Binlerce yıllık Türk Devlet ve Millet geleneğini referans ve temel alarak kurulmuş ve bu mihvaldeki inanç ve idealizimi çerçevesinde Türk Siyasi hayatında rol oynamış;
Ülkücüler; dün olduğu gibi bugün ve yarın da Türk milletinin, tarihi misyonunu yeniden yüklenmesi yolundaki en büyük teminat Olduğunu son dönemdeki onurlu ve vakarlı millet ve devlet lehine duruşu ile tekerrürü sağlamaktadır
Yediden yetmişe bütün ülkücülerin bu gün içinde bulunduğumuz durumun muhasebesini sağlıklı bir şekilde yapa bilmesi ve bu kutsal hareketi bölme ve engelleme çalışmalarına müdahil olmaması için.
Dünden bu güne ülkücü hareketin mücadele temelleri ve sürecinin dayandığı tarihi misyon ve sorumluluğu iyi özümsemesi gerektiği kanaatimizle, KURULUŞTAN.! KURTULUŞA.! Ülkücü Hareketin varlık ve mücadele zeminini, sürecini 50. Yıldönümünde tahlil edelim dedik.
Türk Milletine atfen ve Ülkücü Milliyetçi hareketin bu günki onurlu ve milli duruşunu daha sağlıklı anlaması için kaleme alınan bu makalemizi sabırla okumanızı özellikle istirham ediyorum vaktinizi aldığım için özür diliyorum.
Oldukça geniş coğrafyalara yayılmış olmalarına rağmen; Türkler bünyelerinde mevcut olan organize olabilme kabiliyetinin ve bunun tabii bir sonucu olarak ortaya çıkan binlerce yıllık Devlet geleneğinin kendilerine sağladığı güçle Tarihin hemen hemen bütün devirlerine damgalarını vurmuşlardır.
Devletsiz kalmanın esaret olduğu devirlerden beri devlet kavramına çok büyük önem atfeden Türk Milleti, bu inançtan aldığı güç sayesinde muktedir devletlere kavuşmuşlardır.
Her yeni coğrafya kat edişinde yorulmak bir yana dinamizmini artıran Türkler , muhteşem devletler silsilesinin en büyüğünün temelini anayurt Orta Asya bozkırlarının binlerce kilometre uzağında Anadolu yaylasının Söğüdün de Osmanlı Devletinin temelini attılar.
Osman Gazi’nin “Kuru Cihangirlik davası değildir, kelamını yaymak” şeklinde özetlediği ve vasiyet ettiği mücadele anlayışı öncülüğünde hem Anadolu Türk birliği, hem de Batıya hak ve adalet adına yürüme mücadelesi birlikte verilmiş, akıp giden tarih içinde İstanbul fethedilerek Doğu Roma İmparatorluğu’na son verilmişti. Ridaniye antlaşmasıyla Hilafetin Osmanlı Devletine geçişiyle beraber İslam birliği pekiştirilmişti.
Batıda ise çark Osmanlı Devletinin tersine işliyordu. Rönesans, coğrafi keşifler, teknik ilerlemeler Avrupa’yı harekete geçirmişti. Osmanlı batı karşısında geri kalmaya başladığını ancak askeri sahada aldığı mağlubiyetlerle fark edebildi.
Lale Devrinde Batılılarla Osmanlı idarecileri arasında başlayan şahsi ilişkiler zamanla Devlet politikası haline getirildi.
Çeşmede Osmanlı donanmasının bozguna uğratılması yeni tedbirler alınması ihtiyacını ortaya çıkardı. Devrin Sadrazamı Halil Hamit Paşa tarafından Mühendis hane-i Bahri Hümayun açtırıldı(1773).
Eğitimde batılılaşmanın ilk ciddi uygulaması olan bu okul, bundan sonra muhtemel bozgunlara karşı Avrupai tipte deniz subayı ve mühendisi yetiştirecekti. Okulun hocaları Fransa’dan getirilmiş daha sonra okulun 30 öğrencisi eğitim gayesiyle Fransa ya gönderilmişti.
Sadrazam Halil Hamid Paşanın büyük önem verdiği eğitimde batılılaşma onun ölümüyle duraklamış, ancak III. Selim tahta çıkışı bu hareketi hızlandırmış, II. Mahmut’la beraber iyice kök salmıştı. II. Mahmut döneminde Batıdan etkilenme eğitimle sınırlı kalmıyor, kültürel ve hukuki sahaya da yayılıyordu.
19.yüzyılın başlangıcından itibaren okullara Fransa’dan uzmanlar çağrılması ve Fransa’ya öğrenci gönderilmesi sürekli biçimde artıyor, Fransızca yazılmış bir çok eser klasik olsun,olmasın Türkçe ye çevriliyor, daha sonra anlaşılacağı üzere ;Tanzimat hareketinin fikri temelleri atılıyordu.
Tanzimat’tan bu yana çöküşe karşı arayan aydınlar başlıca üç grupta toplanmışlardı Bunlar, Türkçüler, İslamcılar ve Batıcılardı. Bunların düşünceleri dönemin fikir hayatına zenginlik kazandırsa da, çöküşü durdurmak gibi büyük bir hedefi durduracak sonuç alınamamıştı. Erime hızla sürüyordu.
Türkler sanki asırlarca hükmetmiş bir milleti değil, adeta yalnızlığı sembolize ediyordu.
