LİYAKATOKRASİ VE DEMOKRASİ

Liyakat kelimesi sosyal alanda kullanılan bir kavramı ifade eder. Buna karşılık geldiği temel kaynak biyolojik alandır. Bu nedenle bu önemli kavramı savunurken ortaya çıkacak insani sorunları dikkate almazsak fikrimizi eksik anlatmış oluruz. Baştan bilinmelidir ki liyakatokrasi, son yıllarda tam(ful) demokrasi diye adlandırılan demokrasinin uygulandığı ortam ve ülkelerde başarılı olmaktadır. Aksi halde toplumun üstün zekâlılardan geri kalan büyük kesimine zulüm yapmaktan kurtulamayız. Bunun için liyakatokrasi ve demokrasiyi birlikte zikretmek gerekti. Zaten yazının sonlarında liyakatokrasinin kritiğini de yazmaya çalışacağım.

Tarihin devlet kurma çağlarından itibaren ismi mevcut olmasa bile liyakat her zaman az veya çok uygulanmıştır. İslam’ın doğuşu ile kutsal kitabımıza da çok geniş ve derin anlamı ile girmiştir. Önceki yazımda belirttiğim gibi Nisa Suresi 58. Ayet temel fikir olarak tüm insani gelişmelerin anasıdır. Kısaca liyakatokrasinin ana fikri o ayettir. Liyakatokrasi kelimesinin İngilizcesi olan “meritocracy” ilk kez İngiliz düşünürü Michael Dunlop Young tarafından kullanıldı. Young, 1958 yılında yazdığı “The Rise of Meritocracy” adlı kitabı ile kavramı literatüre yazılı olarak sokmuştur. Burada kullandığımız liyakatokrasi o kavramın Türkçe’sidir.

Liyakatokrasi Young’dan başlayarak değişik düşünürler tarafından hakkında fikir üretilen bir konudur. Ancak esas itibarı ile bu düşünürlerin çoğu, hatta ünlü olanları sistemi eleştirmek üzere makale ve kitaplar yazmışlardır. Fikir, son drece basit birkaç genel ilkeden oluşuyor gibi görünse de uygulamaya girince çok karmaşık sorunlar ortaya çıkmaktadır. Burada İngiliz Meritokrasi Partisinin ilkelerini verince basit görünme iddiamız daha kolay anlaşılır. İlkeler şöyledir:

  • Kayırmacılık yok: Aileniz, partiniz. İçinde olduğunuz sosyal dernek, din gibi kurumların size görev vermede hiçbir etkisi yoktur. Sizin kim olduğunuz önemlidir.
  • Yandaşçıkık Yok: Torpil yok, başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabileceğiniz önemlidir. Kendi yurttaşlarınız, dindaşlarınız, milletdaşlarınız da önemli değil, dünyanın neresinden olursa olsun yeteneklilerin kendileri önemlidir.
  • Ayırımcılık Yok: Cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmişiniz önemsizdir. Tek önemli olan özellikler yetenek ve beceri kalitesidir. Falan partiden olmuş, fikri bize uymuyor gibi bahanelere sığınılmaz.
  • Eşit İmkânlar: Herkesle aynı noktadan başlar yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere kadar gidersiniz. Bazıları cumhurbaşkanı, başbakan olabilir. Bazıları çiftçi, diğerleri kunduracı, temizlik işçisi, bilim insanı sporcu ve başka bir meslek sahibi olabilir. Herkese eşit veya en azından adil imkânlar sağlanmalıdır.
  • Tatminkâr Erdemlere Sahip Olmak: En başarılı insanların, başarılarının gerektirdiği tatmine ulaşmalarını sağlamak üzere adil bir düzen kurulmalıdır. Kişi çok önemli bir bilim insanı olmayı hedefliyor. Ona bu yönde eksiksiz imkân sağlanır. Ya da hayvancılık yapmak kişiyi tatmin ediyor. Bu kez bu alanda kendisine bütün yollar açılır.
  • Genel Formül: LİYAKAT=IQ+ ÇABA

İlkeler bu altı maddeden ibarettir. Buna rağmen her maddenin açılımı ve uygulanması çok sayıda sorun içermektedir. Çünkü iş gelip kaliteli bir eğitime dayanıyor. Meslek ayırımları, zekâ türüne göre farklı eğitimlerin belirlenmesi, hangi alanda yeteneğin belirleneceği gibi konular yanında, ikincil yeteneğin hangi mesleğe uygun olduğunun tespiti, kişinin birden çok yeteneği var mı, bütün bunların yapılması liyakatokrasinin, kendisinin genel ilkeleri kadar basit ve kolay olmadığını gösteriyor.

