KUTSAL VE KUTSALLIK ÜZERİNE

Geçenlerde bir emekli öğretmen dostum kafasına bir takke takan, eline bir tespih alan, ayağına bir şalvar takan kendini kutsal ve kutsanmış kabul ediyor. Lütfen kutsal olan nedir, bunun üzerine bir yazı istirham ediyorum dedi. Ben de olur dedim. Yazımızın amacı kutsal olanla kutsal olmayanı ayırt etmek olacaktır.

04. Mart 2017 tarihinde Kur’an Araştırmaları Merkezi (KURAMER) “İslam Düşünce ve Geleneğinde Kutsiyet, Velayet ve Keramet” konulu bir bilgi şöleni düzenlemişti. Bu bilgi şöleni metinleri aynı merkez tarafından 2017 tarihinde kitap olarak yayınlandı. Ben de yazıma İlahiyat Fakültesi’nde görevli bilim insanlarının sundukları bildirilerden alıntılar yapacağım.

Kutsal sözü Türkçe sözlükte: Güçlü bir dinî saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kutsi, mukaddes.

Sıfat olarak: Tapınılacak veya yolunda can verilecek derecede sevilen, kutsi, mukaddes, lahut.

Felsefede: Tanrı'ya adanmış olan, tanrısal olan.

Kutsal, kutsallık, kudsi, kutsallaştırmak, kutsamak hep aynı kökten gelmektedir.

“Kur’an’da “kuds” kökünden türeyen on ayet vardır. İki ayette “el-Kuddüs” ismi Yüce Allah’a izafe edilmiştir. “El-Kuddüs” yani “et- tahir” temiz demektir. Cebral, Ruhul Kudüs”tür, çünkü o Allah’tan temiz olanı, yani, nefislerimizi temizleyen Kur’an’ı, hikmeti ve ilahi feyzi indirmektedir.

Kutsallık atfettikleri pek çok şeyden dolayı geçmiş din mensuplarını eleştirten Kur’an ayetleri dikkate alınınca ki bu ayetler, (Tevbe 30, Saffat 148-155,158, Zümer 3, Fussilat 37) İslam’ın kutsallık mefhumunun merkezinde Yüce Allah’ın bulunduğu anlaşılmaktadır.

Yine başta Üzeyir ve Hz.İsa olmak üzere din büyüklerini kutsallaştıran Yahudi ve Hıristiyanları şiddetle kınayan Kur’an ayetlerinde:

“Yahudiler "Üzeyir Allah’ın oğludur" dediler, Hristiyanlar da "Mesîh (Îsâ) Allah’ın oğludur" dediler. Bunlar, daha önceki inkârcıların söylediklerine benzer biçimde ağızlarından çıkan sözlerdir. Allah onları kahretsin! (Gerçeklerden) nasıl da yüz çeviriyorlar!”

“Allah’ı bırakıp da din âlimlerini, rahiplerini, özellikle Meryem oğlu Mesîh’i rab edindiler. Oysa tek bir Tanrı’ya kulluk etmekle emir olunmuşlardı. O’ndan başka Tanrı yoktur; O yüceler yücesidir, onların yakıştırdıkları eş ve ortaklardan bütünüyle uzaktır.” Tevbe 30-31 ayetlerden hareketle, aşkın ve insanüstü bir varlık olmayan Tanrı Elçilerinin de kutsal kavramı içinde değerlendirilemeyeceği anlaşılır. (Prof. Dr. İsmail Hakkı Önal, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. “İslam Düşünce ve Geleneğinde Kutsiyet, Velayet ve Keramet, s,19-21).

Yine “Kur’an’da kutsiyetle irtibatlı bir başka kavram “brk” kökünden türeyen ve hayır içermek anlamına gelen “mübarek” tabiridir. Her türlü hayrın kaynağı olması bakımından Allah’ın yüce ve mukaddes bir varlık olduğu “tebareke” fiili ile de ifade edilir ki aslında bu kelime “tekaddese” demektir. Mübarek olmak Hz. İsa’nın, Kur’an’ın, Kâbe’nin ve Kadir gecesinin sıfatı olarak da kullanılır. Hadislerde de kutsiyet Allah’a, isim ve sıfatlarına nispet edilmiş ve Kur’an’daki kullanımlara benzer şekilde bilgilere yer verilmiştir. Ayetlerden verilen bu bilgiler dikkatle incelendiği takdirde yegâne kutsal varlığın Allah Teâlâ olduğu anlaşılır. Dini metinlerde peygamberler de dâhil olmak üzere Cibril dışında hiçbir bilinçli varlık hakkında kutsal niteliği kullanılmamıştır. (Prof. Dr. Yusuf Şevki Yavuz, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, KURAMER, İslam Düşünce ve Geleneğinde Kutsiyet, Velayet ve Keramet, s, 114-115).