Oysa İslam dünyasında IX. ve XIII. yüzyıllarda, Batı medeniyetine ışık saçmış daha sonra oluşturacakları medeniyetlerine, kaynak teşkil etmiş olan İslam medeniyeti; kültüründen uzaklaşmış dönemin Batılı büyük devletlerinden biri olan İspanyada, Hıristiyan din adamlarının, dünya dönüyor diyen bilim adamı Galile’nin işkence tehdidiyle iddiasından vaz geçirmelerine benzer baskılar ;
Müslüman din adamları tarafından, Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşt gibi filozoflara da yapılıyor, özellikle son yüzyıllarda, dinsel taassup, yenilik (bidat düşmanlığı, Batıyı taklit etmiş olmak korkusundan, ilimde, fende, teknikte geri kalmış, Rönesans ve coğrafi keşiflerle gelişmelerinin önünü açmış olan Batı Medeniyeti karşısında aşağılık duygusuna kapılmalarına yol açmıştı.
Hilafet sancağıyla birlikteliklerini sağlayan Osmanlı İmparatorluğuna karşı bağlılıkları, batı devletlerin misyonerlik faaliyetleri, milliyetçilik akımlarını, Osmanlı bünyesinde körüklemeleri ve fetva makamlarına kadar ulaştırmayı başardıkları sahte şeyh, derviş ve din adamlarının faaliyetleriyle, İslam Birliğinin temelini çökertmiş ve bir çok İslam ülkesinin Osmanlıdan kopup, Batılı devletlerin sömürgesi olmaları konumuna getirmişti.
İslam dünyasındaki bu erimenin önüne geçebilme çalışmalarına koyulan Osmanlı Devleti, İslam birliğini korumak üzere, Batılılaşma adına, Batı medeniyetine ulaşmak üzere Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyet ilanlarıyla öne çıkmış, fakat bu teknikte-ilimde-fende batılılaşma çalışmaları, batı medeniyetinin kültürünü, giyim ve kuşamını, hukukunu taklit etme yarışını dönüşmüş ve erimenin, çöküşün nihayetinde dağılmanın önüne geçilememişti.
İşgaller ve çözülmeler baş göstermişti. Ruslar Türkmen bölgesine yerleşmeye başlamış Fransızlar-Tunus'a, İngilizler-Mısıra, İtalyanlar-Sudan, Musavvo ve Beylül'e, Bulgaristan-Rumeli'yi işgal etmiş, Batılı Devletler işgal ettikleri topraklarda birbirlerine imtiyaz tanımışlardı.
Girit, Kuveyt, Turusina yarımadası, Akoba bölgesi, Fas gibi İslam ülkeleri ve Makedonya ve Trakya II. Meşrutiyetin ilanına gelinceye kadar elden çıkmış ve Osmanlı İmparatorluğu, İslam dünyası, işgaller, ayaklanmalar, isyanlar, içerisinde yüzlerce yıllık İslam ve Türk toprakları, Devletleri, Batılı Devletlerin boyunduruğu altında bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi.
Osmanlı Devletinin ve İslam ülkelerinin bitişin eşiğine geldiği bu dönemlerde, , ileride belki Osmanlı İmparatorluğunu, o şaşalı dönemlerine kavuşturamayacak, İslam Ülkelerinin teker teker birlikteliklerini sağlayamayacak, fakat bir dönem mazlum İslam ve batılı dünya milletlerinin ümidi olmayı;
Anadolu Söğütten 400 çadırlık bir topluluktan başlayan ve cihan hakimiyeti mefkuresine ulaşan serüvenin temel dinamiği olan Türk milletinin bağımsızlığı adına başlatılacak kurtuluş hareketinin temelleri Anadolu’da atılmış
Vatan için, din için, millet için sürdürülen amansız mücadele sonunda işgalciler Anadolu 'dan kovulmuş yerine Türkiye Cumhuriyeti! adı verilen yenİ bir Tüık devleti kurulmuşdu.
Devletin kuruIuşunun üzerinden çok geçmeden, mücadele günlerinde .Milleti düşmana karşı ölümüne cepheye sürükleyen binlerce yıllık değer yargılarının önce ihmal edilmesine, sonra da yıkılmak istenmesine şahit olunuyordu.
Günümüzde olduğu gibi Kıble artık ”BATI”idi. Sadece teknik sahada değil, kültürel sahada da "ilerliyoruz" derken Etimesgut köyüne Hollanda ineği getirmekle kalınmıyor, eğitimin başına da Dr. Köhne, Bayan wilson ve john Dawey gibi Batılılar getiriliyordu.
İlk defa ciddi anlamda ll. Mahmud döneminde gerçekleştirilen "mecburi kültür değişmleri" Genç Türkiye Cumhuriyet'in ilk yıllarında çok daha büyük bir hızla, üstelik itirazı halinde idama varan cezaların verildiği olağanüstü bir ortamda yapılıyordu.
Kılık-kıyafetin kanunla düzenlendiği pek nadir ülkelerden biri olmuştu Türkiye; Millet şaşkındı...
Dün kovulması için canı pahasına savaşılan düşman, o günlerde hukukuyla. giyimiyle, kültürüyle asırlardır yaşadıkları ata diyarı topraklara geri dönmüş kök salıyordu.
Değer yargılarının en büyüğü Islama karşı anlaşılmaz bir sindirme hareketi başlatılmış İslam'ın siyasi ve sosyal hayat üzerindeki etkisi yeni kanuni düzenlemelerle yok edilmiş, dine etki sahası olarak ta vicdanlar gösterilmişti.
Devrim inkılap ve reform adına yapılan bu tür kanun ve uygulama sahası Türkiye'deki Marksistlerin cesaretini artırmıştı
Devlet kurumlarında, özellikle Milli Eğitim Bakanlığın da meydana gelen aşırı sol kadrolaşma ve faaliyetler Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde çöküşe karşı 'Türkçülük" tezini öneren ekibin Cumhuriyet dönemindeki devamını harekete geçirdi, aşırı sol gelişmelere karşı ilk Türkçü tepkiler ortaya çıkmaya başladı.
