İsveç’le İlgili Bir Belgesel Neler Düşündürdü?

Çok boş meraklarımız var, çok malayani işlerimiz var ve çok az okuyoruz. Başkalarının her şeylerini merak ediyoruz, bizlere hiç faydası olmayan. Belgeselleri çok az izliyoruz ve belki de yeteri kadar mesajlar çıkaramıyoruz.

Genelde hepimiz çok milliyetçiyiz(!). Kendi milliyetçiliğimizi diğer gelişmiş ülke milliyetçilikleriyle mukayese etmiyoruz. Kendi milliyetçiliğimizi birkaç şekil ve birkaç klasik söylem sanıyoruz. Atatürk; “İşini en iyi yapanın en iyi milliyetçi olduğunu” söylemiştir.

En iyi milliyetçi vatanını temiz tutan, yarınki nesiller için süsleyen, koruyan, endişe eden demektir.

Siyasilerin ise milliyetçilik seviyeleri milliyetçimsilik düzeyinde kalıyor!

İsveç’i anlatan bir belgesel izliyorum. Belgeselin adı Dünyanın En Güzel Trenleri.

Emekli bir vatandaş etrafı dağlık bir köye gidiyor ve orada ağaç dikmeye başlıyor. Sonra dikkat çekiyor ve etrafında bay ve bayan birkaç kişi daha oluyor. Ve 30,000 ağaç dikiyorlar. İki yıl içerisinde bir milyon ağaç dikme hedefi koyuyorlar. Sivil toplum kuruluşları, belediyeler finanslarını karşılamaya başlıyorlar.

Gönüllü ağaç diken bay konuşmasında; “Otuz yıl sonra burada çok oksijen alabileceğiz” diyor. Otuz yıl sonra alabileceği oksijen ve vatanlarına kazandıracakları oksijen için mutlu!

Tren bir istasyonda duruyor, bu istasyonda İsveç’in göllerinin, derelerinin, ormanlarının renklerini ihtiva eden bir kumaş mağazası var. Ve mağaza sahibi “Bu renkler İsveç’imizin renkleri” diye yeşile, maviye, kızıla ve milyonlarca renge sahip çıkıyor.

Ülkemin dağlarında, ovalarında, göllerinde, nehirlerinde günlerce kamp yapan birisi olarak rahatça söyleyebilirim ki; Türkiye’m, canım vatanım güzellikleriyle dünyada eşsiz bir vatan! Ancak sahipsiz, vatandaş sahip olmuyor, sahip çıkmıyor, yeteri kadar sevmiyor, süslemiyor, korumuyor.

Emperyalizmden ormanlarımızı, arazilerimizi korumuyoruz!

Yerlerde, trenin durduğu istasyonlarda, dere kenarlarında ise çer çöp, pet şişe, poşet göremiyorsunuz!