Yaz mevsiminin başlamasıyla birlikte, hem trafik kazaları yeniden tırmanışa geçti, hem de Erzurum’un artık alamet-i farikası olan bıçaklı kavgalar arttı! Polis, gençlerin üzerinde bıçak yakalamaktan bıktı, ama gençler bıçaklı gezmekten yılmadı!
Dikkat ediyorum da Erzurum’da, özellikle gençler en küçük bir tartışma sırasında dahi hemen bıçağa sarılıyor ve birbirlerine kıyabiliyorlar.
Bazı çevreler, hançer barından hareketle, “..bıçak bu şehrin kültüründe var; bu sebepledir ki, şehirde bıçaklı kavga olayları çok fazla” diyor. Oysa bu bakış, hem sorunu teşhiste çok işe yaramıyor, hem de meselenin sosyolojik boyutunu ıskalıyor… Vakıa şudur ki, Erzurum’da bıçaklı saldırı sonucu insanlar ölüyor ve sakat kalıyor.
Bu sorunu adam akıllı masaya yatırıp, üzerine kafa yormalıyız… Palyatif çözümler ancak geçici çareler olabilir; o da soruna köklü bir çözüm getirmez.
Erzurum gibi muhafazakar ve geleneklerine bağlı bir şehirde, özellikle gençler arasında hızla artan bir bıçak tutkusu var. Şayet hançer barı bu tutkunun altyapısını oluşturmuş olsaydı, eskiden Erzurum’da kan gövdeyi götürmüş olurdu. Oysa bu şehrin tarihi arka planında, böyle bir utanç yoktur.
Demek ki, çözümü kültürel kodlarda aramak yerine, daha gerçekçi bir bakış getirmemiz lazım. Bu konuda da en büyük görev, toplum mühendislerine ve eğitim uzmanlarına düşmektedir.
Neredeyse hayatın her alanını kuşatan şiddet artık öyle bir boyuta ulaştı ki, devlet “öncelikli sorun” başlığıyla masaya yatırdı. Yol uzun, zaman kısa... Tren kaçmasına kaçmadı belki fakat bu hızla, o trene yetişmenin çok da kolay olmadığı ortada. İşte televizyonların haber bültenleri ve artık üçüncü sayfadan taşıp, gazetelerin ön sayfalarını dolduran şiddet içerikli haberler...
Konunun uzmanı değiliz ama görünen odur ki şiddet, toplumsal cinnetin eşiğine gelip dayandığımızı anlatıyor bize... Eskiden, “psikolojik sorun” kaynaklı olarak takdim edilen ve uzmanların “bireysel” diye açıkladığı şiddet, şimdi gündelik hayatımızın her kademesinde ve artık “sıradan” bir olaymış gibi algılanıyor.
Erzurum’da bıçaklı kavga sonucu ölen insan sayısında ciddi bir artış olduysa, burada herkesin durup düşünmesi lazım ve şu soruyu sormamız gerekir: Erzurum nereye gidiyor?
Konuşmak yerine, yumruklaşıyoruz...
Diyalog kurmak yerine, aralık olan kapıları da kapatıyoruz...
Birbirimizi anlamaya çalışmak yerine, birbirimize karşı dilsiz ve görmez oluyoruz....
Geldiğimiz nokta artık bu...
Bilek üstünlüğü...
Kaba kuvvet...
Öfke ve nefret...
Ya, etrafımızdaki tüm şartları kendimiz tayin etmek istiyoruz ya da başkalarını kendimize benzetmeye çalışıyoruz...
İlkokulda şiddet...
Evde şiddet...
İşyerinde şiddet...
Sporda şiddet...
Sokakta şiddet...
Bir adım ötesi de toplumsal cinnet.
Devletin, “öncelikli sorun” kabul edip, masaya yatırdığı şiddet sorunu, sanıldığı gibi bir avuç uzmanın konferanslarda konuşmasıyla ya da kurumların duvarlarını süsleyecek eğitim içerikli afişlerle çözülemez.
Daha temele inilmeli ve insanları en küçük bir meselede şiddete sevkeden nedenler bulunup ortaya çıkarılmalı...
Birbirine düşman bir toplum gelişiyor.
Siyasetçi meselenin içinden sıyrılıp çıkmak adına, işi polise havale ediyor...
Oysa polisin de içinde şiddet sorunu var!
Zaman zaman polisler de beylik tabancasını çekip yakınlarına kurşun yağdırmıyor mu?
Çünkü polis de bu toplumun bir parçası... O da aynı dış etkene açık ve o da şiddeti tetikleyen nedenlerle yatıp kalkıyor.
Liberal şok dalgası hepimizi iliklerimize kadar sarsıyor.
Televizyondaki diziler de işin bahanesi geçim sıkıntısı da...
Sanki eskiden çok mu daha varlıklıydık, daha mı konforlu konutlarda yaşıyorduk, yoksa çok daha modelli otomobillere mi binebiliyorduk?
Tahammülün yerini öfke aldı...
Her birimizin sinesinde, bizi hayata bağlayan kalp yerine sanki de fitili çekilmiş bir bombanın “çıt çıt ” sesleri vuruyor.
Anne çocuğuna, müdür memuruna, komutan askerine, koca eşine, büyük küçüğüne; hemen her yerde büyük tepelere dönüşen öfke yumakları birikmiş....
Bizi biz yapan değerler erozyona uğradıkça, bizden geriye yalnızca şiddet kalıyor.
Baksanıza öyle kanıksadık, öylesine içselleştirdik ki, şiddet “toplumsal bir gerçek” oluverdi!
Tıpkı mevsimler gibi...
“Bugün kaç kişi öldürüldü, kaç kişi gasp edildi veya kaç bayan tecavüze uğradı?” sorusu, neredeyse Borsa’nın seyri gibi saatlik bülten haline geldi...
Siz, biz hepimiz izliyoruz...
Tehlike sanki bizden çok uzaktaymış gibi...
Oysa, artık postacı değil, şiddet kapıyı çalıyor; hem de bir kere...
Bazen düşünmüyor değilim: AB’li olmanın ön koşulu, Kıbrıs sorunu değil de şiddet midir diye...
Erzurum’da bile mahalle ve okul kavgalarının formatı değişti:
Yumruğun yerini sallama bıçak, sapanın yerini uzun namlulu silahlar aldı.
Şimdi delikanlılığın raconu organize çete kurmaktan geçiyor.
Dönün geriye bir bakın bakalım ki, Erzurum on yıl öncesine göre nerede?