Dönemin "Milli Şef" lakaplı Cumhurbaşkanı ismet İnönü’nün de Türkçülere karşı hasıma ne tutum takınması, ırkçılık suçlamaları, 3 Mayıs 1944 olayları, tutuklanmalar, yargılanmalar o günlerin çalkantılarını silinmeyen tarihe zaptediyordu.
“Ölümlerden Korkma Meyus Olmaktan Utan.
Bir kere Düşün Nedir seni Dünya da Tutan.
Mefküresinden Başka Bir varlığı Unutan.
Kahramanlar gibi sende Ebedi Kalmalısın..”
Hüseyin Nihal Atsız
Ebedi Kalmak üzere gösterilen asil baş kaldırı Türkçü ve Turancı duruşa karşı"Milli Devlet'in milliyetçileri yargıladığı sayfalar tarihteki yerini almıştı artık.
Devletin adı "milliydi ama, ABD istedi diye çok partili hayata geçen, NATO istedi diye Kore ye asker gönderen, Fransa istedi diye Cezayir';n bağımsızlığı için çarpışan milislere asi lakabını layık gören, Rusya istedi diye oradan kaçan soydaşlarını iade eden bir 'Milli devlet''di, Türkiye!..
Memleket iyi yada da kötü meselelerde, milletin iradesine değil dışarının isteklerine boyun bükülür olmuştu. 'muasır medeniyet seviyesi" ise tutturmak bir yana hayal bile edilemiyordu.
Ekonomik ve teknik sahada, ikinci Dünya Savaşı'nda yerle bir olmuş birçok ülke tekrar büyük bir hızIa atağa kalkarken, Türkiye bu sahada da çok hantal bir görüntü arz ediyordu...
Çok partili hayata geçişle birlikte fikri ve siyasi renklilik artmış, özellikle 60'lı yılların sonuna doğru aşırı sol hareketler eylemci bir karakterle ortaya çıkmışlardı. "Komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir" denmişti ama, Batı kültürünün ürünü olan maddeci ideolojilerin tümü gibi komünizmin de yeşerebileceği iklim, (Cumhuriyetin başlangıcından itibaren yapılan köklü değişiklikler sayesinde) vardı.
Türkiye'de. Maneviyata karşı resmen savaş açılmış bir ülkede maddeyi temel alan, batı kaynaklı "izm”lerin türernesi sürpriz değil tabii bir sonuçtu.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne girmesiyle siyasi partiler sahasında aksiyon olarak başlayan Milliyetçi mücadele, daha sonra Milliyetçi Hareket Partisi'nin 9 Şubat 1969 tarihinde kuruluşuyla tüm Türkiye sathına yayılarak sürdürülüyordu
Beyinler ürperir ya Rap! Ne korkunç ihtilal olmuş
Ne din kalmış ne iman! Din harap İman türap olmuş
Mefahir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lal
Bu izmihlali ahlak yürürken, durmaz İstiklal...
M. Akif ERSOY
Yeniden Bir İstiklal Mücadelesini Gerektiren Böylesi Şafağın habercisi Karanlık Bir Zemin de;
Üniversite gençliği içinde de ülkenin sosyal ve siyasi tablosunu Türk milletine yakıştıramayan, maddeye dayalı devlet düzeninin reddeden dinamik bir ülkücü nesil teşkilatlanıyordu.
Fakültelerde ayrı ayrı kurulan ülkücü dernekler, Ülkü Ocakları adı altında federasyonlaşarak 70'1i yıllara damgalarını vuruyorlardı.
Yaklaşık iki asırdır süren özden kopuş ve batı taklitçiliğine karşı islami değerleri ve öz kültürünü savunarak muhalefet edenler daha önce yok değildi. Ama bunlar ya ferdi mahalli faaliyetlerle ortaya çıkıyorlar, ya da fedakarlık konusunda çok ileri gidemiyorladı, buğz yöntemiyle yetiniyorlardı.
Ülkücü Hareket ise inançları uğrunda bütün fertleriyle ölümü göze alan ve tüm yurt sathma yayılmış ilk ve tek organize hareketti. Batı kültürüne ve inanç sistemine karşı çıkan gruplar arasında Ülkücü Hareketin metod haricindeki en önemli farkı buydu: Ölümüne kadar mücadele...
Elbette ki bu sert ve asil karakterin sahibi büyük başın ağrısı da büyük olacaktı!
70 'Ii yıllar sosyal açıdan Cumhuriyet Tarihi'nin en hareketli yıllarıydı. Bütün dünyada sol terör tırmanırken, bundan en çok etkilenen ülkeerden birisi de Türkiye'ydi.
Sovyet yayılmacılığının ilk hedefleri arasında yer alan Türkiye bu talihsiz konumu dolayısıyla nice yıllarını ve nice vatan evladını yitireceti.
Yıllardır Anadolu'da estirilen ekonomik, siyasi ve sosyal içerikli Batı kültürü ürünlerine bir yenisi daha eklenmişti. Komünist terör...
İlginçtir, imana karşı savaş açmış komünist çeteler, Türkiye'de maneviyat adına ortaya çıkmış diğer grupları değil de Ülkücü Hareketi hedef seçmişlerdi. Yıllar boyu sürecek mücadelenin maneviyat cephesini ( Bazı küçük istisnalar hariç) sadece ve sadece ülkücüler oluşturuyordu. Çünkü imana saldırılar karşısında karşı koyan, boyun bükmeyen, yaklaşan tehlikeyi önceden sezebilen bir tek ülkücüler vardı...