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhami Güler de bu konuda şu görüşleri bildirisinde ileri sürer:

Kutsal olan (Kuddüs) Allah’tır. Geri kalan her şey, örneğin Hac ibadetlerinde ibadet mekânı (Kâbe ve Mescid-i Haram, Safa-Merve-Arafat) ve ibadet menasiki olan Kurban kesme ve Tavaf ve Say, ruhu-secde Tanrılığın birer hiyerofanisi (inkarnayonu-temasil) olarak tecessüs etmiş kutsallıklar değildir. Mesel, Kıssa, mit, Teşbih ve Şeair/ (İslâm’a sembol olmuş iş ve ibadetler) dini hakikati anlatmanın ve ifade etmenin bazı araçlarıdır. Kâbe başta olmak üzere menasiklerin/ibadet edilen mekânların ve ifasında kurbanların etleri ve kanları “kutsal” parçalar olarak ulûhiyetle/ilahlıkla ilişkilenmezler. Kurban kesme eylemi dâhil, namaz, oruç menasikleri daima “takva”yı ifade ederler (Hac suresi, 30-37). Oysa müşriklikte; putlar, Kâbe, Kurbanlık hayvanlar; Hristiyanlıkta Hz. İsa, mistisizmde mistik kişi, Sünnilik’te de “Kelam-ı Kadim” teorisi ve Kur’an ve Kâbe kutsallaştırılmıştır (Hiyerofani- İncarnation): Temasil- Evsan- Esam’a/ Putlara, tapılan heykeller yaklaşmışlardır. İnsanlar ( Hz. İsa ve Hz. Muhammed, Şiilik’te imamlar, tasavvufta veliler dâhil) mekânlar (Kâbe dâhil) mekânlar ve nesneler (Kur’an dâhil) mahlûktur/yaratılmıştır, madde ve cisimdir. Kutsal değildirler; teslimiyet ve amellerinden dolayı saygıya layıktırlar…. Fetullah, Nasrullah, Cündullah, Hizbullah, Rabbaniyyun- Rıbbiyyün… gibi nitelemeler, ancak Allah’ın kendisinin yapabileceği izafetlerdir/ nispet etmektir. Abbasiler döneminde bunlara benzer olarak yapılan Mütemidbillah, Muizlidinillah, Adudullah, Zıllullah, Kaimbiemrillah… (Er-Rıza, min Al-i Muhammed) gibi izafetlerin İlahi otoriteyi suiistimal olduğu gayet açıktır. Bugün de, Ortadoğu’da kendini Allah’a (Hizbullah), Hz. Muhammed’e, İslam’a ve Şeriata nispet eden yüzlerce oluşum, insanları “Allah ile aldatmakta” veya ilahi otoriteyi korkunç şekillerde istismar etmektedirler.” (İslam Düşünce ve Geleneğinde Kutsiyet, Velayet ve Keramet)

“Yahudilerin kitabı Tevrat’ta kutsallıklarından bahsedilen tanımlamalar şöyledir: kutsal gün, kutsal toprak, kutsal toplantı, kutsal konut, kutsal giysi ve giysiler, kutsal bağış, kutsal taç, kutsal sunu, kutsal sunak, kutsal çadır, kutsal mesih yağı, kutsal ayak, kutsal keten mintan, kutsal yiyecek, kutsal yıl, kutsal hayvan. Yine kutsal para, kutsal masa, kutsal su, kutsal but, kutsal buhurdanlık, kutsal yağ, kutsal ordugâh, kutsal konut, kutsal Yasa, kutsal çadır, kutsal iç oda, kutsal tapınak, kutsal armağan. Bunlara ilave olarak, kutsal ulus, kutsal halk, kutsal kitap, kutsal kişiler, kutsal ırmaklar, kutsal topraklar. (Prof. Dr. Ömer Faruk Harman, İslam Düşünce ve Geleneğinde Kutsiyet, Velayet ve Keramet, s, 93-111).

