Mahalle kahvehanelerinde oturup çayımı yudumlarken konuşulanları dinliyorum. Yaşlısı, genci günlük değerlendirmeler yapıyorlar. Konuşma fırsatını eline geçiren bir şeyler söylüyor. Kendince şehrin problemlerine çözüm üretiyor. İlginç öneriler ortaya çıkıyor. Zaman zaman filozofça ifadeler dillerden dökülüyor. Edep hayâ ölçüsünde laflar ediliyor. Evet, ilginç değimli?
Konuşmaların ana gündemi: Türkiye’nin, öncelikle Erzurum’un sorunları öne çıkarılıyor.
İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, adam kayırma, eğitimsizlik, dini konulardaki yanlış ve eksik yaklaşımlar, hurafeler işin özünü oluşturuyor. Anlayacağınız dert çok velâkin derman yok.
Şehrin muhtelif mahallelerinde kahvehaneleri dolaşın ilginç olaylarla karşılaşırsınız. Heran müşterisi yenilenen kahvehaneler dolup taşıyor. Genç ihtiyar saat saat değişiyor. Kimi Aşkale’den, kimi Olur’dan, kimi Hınıs’tan gelmiş. Yaşadığı büyüdüğü köyünü dağını, yaylasını terk ederek şehre gelmiş. Beraberinde tüm alışkanlıklarını da getirmiş. İşte kahve haneler bu özelliklerin sergilendiği birer tiyatro sahnesi durumunda. Her kez rol yapıyor.
Anlayacağınız köyler boşalıyor. Şehir gelişi güzel, estetikten uzak, mimariden yoksun, pilanlamacılıktan mahrum olarak büyüyor. Şehir köylülerimizi şehirleştiremiyor ama kendisi köyleşiyor. Gerçek şehir kültürü, sanatı, edebiyatı, filozofu, iç ve dış mekânlarıyla insanı büyüleyen, etkisi altına alan, bu günü yarına taşıyan mekânlar olmasına karşılık maalesef bu görevini ifa edemiyor.
Nereye gitseniz göç konuşuluyor. Kimi akrabalarının; İstanbul’a, kimi, İzmir’e, Bursa’ya, Ankara’ya gittiğini anlatıyor. Anlayacağınız, Erzurum’un, Doğunun en büyük derdini; göçü anlatıyorlar. Hani Birinci dünya savaşından sonra Ermeni çetelerinden kaçan kafilelerin söylediği türkü cinsinden, “Göç göç oldi, göçler yola dizildi’’mısralarında dile getirildiği gibi. Gidenler çeşitli nedenler ileri sürüyor. Nasıl mı? Oğlumu Bursa’ya işsizlikten yolladım. Sonra bizde hasretine dayanamadık yanına gidiyoruz. Bazıları, artık misafir ağırlamaktan, köylülerimin dertleri peşinden koşmaktan usandın; bu yüzden. Köyden geliyorlar. İkram etmek lazım, ağırlamak gerek. Ama imkânlar el vermiyor. Mahcup oluyoruz. Anlayacağınız mazeret çok.
İlginç şeyler konuşuluyor dedim. Güngörmüş yaşlı bir ihtiyar anlatıyor. “1920 den beri Ankara’ya Mebus olarak gönderdiğimiz mebuslardan kaç tanesi Erzurum’a geri döndü? Kaçının, evi, işi, tarlası, çayırı, bürosu var şehirde? Kahvede herkes susuyor. Cevap arıyorlar. Bir tane cevabı çıkıyor ağızlardan. Evet, Erzurum’dan seçilmek iyide! Niçin geri dönmüyorlar? Bunu birileri açıklaması gerekmez mi? Erzurum’un herkese ihtiyacı var. Helede kendisini temsil eden mebuslara!
Son zamanlarda belediye başkanlarımızda bu kervana katıldı. Kaybeden şehri terk ediyor. Anlamak mümkün değil. Giderken de bir sürü mazeret beyan ediyorlar. Üzülmemek mümkün mü?
Ticari faaliyet gösteren esnafımız zengin olunca gözünü göç yoluna dikiyor. Sahip olduğu serveti de beraberinde götürüyor. Evini, arsasını, satıyor. Anlayacağınız Erzurum kaliteli göç veriyor. Kalitesiz göç alıyor. Uzaklardan Erzurum’a bakıp hasretle yandıklarını söylüyorlar. Kendilerine birde isim koymuşlar. “Erzurum Sevdalıları’’ Bu sevda nasıl bir şey ise! Kahvedeki amcam çözüm üretiyorsa; onlarda uzaklardan çare arıyorlar. Acaba bunun gerçek sebebi: Albert Camusu’un adını koyduğu’ “Bir suçluluk felsefesi mi’’? Bilemiyorum.
Erzurumlu kaderine terk edilmiş, küsmüş, küstürülmüş, aldatılmışlık duygusunu hissediyor. Çünkü 1950’lerde yapılan Tortum Şelalesi ve elektrik santrali, 1957 yılında kurulan, Atatürk Üniversitesi, Şeker fabrikası, Demirel döneminde yapılan Çimento fabrikası, Süt fabrikası, Et kombinası, Yem fabrikasının dışında. 1980 lerden sonra Erzurum’a ne yapıldı? Hayvancılık yok edildi, tarım yapılamaz hale geldi. Peki, Erzurumlu kime derdini anlatsın? Hangi kapıyı çalsın? Bilinmiyor. Bilinen bir gerçek var: Erzurum göç veriyor. Adrese dayalı nüfus sayımına göre il nüfusu 785 binlere düşmüş. Kurak toprak gibi çölleşiyor. Bu makûs talihi yenecek, Siyasilere, idarecilere daha ötesi “ Mezarı da Erzurum’da olacak milletvekillerini ve belediye başkanlarını bekliyor’’. Her halde bu durumu en iyi Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘’Sessiz Gemi’’ şiiri açıklıyor.
Artık demir alma günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alıyor yol
Sallanmaz o kalkışta ne mendil nede bir kol
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten, elemli.
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın nede son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.
Rahmetli Yahya Akdağ, Zekayi Yaylalı, Osman Demirci, Abdulkadir Eryurt, Hasan Numanoğlu, Senatör Naci Ğacıroğlu’ndan başka Erzurum’da mezarı olan var mı?
İlk Belediye Başkanı Resul Paşa ile Kazım Yurdalan’ın mezarlarının dışında, bu toprakta yatan bir belediye başkanımızdan söz edebilir miyiz?
Ne gariptir ki Cumhuriyet döneminden bu yana 23 Belediye Başkanının görev yapmasına karşılık M.Ali Ünal, Mahmut Uykusuz haricinde hiçbir belediye başkanı oturmadığı gibi Kazım Yurdalan hariç hiçbir başkanın mezarı da Erzurum da değil.
Yine Şinasi Yavuz’dan başka, şehirde hayatını sürdüren ikinci bir milletvekili de söz değil...