Bu önemli farkın bedeli ağır olsa da "ikinci Kuvay-ı Milliye Ruhu" tüm hareketi kaplamıştı. Bu mukaddes mücadelede ölümün şehitlik olduğuna inanıyordu ülkücüler. "yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz" (Bakara Suresi, 154. Ayet)
Kızıl namluların karşısında göğüs gerenlerin parolasıydı artık. Kur'an- Kerim'de belirtilen "güzel ticaret "e talipti ülkücüler. Canlarıyla cenneti satın alıp, Peygamberlere, Sıddıklarla yan yana olmayı arzuluyorlardı.
Ünlü Türk-islam düşünürü Mevlana Celaleddin-i Rumi ölüme gitmeyi "Gül bahçesine girmeye" benzetirken, Milli istiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’da şehitlerin defnedildiği yeri mezara değil, "Peygamber kucağı"na benzetmiştir. Anlaşılacağa üzere şehadet, milletimizin aynı zamanda kültürünün de bir parçası olmuştu.
4 Ocak 1968... Ülkücü Hareket ilk şehidini verdi: Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran Ramazan ayında iftardan sonra şehit edildi. 23 Mart 1970'de, Ankara Beşevler'de Süleyman Özmen, 8 Haziran 1970'de ciğererine komünistlerce hava pompalanan ve cebinden 5 kuruş okul haçlığı çıkan Dursun Önkuzu ilk şehidIer...
Kervan yüz birinciye kadar tek tek uzuyor. Yüz bire geldiğinde aynı gün iki şehit var! Anka¬ra 'da Ekrem Tar, İstanbul'da Zeki Bük... Artık günde iki şehid verilen günler sırada...
Sırasının tespit edilebildiği son şehid istanbul'da Ekrem Baykay. Onun şehadet sırası 156... Daha sonra sırası tespit edilmese de toplam rakamları binlerle ifade edilen bir şehidler ordusu "Peygamber kucağına sarılacaktı. içinde yaşanılan şart/ar ülkücü edebiyata da yansımıştı.
“ Bir leyle-i kadirde düşen din için yere
Şu matemli kalbimden o ülkücü şehide
Senin baş ucunda taş, bizim gözümüzde yaş
Neden ağlayayım, ölmedin ki ülküdaş..."
Mısraları o dönemde ülkücülerdeki ruh halinin tipik bir ifadesi...idi
Milliyetçi Hareket Partisi her seçimde oylarını arttırarak, iktidar yürüyüşünü hızlandırırken, Ülkü Ocakları da yurdun dört bir yanına yayılıyordu.
Bu durum ise ülkücülerin vatan hainleri ve bölücülerin gözünde "yıkılması gereken bir engel" olma özelliğini daha da pekiştiriyordu.
"Komünizme, faşizme, kapitalizme ve her türlü emperyalizme hayır denirken Türk milletinin kurtuluş yolunun;
Turk Milleti'nin yüzlerce yıllık değer yargılarına uygun formüller de aranması gerektiğini ifade ediyorlardı. Ama çareyi ithal ideolojilerde arayanlar boş durmuyorlardı
Sovyet tehdidi sürerken, yerli işbirlikçilerde ülkenin bütün kurumlarında, okullarında, sokaklarında, ihanet, operosyanlarını, gerçekleştiriyorlardı, hakim oldukları yerleri de “kurtarılmış bölgeler” ilan etmişlerdi. Devlet adeta sindirilmişti.
Kapitalizme, Faşizme, Komunizme ve her türlü Emperyalizme karşı son nefes son nefer kalıncaya kadar mücadele etmeye and içen ülkücüler hem iktidar olmak için halkın desteğini arıyorlar, hem de düzen ve komünist çetelerle olan amansız kavgalarını sürdürüyorlardı.
Ortaokul öğrencisinden belediye başkanına, işçisinden öğretmenine, imamından, üniversitelisine kadar geniş bir kesim vatanı uğruna şehit düşerken, Ülkü Ocakları da "meşru müdafaa" haklarını", kullanıyorlardı.
İslam düşmanlarınca yapılan saldırıların hemen hepsi ülkücülere hedef alırken, Müslümanlığı kimseye bırakmayan bazı grupların hiç sesi bile çıkmıyordu. Salon ve misafir odalarında Mücahitlik yapıyorlardı.
Olaylar sağ sol çatışması gibi tevil edilerek, sorumluluğa girmekten kaçılıyordu... Maneviyat adına yürütülen saldırıların bütün cephelerinde ülkücüler yalnızdı.
Bütün bu şartlara rağmen ülkücüler yok edilemediler. Türklerde İslam öncesi ve sonrası hakim olan "Aleme nizam verme" ülküsü, 20. yüzyılın son çeyreğinde ülkücülerin şahsında yeniden canlanmıştı.
Türk İslam medeniyetinin yeniden ihyası için canını feda eden insanlar vardı artık. Türk Milleti topraklarının dışında kalan ve unutturulmaya çalışılan soydaşının varlığından ancak ülkücülerin çabaları sonucunda haberdar olacaktı.
Sovyet yayılmacılığının Türkiye için ne denli bir ciddi tehlike olduğunu yıllarca savunan ülkücülerin bu görüşünü ciddiye almayanlar, Sovyetlerin Afganistan'ı işgalinden sonra ancak bu gerçeği kabul edebilmişlerdi.
Ve ülkücülerin savunduğu tezlerin tamamının gerçek olduğu zamanla ortaya çıkacaktı. işte Güney Doğu Anadolu meselesi... işte kapitalizmin Türkiye'de yolaçtığı felaket..