Yahudi kutsal anlayışı İslam toplumlarını derinden etkilemiştir. Senin kutsalın varsa bizim niye olmasın yarışına gidildiğini düşünüyoruz. Yine Anadolu’da hac ibadetine gidip gelenlere hacı denmesi Anadolu Hristiyanlığının etkisidir. Çocuklara çok Hacı adı verilmesi de bundandır. Bizler Hacı Hz. Muhammed, Hacı Hz. Ebu Bekir demiyoruz. Ama ülkemizde hemen her sakallıya Hacı, ya da kadınlara Hacı Anne denmektedir.

Yine kutsallık adı altında Arap örf ve geleneğinden gelen anlayış da bizi derinden etkiledi. “Cahiliye Araplarının dini inançları ve kutsalları şöyleydi: Her kabilenin bir totemi vardı. Çoğunlukla da totemleri bir hayvandı. Arap kabilelerinin çoğunun adı hayvan, bir kısmı da bitki adıdır. Beni Esed kabilesinin adı aslan demektir.

Araplar arasında kâhinlik yaygındır. Animizm inancından dolayı iyi ve kötü ruhlar çölü doldurmuştur. Parlak taşları kutsal addetmeden dolayı fetişizm yaygındır. Kâbe’yi ve taşlarını kutsal addettikleri için taşlara tapınmanın kaynağı bu anlayıştır. Putperestliğin temeli buralarda aranmalıdır. Ebu Reca diyor ki: “Biz İslam’dan önce taşlara secde ederdik.” Tarihçi İbnu’l –Esir’de şöyle anlatılır: “ Bu adam daha güzelini buluncaya kadar bir taşa tapardı. Daha güzelini bulunca eskisini bırakır, beğendiği bu yeni taşa tapardı.” Kureyş kabilesinin putları Hubel, İsaf ve Naile idi. Put evlerinin adı tağuttu. Bu kabileler kendi kutsal mekânlarında tavaf ederlerdi. Beş yüz kadar tağut vardı. (Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri).

İbn Haldun Mukaddime adlı eserinde: Arap kabilelerinin karakterini şöyle tasvir eder:

“Onlar yaşadıkları vahşet devri tabiatının sevkiyle yağmacı ve bozguncu olup, tehlikeye atılıp yenilgiye düşmeden ellerine geçirebildiklerini yağma ederler ve korunmak için sarp dağlara kaçarlar. –Deniz kenarı dururken Suudi Arabistan Krallığının, Riyad’ı çölün ortasında başkent yapmaları bu anlayışın tezahürüdür- Arapların istila ettikleri yerler süratle harap olur. Çünkü onlar vahşi bir millettir. Binalarını yakar ve tencerelerinin altına koymak üzere binalarının taşlarını söker götürürler. İnsanların mallarını almada bir sınır yoktur. Onlar kanun ve hükümlere aldırış etmez, başkalarının onları bozgunculuktan menedip korkutmasına aldırış etmez, kulak asmazlardı. Onlar yağma( çapul, soygun ) veyahut ödünç yolu ile başkalarının mallarını ele geçirmekten başka bir şey düşünmezler. Başkanlık için birbiriyle çekişirlerdi. Araplar riyasette (başkanlıkta) birbirini çekememezlik, benlik ve ar sebebiyle birbirlerine itaatleri en zor olan bir millettir. Onların arzu ve emelleri nadiren birbirine uyar. Araplar şehir kurarken, ziraata elverişli, havası, suyu, otlağı uygun olmayan yerleri seçtikleri için bu şehirler hızlıca harap olurdu.

Araplar sanattan en uzak bir millettir. Onlar ilim ve irfandan da tamamen yoksundurlar. Araplar sanayiden uzaktır. İlmi muhafaza eden ve geliştiren Arap olmayan toplumlardır.” (İbn Haldun, Mukaddime)

Yine : “Arap maddidir. O eşyaya maddi ve aşağı bir gözle bakar. Ona ancak elde edeceği menfaat bakımından fiyat biçer, tamah onun duygularını kaplar, hayal ve şefkat duygularına kıymet vermez, çoğunlukla da dine meyletmez, eşyaya ameli faydasına göre değer verir. Kendini beğenme duygusu onu sarmıştır. O, her çeşit kuvvet ve hâkimiyete karşı isyan eder. Kabilenin büyüğü ve savaşlarda komutan olan zat, kabilenin başkanlığına seçildiği günden başlayarak onda kıskançlık, dargınlık ve hıyanet duygularının belirtmesini bekler. Bundan önce yakın dostu olsa dahi ondan emin olmaz. İyilik yaptığı kimsenin kötülüğüne uğraşır. Çünkü iyilikte bulunmak, iyilik edenin onda kendisine boyun eğdiği duygusunu doğurur, bunu onun zaafından görür. İyilikte bulunanın, kendisine iyilik etmeğe mecbur olduğunu sanır.”

