durumu İslam lehine çeviremez. Çünkü Kur’an görevi ve emanetini yalnızca topluma tevdi etmiştir… Emruhum şura beynehum ayetindeki emruhum ibaresini inceleyelim. Emruhum, ‘onların meseleleri’; anlamına gelir yani mesele bir ferde, bir gruba veya bir elite ait değildir, ‘onların ortak meselesidir.’ Şura beynehum’ emri, yani ‘ortak iş ve meseleleri onların karşılıklı danışma ve tartışmalarıyla çözüme kavuşturulacaktır’ emri, toplumun ne seçtiği ne de yetki verdiği bir fert veya elite göndermede bulunmaz. Kur’an Müslümanlardan eşitlikçi ve etkin bir toplum ya da eşitlerin kardeşliğinin tesisinden başka ne istiyor olabilir?”
Burada son söz olarak derim ki, yönümüzü geçmişe dönerek tarihe mal olmuş uygulamaları aynen devam ettirme gafleti içerisinde geleceğimizi oralarda aramaya kalkmak, beyhude çaba olacaktır. “Midyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmayalım.”
Huzuru mahşerde ellerim, gençlik yıllarımdaki tüm enerjimi, hayat sevincimi sözüm ona din ya da siyaset adına kin ve nefretle dolduran içi boş sloganlarla heba edenlerin yakasında olacaktır. Gençlerin eline pankart vererek ve İslam devleti istiyorum diyerek dün olduğu gibi bugün de İslam adına İslam dünyasını kana bulayanlar Allah’ın huzurunda nasıl hesap verirler bilmem!