Ülkücü görüş, maddeye dayalı bütün “ideolojileri” ve batı kaynaklı “izzimleri reddetmiş, kapitalizm ve komünizmi aynı kefeye koyarak sadece isimlerini "kara" ve "kızıl" diye ayırmıştı.
Kurtuluş recetesi "milli bünyedeydi. Türk milletini Allah(cc) adına binlerce yıl dünya’ya hükmettiren ruh iktidar olmalıydı. Yeniden dirilişin, formülleri dışarıda değil, Türk insanında aranmalıydı...
Türkiye, ebedi batıya "kuyrukluk gibi bir zillete talip olmamalı, bu milli şahsiyeti ezici tutum yerine tarihi misyonuna uygun bir şekilde tüm Türk ve İslam dünyasına liderlik etmeliydi...
Ülkücüler 12 Eylül 1980'den önce bir yandan komünizme karşı bir iman mücadelesi ortaya koyarken, diğer yandan da Türkiye Cumhuriyeti'ne yukarıda sıraladığımız tarihi hasletlerini iktidar yapma mücadelesini veriyorlardı.
80'li yılların eşiğinde Türkiye'de büyük kavga devam ediyordu. Ya ülkücüler iktidar olacıkti, ya da Türk milletinin kendi "öz yurdunda garip, öz vatanında parya "lığı sürecekti...
72 Mart döneminden sonra Necip Fazı! Kisakürek, komünistlerin eylemlerini tahlil ederken "bu insanlar küfür için ölüyorlar" diyor¬du ve hemen soruyordu; "iman için ölecekler neden yok? inananlar için ölmeyi kafirler kadar damı göze alamazlar?"
Necip Fazılın tercüman olduğu duygular ancak ülkücüler vasıtasıyla gerçekleşmiş,
Vermiş oldukları mücadeleyle ülkücüler rüştlerini ispatlamışlardı. işte bu sebeple ülkücüler; dün olduğu gibi bugün ve yarın da Türk milletinin, tarihi misyonunu yeniden yüklenmesi yolundaki en büyük devlet ve millet teminatı olduklarını candan,maldan,menfaatten,koltuktan vaz geçerek ortaya koymuşlardı.
Ve Tarihte Türk Milletinin ve İslam aleminin zor ve buhranlı,sıkıntılı dönemlerinde tezahür etmiş dava ve gaza adamlarına ve onların mücadelelerine yakışmaya ve onlarla birlikte ebediyette haşrolmaya çalışan;
Bedir de Efendimizin emri ; “Kalkın ve batıl ile savaşın. Onlar Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar." Doğrultusunda Allah’ın Arslanlar’ı Hamza, Ali ve Ubeyde hazretlerine yaren olmak isteyen Kılıçkıran , Önkuzu gibi binler olup destanlaşan.!
Uhud’da Okçular tepesinde Abdullah b. Cübeyr olup, asla terketmeyip,vazgeçmeyip , ganimet peşine düşmeyip, düşenlerden önce bedel ödesekte ,okçular tepesini terketmeyen.!
Orta çağ karanlığında kalanlara hala güneşi.! Romaya inen Atilla’nın kırbaşı! Avrupa’yı tir tir titreten Hunlar’ın kılıcı.! mazlum milletlere ümit olup zalimlere inen Osmanlının tokatı , olup hainlerin suratında patlayan.!
Çin Sarayını basan kürşad, Orhun anıtlarında Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan, Anadolu kapısında Alparslan, içerisinde Kılıçarslan, Söğütünde Osman Gazi, Bizans kapısında Fatih Sultan, burçlarında Ulubatlı Hasan, Viyana önlerinde sultan Süleyman, 1881 de Mustafa Kemal, 1917 de Alparslan Türkeş, 1948 yılında Devlet Bahçeli, 1968 de Kılıçkıran, 1970 de Önkuzu olup serdengeçtilerin mücadelesini,
Aynı devrin, toprağın, kültür ve inancın neslini birbirine düşüren, kanla revan bir mücadelenin içerisine sürükleyip kara eylül ihtilali ile nihayetlendirip , içlerinde inanç ve ideal abidesi Ülkücülerin Şehadeti ile ÖLÜMSÜZLEŞEN,bir Milli destanın ötelendiği gün olara siyasi tarihimize geçen 12 Eylül ihtilali ile sekteye uğratılan
Bizim çocuklar başardı lafsıyla, Türk Milletinin İstiklal ve İstikbaline ipotek koymaya çalışan emperyalistlerin bu necip millete nedenli nüfs edebildiğinin ,acziyet,basiretsizlik,ihanet ve uşaklığın oranında sembolü olarak vatan hainleri ile vatan perverleri aynı mahkemelerde yargılayıp, aynı cezayı reva görüp aynı dar ağacında sallandıran ihtilal dönemi ve sonrası zihniyetin kıyımına uğramış ve maalesef ki;
Gün gelmiş, devletinin ve milletinin Kızıl ve Amerikan emperyalizmine karşı peşkeş çekilmesi karşısında Ölmüşüz,Öldürülmüşüz,Öldürmüşüz anlaşılamamışız.!
Gün gelmiş, Vatan ve millet sevdalısı olarak, vatan hainleri ile birlikte aynı hücrelerde hapsedilmiş, aynı darağacında ipe çekilmiş asılmışız algılanamamışız.!
Gün gelmiş önkuzunun cebindeki beş kuruşun hesapsızlığı ile, celladından helallik isteyen esendağın ve yine ben şehit olacağım devletin beytül malına ait idam gömleği giymem diyen Duracığın helallikleri, Devletinin ve Milletinin beytül malına göz dikmemiş, har vurup harman savurmamış, talanla dolanla,hırsızlık ve yolsuzlukla ganimet avcısı olmamış helal bir hareketi ne Devlet nede maalesef ki Millet anlamamış.!
