Geçtiğimiz gün öğle    sonrası, havanın çok güzel oluşunu da fırsat bilerek yürüyeyim istedim.

Sırtıma kabanımı da almadım ve ceket katına düştüm yola.

Bir yaşlı teyze vardı yolda yürüyen, çok daha ileride bir de genç bir kadın, elinden tuttuğu 4-5 yaşlarındaki çocuğu ile gidiyordu.

Genç olanı, yaşlı olanınından neredeyse 20-25 metre ileride.

Bu nedenle ikili arasında bir bağ kurmanız mümkün değil.

Ta ki, “kızım az yavaş” feryadını işitinceye kadar.

Anladım ki, önde gideni bir tanıdık. Komşu kızı olması mümkün gözükmüyordu.

Kadının kızı olsa, hatta komşunun kızı dahi olsa yanında olur, koluna girer, destek verirdi.

Kim bilir belki geliniydi!

Genç kadındaki tavır, bende öyle bir izlenim bıraktı.

İhtimalen gelin-kaynana gezmeye gidiyorlardı. Ancak yaşlı kadın yorulmuş, yürüyemiyordu.

Bi ara gidip teyzeye ben yardım edeyim istedim, ama yanlış anlaşılabilirim korkusuyla bu düşüncemden vazgeçtim.

Genç kadın, “az yavaş” uyarısını işitince şöyle bir durdu, geriye döndü, baktı ve umursamaz bir şekilde yoluna devam etti.

O an hem öfke duydum ve hem de üzüldüm ve ne yazık ki, sadece yutkunmakla yetindim.

Yaşlı teyze soluklanmak amacıyla durdu; duvara tutundu, gücünü topladı, sonra aksaya aksaya yürümesine devam etti.

Kim bilir, köşeyi dönen ve gözden kaybolan gelini hakkında neler düşünüyordu!

***

O ara gözümün önüne Dumlu’daki “yılkı atları” geldi.

Geçen güz, Uzundere’ye gitmek amacıyla çıkmıştık yola.

Dumlu’yu az geçmiştik ki, yolun kenarında 7-8 at belirdi.

Yılkı atlarıydı.

Çok da hızlı koşuyorlardı.

Asfalta çıkacaklarını  anladığımda, ayağımı gazdan  kestim.

Önümüzden geçti, yolun öte tarafında durdular.

***

Başlarında “lider” olanı, her haliyle kendini belli ediyordu.

Bi ara başını çevirdi, geriye baktı ve bekledi.

İster istemez biz de dikkat kesildik.

Hayli gerilerde bir dor at…

Aksaya aksaya geliyordu.

Lider, gerisin geriye gitti, aksayan arkadaşına eşlik ederek koşmadan, hafif rahvan şekilde kendilerini bekleyen diğer atların yanına geldiler.

***

Müthiş bir “hayvani” olaya tanıklık etmiştik!

Eşim ile birlikte kare kare fotoğrafladığımız o anı, yolda  tanıklık ettiğim “insani” davarınışı görünce hatırladım nedense.

***

Fırsat buldukça Erzurum’u yazıyor, yazmıyor, zaman zaman yaşıyorum sanki.

Sadece ben değil…

Benim gibi, hatta benden daha radikal düşünen Süreyya Abi (Çarbaş), Atila Abi (Ağrılı) mesela.

Başkaları da var illa ki.

***

Ne yere koyduğumuz var bu şehri, ne göğe! Varsa Erzurum, yoksa Erzurum.

***

Bi itirafda bulunmak istiyorum:

Galiba biz kendimizi  kandırıyoruz!

Kısaca; hayal peşindeyiz!

***

Durmadan eski Erzurum’u…

Eskinin o güzel, vefalı, hatırşinas insanlarını hayal ediyor…

Bulamıyor…

Dolayısıyla ciddi hayalkırıklığı yaşıyor, “niye?” sorusuna birlikte cevap arıyorduk ya!

Cevap gözümün önündeydi…

O kadın ve çocuğuydu, neden’in, niçin’in karşılığı.

***

Kaynanasının “kızım yavaş” uyarısına aldırış bile etmeyen genç kadının umursamaz hali “geçmiş ola” dedirtti bana.

Geçmiş ola Erzurum!

Geçmiş ola saygı, sevgi, edep, geçmiş ola insanlık!

***

Kimdi anasına, kaynanasına, yani büyüğüne, yani ata’sına  aldırış dahi etmeyen o küstah, o terbiyesiz kadın, bilemem.

Erzurumlu muydu?

Ne farkederdi ki!

Ha Erzurumlu, ha değil.

Sonuçta at kadar merhameti olmayan bir yaratık!

***

Günün birinde dinlediğim bir vaaz, etkilemişti beni. Hoca, “insan”dan bahsediyor…

“Ey müminler! Kâbe’den daha değerli bir yer, bir mabed yoktur” diyor ve ekliyordu:

“Gerçek bir Müslüman, Allah katında o Kâbe’den daha üstün ve değerlidir!”

Müthiş.

Ama ayrıntıya lütfen dikkat!

“Gerçek bir Müslüman!”

Öyle “sıradan” olanı, insafsızı, merhametsizi değil yani.

***

Haberleri takip ediyorsanız, mutlaka gözünüze ilişmiştir.

Halk otobüsü Kongre’de, bir otomobile çarpıyor.

Olabilir, yani.

Adı üstünde kaza nihayetinde.

Can kaybı yok, yaralanan yok.

Şükretmek gerek.

***

Ama öyle olmuyor.

Otomobilin içinde üç genç.

Bir hışımla iniyorlar aşağı.

İlk hedefleri otobüs şoförü.

Bereket adam kapıları kapatıp, kendini emniyete alıyor.

Magandalar bagajdan     çıkartıyorlar sallamaları.

Hedeflerinde bu kez otobüs durağında bekleyen yolcular.

Kavga, gürültü, patırtı.

Birkaç kişi yaralanıyor.

Ne hakyere hem de.

Alın size terör.

Yani teröristi, eşkıyayı illa gidip dağda aramaya gerek yok.

Eşkıya şehirde, üstelik aramızda dolaşıyor.

Serseri mayın gibi.

Kime  toslayacağı, kimi aşağılayacağı, kimi döveceği, ve hatta bıçaklayacağı belli değil.

***

Bu böyle gitmez, gitmemeli de.

Bu çirkinlikleri, edepsizlikleri önlemenin bir yolu olmalı.

***

Aslında o yol var ve o yol belli.

Erzurum’da herkes…

Bürokratları, belediye başkanları, sivil toplum kuruluşları şayet biraraya gelir, asgari müşterekte birleşirlerse eğer, o zaman huzura, sükunete ve  kalkınmaya doğru hamle yapılabilir.

Yoksa bu haliyle olmaz, olmadığı da zaten ortada.

***

Erzurum’da ilginç bir yönetim anlayışı var! Yöneticilerin çoğu küs.

Herkes biribiriyle burun ucuyla konuşuyor. Sarılmalar, öpüşmeler, gülüşmeler samimiyetsizce.

Kurum yöneticileri kendilerini sorumluluk alanıyla sınırlandırmış!

Büyükşehir’i Atatürk Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi’ni Erzurum Valiliği çok da fazla ilgilendirmiyor.

Zaten sivil kitle örgütleri bi alem.

Ve biz kalkmış yanlışı başka yerlerde arama gayreti güdüyoruz.

Oysa çok uzağa gitmeye gerek yok! Biz, hepimiz, yanlışın tam ortasında paşa paşa yaşıyoruz…

Gerisi umurumuza mı!