"Cahiliye Arapları asabidir. Çabuk darılır, küçük bir şeyden heyecanlanır… Heyecanlandığında çarçabuk kılıcını eline alır ve onu hâkim kılar. Bundan dolayı onları savaşlar mahvetmiştir… Hz Ömer zamanı, onların altın çağıdır. Çünkü Hz. Ömer’in onlara, memleketleri dışında savaş ettirmesi memleket içinde savaş yapmalarına mani olmuştur. Çünkü o, Arap ruhunu ve durumunu derin bir surette biliyordu. Araplar gerçekten zekidir.” (Zeki olmasalardı 1250 yılında kurulan Memluk Devleti idaresinden 1516 yılına kadar 250 yıl, o tarihten de Osmanlı İmparatorluğu idaresinde 1918’e kadar kılıcı elimiz verip askere bile gitmeden yaklaşık 500 yıl alınları bile terlemeden, vergi vermeden, aralarındaki çapulu azaltarak ve kan davalarına zaman zaman ara vererek, Sürre Alay’larıyla yüz yıllarca Anadolu’dan getirilen rızıklarla rahat yaşadılar. Bir de İngilizlerle beraber olarak kendi devletleri olan Osmanlı Devletini yıkarak dahası bizi sömürgeci diye suçladılar).

“Ârâbîler küfürce ve nifakça daha şiddetlidirler, bununla beraber Allah’ın Resulüne indirdiği ahkâmın hududunu bilmemiye daha lâyıktırlar, Allah alîmdir, hakîmdi.”

“Arabilerden kimi de var ki, verdiğini angarya sayar ve sizin üzerinize belalar gelmesini bekler. O çirkin belalar kendi başlarına olsun! Allah her şeyi işitendir, bilendir.” (Tevbe-97-98, Elmalılı Hamdi Yazır).

“Göçebe Araplardan çoğunun İslam dininin hükümlerini bilmeleri sathidir. Onlar devamlı bir surette şarap içerler ve kabilelerinin cahiliye çağındaki örf ve adetlerine göre iş görürlerdi. Bayraklarını çekerek cahiliyet çağında olduğu gibi İslamiyet devrinde de kendine düşman olan kabilelerin üzerine yürürlerdi. Hakiki İslamiyet ve doğru olan İslam mefkûresi şehirlerde daha ziyade göze çarpardı.

Gerçek şu ki, Araplar her ne kadar politik, sosyal düzen, felsefe ilim ve diğer hususlarda –diğer millet ve uygarlıklar karşısında – yenildi iseler de iki büyük şeyde zafer kazandılar. Bunlardan biri dil, öteki dindir. Arap dili –Selçuklu ve Osmanlı medreseleri dâhil- bütün memleketlere hâkim oldu. Onların ana dilleri Arap dili önünde yenildi. Arap dili politika ve ilim dili oldu. Din de böyledir (Mısırlı bilgin Ahmet Emin, Fecrü’l İslam, 1924).”

Sonuç olarak Kur’an’a göre kutsal olan sadece “evrenin yaratıcısı Yüce Allah’tır.” Yukarıda sözü edilen birçok unsur saygıya değer olduğu halde “kutsal olarak” değerlendirilmemektedir. Aksine cahiliye Araplarının kutsal saydığı totem, tabu ve yaşantıları, Yahudilerin ve Hristiyanların kutsallık anlayışlarını Kur’an reddetmektedir. Toplumumuz arasında yaygın olarak benimsetilen yanlış “kutsal ve kutsallık” anlayışı doğru bir inancın benimsenmesi noktasında son derece zararlıdır. Ve doğruya ulaşmada da engeldir. Bu zararlı düşüncelerin tuzağına düşmemek için başta Kur’an olmak üzere birinci el kaynaklara gitmek gerektiğini düşünüyorum. Yazımız biraz dikkatle incelenirse bu konuya örnek olarak nitelendirilebilir.