Yinede küsmemiş, yinede sevdasından ve kavgasından, ,inanç ve ideallerinden vaz geçmemiş, aç kalmış,işsiz kalmış,hakir ve hor görülmüş,sahipsizliğe sürüklenmiş ama yinede ne davasını ne satmış,nede Devletini ve Milletini arkadan hançerlemiş olan,Ülkü erleri, yine yeniden ;
Belki de bana Bekada lazım Milletvekilliği de, bana beka da lazım Belediye başkanlığı da diyen, haketmeyenlerin hikayesi olma ve yine onların nalıncı keserliğine sabretmek zorunda kalsa da,
Ben varsam dava var ben yoksam, sonrası tufan deyip kaleyi erken terkedenlerin, terkedişine maruz kalsa da,
Yolcu olduğu için yolda açıkan, hana uğrayıp, karnını ve cebini doyuran, rıskı ve iaşesi kesilince hanı terkedip, başka hanlara yelken açanların hunharca ihanetine uğrasa da,
Devletinin ve Milletinin bölünmeye ve kuşatılmaya çalışıldığı, Anadolu jeopolitiğinin yeni bir haçlı saldırısı ile karşı karşıya kaldığı, tarihte onlarca haçlı saldırısı ile elde edemedikleri güzel vatanımızı bir gecede Suriye, Irak, Mısır, Libya yaparak
Amerikan emperyalizmine ve siyonizim emellerine ülkemizi altın tepside sunmak isteyen dahili ve harici ihanet sarmalı karşısında
Adı DEVLET.! Soy adı MİLLET olan ve ömürünü bu değerlere vakfetmiş , liderlerinin emrinde ve izinde; İnadına Vatan! İnadına Devlet! İnadına Millet.! diyerek, önce Ülkem, sonra Milletim, sonra Partim ve ben sözü ve sevdası ile,
Milliyetçi, Ülkücü hareketin kuruluş ve mücadele esasları doğrultusunda, aynen dün olduğu gibi,
Ben bir ırak olmuş ülkenin Cumhurbaşkanlığını istemeyerek, ben bir Suriye olmuş ülkenin Başbakanlığını elinin tersi ile iterek, ben bir mısır olmuş ülkenin meclis başkanlığını hesabına katmayarak, ben bir Libya olmuş ülkenin milletvekilliğini, belediye başkanlığını düşünmeyerek,
Yeter ki Devletim ve Milletim ebedi var ve bağımsız olsun diyerek Devletinin ve Milletinin yanında, arkasında her anında onurlu, omurgalı ve elif gibi duruşu ile,milletinin maşeri vicdanına ve eşsiz yüreğine altın mührünü hamdolsun yine yeniden 15 Temmuz ve sonrasında vurmuş ve bu günlere getirmiştir.!
Onlarca yıl dönemin iktidarını okyanus ötesindeki paralel ihanete karşı uyararak uyandıran, yine onlarca yıl açılım safsatası hülyasına ve rüyasına dalanları etnik terör ihanetinin farkına vardıran,
Etnik ve Paralel terörün Ülkeyi, Milleti ve Devleti idare edenleri tamda arkadan hançerleyecekken, Yıkılmamış ve ele geçirilememiş tek kale olan MHP yi alamadan kimse bu ülkeyi ve milleti ve millet iradesi ile iktidara gelen kişileri dize çökertemez diyerek ve bunu da kişilerin boyuna bosuna hayran, fikrine ve zihniyetine matuf olduğu için değil ülke ve millet için yapan.!
Dün sınır ötemizde askerimizin kafasına çuval geçirilirken, ata yadigarı süleyman şah türbemizi taşımak zorunda bırakılırken, bize kök söktürmeye çalışan terörize devlet ve örgütlere bu gün sınır ötesinde kök söktüren, ve insiyetifi eline almak üzere olan kararlı ve omurgalı bir milli devlet noktasına ülkemizi getiren.!
Dün ülkeyi habur ve oslo ihanet kıskacından kurtarıp, bu gün terrörün ve teröristin her nevisini, Meclisteki, Belediye Başkanlıklarında ki, eş başkan müsvetteleri etekli ve kravatlı teröristlerden arındırarak devleti fabrika ayarlarına geri yüklenmesini sağlayan.!
Parlementer sistem uhdesinde, demokrasi ve insan hakları havarilerinin havlamaları eşliğinde uygulanmaya çalışılan açılım politikası ile 2014 yerel ve 2015 genel seçimler aracılığı ile ülkemizden koparmaya çalıştıkları doğu ve Güneydoğu bölgemizi sandıkta bölmeyi başarıp, demografik ve çoğrafik açıdan da bölünmesine ramak kalmışken,
Yollara barikat kurup kimlik soranları, hendekler ile güvenlik güçlerimize karşı pusu kuranları, askerimizi, polisimizi ulu orta şehid edip elini kolunu sallayarak kandile gidenleri, şehir ve dağ mahkemelerine vatandaşlarımızı mahküm ve mecbur bırakanları,
Liderimiz öcalanın asılmasını dilerken, onun üstüne gülüp sen bizim çeketimizi bile asamassın diyenleri velhasıl bunlara hamilik yapan dahili ve harici etekli ve kıravatlı teröristleri ya mezara yada ceza evine yollayan.!
Dün Saddamı, Kaddafiyi, kendi halkına katlettirip, onların dönemi huzur ve güvenine hasret bırakanlara, ve yine dün Taliban ve Ladin üzerinden, Afganistan’a, Pakistan’a, Suudi Arabistan ve Kuveyt’e çöreklenenlere karşı,
Yine Mısır halkına Mursi’yi sahipsiz bıraktırıp dize çökertenlere karşı, ülkemizi de dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan üzerinden Türk Milletini dize çökertmek ve Anadolu’ya yine yeniden hakim olmak üzere yapılan saldırılara karşı dur diyen.!