LİYAKATOKRASİNİN ELEŞTİRİSİ: Bu sistemin insanlar arasında adaletsizlik yaratacağı konusunda ciddi eleştiriler vardır. Nitekim bu sistemin daha literatüre geçmeden çok önce geniş çapta ele alındığı biliniyor. Herbert Spencer’in “Güçlü olanların ayakta kalması” üzerine kurulu felsefesine dayanılarak yapılan eleştiri ile, Sosyal Darwinizm adı verilen teoriye göre “Bireysel organizmalar arasındaki rekabette, çevreye en uygun olanların hayatını sürdürmesi, diğerlerinin yarışı kaybedip yok olması”’ eleştirisi haklılık içeriyor. Burada özellikle bazı devletlerin liyakatokrasi ilkelerini uygulamaya başladıktan sonra ortaya çıkan sorunlar bu fikirleri andırıyor. Oldukça uzun zamandan beri Singapur’da uygulanan liyakatokrasinin pratiğe indirgenmiş sorunları üzerinden yapılan eleştiriler daha da önemlidir.

Eleştirilerin odağında liyakatokrasi “sonuçta ırkçılığa varır, ya da onun bir benzeri olan elitizme dönüşür” görüşü vardır. Ancak Singapur’da buna benzer bir sorun yoktur. Çünkü onlar bu sorunu etraflıca inceleyip yukarıda öne sürülen ve haklılık payı da yüksek olan sorunları bir bütün içinde çözmüşlerdir. Bunu anlamanın yolu da basittir diye düşünüyorum. Şu anda Singapur cumhurbaşkanı başörtülü Müslüman bir kadın olan Halime Yakob’dur. Oysa bu ülkede Müslümanların genel nüfusa oranı %14 kadardır. Orada Halime Hanımefendi’ye kimse itiraz etmiyor. Demek ki orada sorunları çözülmüş liyakat geçerlidir. 2020 yılı Milli gelirleri kişi başına 96 bin dolar olarak hesaplanmıştır. Bizim 7 bin dolar kadar olduğu biliniyor.

Liyaktokrasinin sorunlarını çözme konusunda Albert Einstein’e atfedilen bir önemli ana fikir vardır. Onu iyi bir ayırt edici eğitimle uygularsak teoride hiçbir sorun kalmaz. Bu ana fikir şöyledir: “Aslında insanların çok büyük çoğunluğu dâhidir. Ama bazıları tek alanda, bazıları birkaç alanda, bazıları da yaklaşık her alanda dâhidir. Herkesin dahi olduğu alanı geliştirip onu o alanda değerlendirmek gerekir” dedikten sonra şunu ekliyor: ”Bahçemizde bir ağaç olsun, bir de havuz bulunsun. Biz de dışarıdan bir canlı balık getirdik. Balığı yerleştirmek üzere ağaca çıkarmaya çalışırsak görürüz ki balık bu bakımdan aptaldır. Ağaca çıkamaz. Ama balığı havuza yerleştirirsek mükemmel bir yüzücüdür. Yani balık bu alanda bir dâhidir”.

Bizdeki yaklaşık 40 yıllık uygulamaları göz önüne alalım. Öncelikle atanan Milli Eğitim Bakanlarının niteliğine bakınca felaketi görebiliriz. 1980 darbesinden itibaren gelen milli eğitim bakanları arasında öğretmen kökenli iki kişi var: Avni Akyol ve şimdiki bakanımız Prof.Dr.Ziya Selçuk eğitimin laboratuvarından gelen eğitimcilerdir. Ancak Ziya Selçuk eğitimi istediği gibi düzenleyebiliyor mu? Bunu cevabı ne yazık ki hayırdır. 20 bakandan 18’inin mesleği başka alanlardadır. Maalesef sınırları bir türlü çizilemeyen öğretmenlik mesleği en acınacak durumdadır. Basit okuryazar olan herkesin öğretmenlik yapabileceği anlayışı sakattır. Bir öğretmen, doktor olduğunu iddia etse onu tımarhaneye göndeririz. Ama tersine, ziraatçiden mühendise, oradan Kur’an kursu mezununa kadar bizde herkes öğretmen olabiliyor. İlköğretmen okulunda okurken bir öğretmenimden şunu duymuştum. 60 yıldır aklımdan çıkmaz ”Kem aletten kemalat çıkmaz” derdi. Bizim durum bundan ibarettir.

Sağlam ve tamamen bilimin verilerine dayalı, zekâ türleri ve meslek yatkınlıklarına göre düzenlenmiş eğitim uygarlıkta en üst düzeye gelmeyi sağlayacak yoldur. Bu yolu kabul etmezseniz sürünürsünüz. Yeteneklerinizi bedavadan başka milletlere peşkeş çekersiniz. Şu anda Türkiye’nin yaptığı budur.