Şahsi ve siyasi nefis yapmadan, kendisini ve değerlerini sorgulayanların düştüğü durumu siyasi ve intikam fırsatına dönüştürmeden, dün hakir gördükleri değerler ve kişilerin insafı ve inisiyatifi ile buluşturan.!
Kimi evladının, kimi kazandığı paraların, kimi koltukların derdine kimi havada, kimi tünelde, kimi makamda kimi gizli saklı evlerde can havli ile kendi derdine düşmüşken,
Partisine geri dönüp, bütün ışıkları yakıp, "En kötü demokrasi en iyi askeri idareden daha evladır." cennet mekan başbuğumuzun sözü ile Ülkücüleri İstiklal ve İstikbal mücadelesine davet eden ve o günden bugüne mücadelenin ve direnişin adını BEKA, koyan ve bunu Cumhur İttifakı ile taçlandıran,
Ülkemizi ve Milletimizi düşmüş olduğu dar boğazdan, bölünmenin ve kuşatılmanın eşiğinden velhasıl yönetenleri de ihanet sarmalı ipinden alan Ülkücü hareketi ve Bilge Liderimiz Devlet BAHÇELİ beyefendiyi iktidarı ve muhalefeti ile anlamakta ve algılamakta güçlük çekenlere
“Dünden bugüne KURULUŞTAN.! KURTULUŞA.! ÜLKÜCÜ HAREKET’in “ 50.yılında anlayabilmelerini sağlamak, yediden yetmişe bütün ülkücülerin bu gün içinde bulunduğumuz durumun muhasebesini sağlıklı bir şekilde yapabilmesi ve sağa sola savrulmaması için
Dünden bu güne ülkücü hareketin mücadele temelleri ve sürecini dayandığı tarihi misyon ve sorumluluğu özetle ortaya koymaya çalıştık ki! Ülkücü Hareketin bu günki tarihi ve istikbali duruşunun, onuru ve gururu yaşanabilsin.
Diğer taraftan makalemizin bu kısmında bu onurlu ve milli duruşun, Millet nezdinde hak ettiği karşılığı ve teveccühü alabilip, İstiklali ve İstikbali noktada varlığını devam ettirip,
Ükücülerin yerel ve genel siyasette iktir özlemini giderebilmesini sağlayacak tavsiye ve önerilerimizi ifade etmek istiyorum.!
Ebedi kalmak isteyen Ülkücüler olarak bizleri, mahkum, mahcup ve mecbur bırakmak için bölmek ve yok etmek isteyenler,
Unutmayınız ki “Ülkücüler...! Sistemin Tarihe Düştüğü Bir Anekdot Değil… Tarihe Yön ve Ruh Veren Bir Dipnottur..!”
Şayet siz hala daha dünden bu güne ülkücü hareketin devlete kayıtsız ve şartsız bağlılığını, taasubiyete dönüştürüp suistimal ederek hareketi asli menbasından ve mecrasından uzaklaştırmayı başararak kullanan ulusal ve uluslararası zinde ve dinamik güçlerin birer projesi olarak zehir ve panzehir niteliğinde birer farmakolojik üretim iseniz sizlere karşı biz Ülkücüler olarak var olacağız.!!
Ülkücüler ne milliyetçiliği, Atatürk Milliyetçiliği ile özdeşleştiren, ne laikliği din ve devlet karmaşasına sürükleyen, ne Kemalizmi, Atatürkçülüğü, Ulusalcılığı, Faşizmi, bir ideoloji olarak benimseyen insanlar olmayıp,
Sorgulamaktan, yargılamaktan, korktuğunuz, çekindiğiniz bu mefhumların ışığında iseniz biz ülkücüler sizlerin karşısında da var olacağız.!
Kuruluşundan, günümüze kadar Türkçü ve İslamcı fikri temeller etrafında mutlak bir varlık ve birlik ortaya koyamayan Ülkücü Dünya Görüşünü Sosyal ve ictimai bir yaşantıda birliğe ve davranışa dönüştüre bilecek TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜNÜ
Ülkücünün anayasası niteliğinde dilde,işde ve fikirde bir birliğe dönüştürmek artık ülkücülerin amentüsü olup bunu sağlamaya çalışarak var olmalıyız.!
Biyolojik meteryalizimden, kan ve soy ırkçılığına dayalı laboratuar sentezlerinden uzak, millete rağmen milliyetçilik safsatası ve garabetinden uzak Ülkücü Türk Milliyetçiliği Davası ile
Milleti Yaşatki Devlet Yaşasın ecdad felsefesi ile , bir devletin milletini inanç ve değerleri, kültür ve hasletleri ile temsil ederek var olmalıyız.!
Bir Devletin Bünyesindeki herkesimden insanının derdi ile dertlenip, insanlarını hür ve bağımsız yaşata bilip, mutlu ve müreffeh kılabildiği müddetçe ancak yaşayabileceği gerçeği ışığında bir Devletçi anlayış ile
Dini, milliyeti, mezhebi, züriyeti belli olmayan, bukelamuna bile gerektiği dönemlerde taş çıkaran mevcut sistemin;
Bölerek, ötekileştirerek, ayrıştırarak yönettiği, yönlendirdiği Müslüman Türk Milletinin bu kıskaçtan kurtuluşunu sağlamak birlik ve dirliğine vesile olmak üzere, mevcut sistemi bertaraf etmek üzere Milli doktrinimizi bir milli sistem gerçeğine dönüştürüp milletle buluşturarak var olabiliriz.!
Bizleri ihtiyacı oranında yükseltip, ihtiyaç bitiminde küçülten, tehlike altında iken bağışıklık sistemi ehemmiyeti yükleyip, hazım problemi yaşadığında safra olarak kusan,
Bağımlılık ahvalinde bayrak direği olarak anıldığımız, bağımsızlık halimizde darağacında sallandırıldığımız bu statükocu düzene ve sisteme karşı mücadelemizi devam ettirip,
Yüzümüzü Millete dönerek, milletle özdeşleşip, millet ile bütünleşmek üzere bir fikri ve zihni birlikteliği millete sirayet ettirebilecek, 21 yüzyılın öncelikli ihtiyaçlarını karşılayabilip, promlemlerine milli çözüm yolları suna bilecek Ülkücü dünya görüşünü millete anlatabildiğimiz müddetçe de var olabiliriz.!
Türkü, Kürdü, lazı, çerkezi, alevisi ,sünnisi toplumun kesimlerinin meselesini kendi meselemiz olarak benimseyip, problemlerine; Herkesimi mutlu ve müreffeh kılacak alternatif ,çözüm yollarını bulmaya, üretmeye,geliştirmeye ve millet vicdanında ve yüreğinde ülkücüler olarak sorumluluk üstlenerek bir birlik ve beraberliği biz ülkücüler olarak sağlayabildiğimiz müddetçe de var ve iktidar olabiliriz.!
21 .yüzyıl bilgi çağının gerekleri ,ihtiyaçları,öncelik ve gerçekleri ışığında Ülkücü Hareketin ideolojisi, vizyonu ve misyonu ile yeniden ;
Teoriden ,pratiğe bütün fikri ve idari yapılanması ile tanımlanması, uyarlanması ve asrın zaruriyetlerine göre ülkeyi yönetebilmek, dünyaya sırayet edebilmek için yeniden revize ve dızayn edilmesini sağlayabildiğimiz takdirde iktidar olabiliriz.!
Türk Siyasi Tarihinde bir ilki başarmak için, temsilde adaleti ve yönetimde ise istikrarı sağlamak üzere ;
Partide delegasyon sistemini ortadan kaldırıp, parti üyeliğini delege sayısı ile sınırlandırmayıp, partiye üye olan yüz binlerin, milyonların oyları ile temiz vicdanlarının süzgecinden geçerek seçilen, ilçe başkanları, il başkanları, belediye başkanları, milletvekilleri ile mücadeleyi bütün tabanın gönlüne ve vicdanına taşımayabildiğimiz, yayabildiğimiz takdirde biz iktidar olabiliriz.!
Ülkü ocaklarını rehabilite edip, asli mecrasında süratle konumlandırıp, ileride ülke ve dünya yönetiminde liyakat ve ehliyet ile söz sahibi olacak alternatif sistemimizin kadrolarını
Toplulumumuzun herkesimden her müessesinde ihtiyacını sağlayabilecek, fayda üretebilecek kalifiye insan ve beyin gücünü yetiştirebilecek bir akademik eğitim kurumuna dönüştürülmesi
Dışarıda kalan gençliğin ise parti bünyesi ve sivil toplum kuruluşları nezdinde gençlik merkezlerine yönlendirilmesini sağlayarak bu gün savunmak,kollamak,korumak zorunda kaldığımız Devletimizin ve Milletimizin yönetiminde hep var olabiliriz.!
Bir eli ilimde, fende, teknikte, bir eli Kur’anda sünnette olabilen, bir ayağı mazisinde, bir ayağı istikbalde olan, okuyan, tartışan, düşünen, sorgulayan, neye niçin inanması gerektiğini araştıran,
Gaza ve cihad şuuru ile donanmış,İman ile yoğrulmuş ,inançlı ve idealist ,bilgiye hakim bir gençliğin, Sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal ifadesi olabilecek; Ülkücü Türk Milliyetçilerini yetiştirip geleceğe taşıyacak ve Dünya var oldukça Ülkücüler de olacak bir muktedirliğe ulaşabiliriz.!
Yaşadığı gibi inanamaya konumlandırılmış, konuşlandırılmış bir ülkücüyü; İnandığı gibi yaşamasını sağlayarak, sarsılmayan yüreklerinde, temiz kalmış vicdanlarında bir tufana, fırtınaya sebep olacak mücadelesi ile:
Ülkücüler tarih sahnesinde ki hak ettikleri yeri ve mevziyi alarak Ülkemizde İktidarı dünyamızda ise muktedirliği başarması bu istiklal ve İstikbal mücadelesi ile mümkün olup
Ölümlerden korkma meyus olmaktan utan,
Birkere düşün nedir seni dünyada tutan
Mefküresinden başka bir varlığı unutan
Kahramanlar gibi sende ebedi kalmalısın.! Atsız.
ALLAH Türk’e Yar olduğu müddetçe de hep var olup Lider Ülke Tam Bağımsız Türkiye idealimizi liderimiz ve milletimizle birlikte inşallah Başaracağız.!
Bu vesile ile dünden bugüne kuruluştan, kurtuluşa Ülkücü hareketin, binlerce yıllık devlet ve millet olabilme geleneği ışığında Türk siyasi hayatının şahikası olarak tarih sahnesinde yerini alan MHP’nin 50. Kuruluş yıldönümünün;
Ülkemize, Milletimize ve Ülkücü hareketimize hayır ve başarılar getirmesini, nice 5O yıllık hizmet ve başarılara vesile olmasını Cenab-ı ALLAH’tan niyaz ediyorum.
Selam saygı dua…