Aslında tarihimiz; saray entrikaları, sultanların anaları ve eşlerinin ayak oyunları, yeniçerilerin, sipahi ağalarının ve ulemanın darbeleriyle doludur.
Genç Osman vakası yürek yarasıdır. Şehzade Mustafa'nın boğdurulması tarihin seyrinin değiştirilmesidir.
Sultan Abdülaziz, Abdülmecit ve 5. Muradın uğradığı akıbet yürekleri burkmaktadır. Sultan Abdülhamit'in halli tarihimizin kırılma noktası yüz yıllık ihtilal, darbe ve muhtıraların kapısının aralanmasıdır.
Hareket ordusuyla başlayan, dış desteklerle süren, finansmanı dış güçlerin sağladığı bu süreç ne yazık ki Türk Milletine çok acılar yaşatmıştır.
Her darbe peşinde; ekonomik, sosyal, siyasal problemler ortaya çıkmış ne yazık ki tortuları ve sıkıntıları günümüze kadar gelerek bizleri etkilemiştir.
Yapılan darbelerin tümü dış kaynaklı olup sermaye ve fikirler dış destekli olmuştur.
Alman paraları nasıl II. Meşrutiyetçileri harekete geçirmişse, İngiliz altınları ve ayak oyunları da bu devirde işin tuzu biberi olmuştur.
Hazırlıksız yakalanan Osmanlı Devleti önce bu ihtilalcıların beceriksizleri yüzünden Libya'ya sonra 1913 yılında Balkanları kaybederek sonu felaketle sonuçlanan Birinci Dünya savaşına sokmuştur.
Milyonlarca Müslüman'ın kanı, acısı ve gözyaşları üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti geçen süre içinde hiç rahat bırakılmamış Şeyh Sait İsyanıyla başlayan, Seyit Rıza'nın Dersim kalkışmasıyla devam eden ve Amerika Birleşik Devletleri yani CIA'nın desteğiyle 1960 ihtilalini gerçekleştirmiştir.
Her darbeyle kurulmaya çalışılan siyasal ve sosyal dengeler alt üst edilmiş ülkede Başbakan ve Bakanlar ne yazık ki idam edilmiştir.
Artık 1960 ihtilali ile başlayan ve her on-onbeş yılda gerçeklesen darbeler, muhtıralarla 2016 yılına gelinmiştir.
Ne yazık ki geçen 65 yıl boyunca tüm muhtıra ve darbelerin arkasında ABD ve onun istihbaratı CIA ve destekçi yabancı örgütler çıkmış ülkemize acı üzerine acı yaşatmışlardır.
Ancak asıl acı olan bütün bu operasyonların görülmesi ve bilinmesine karşılık Türk Siyasi Hayatının aktörleri, yönetenleri bundan hiç ders almamış olmalarıdır. Görünen o ki ders almaya da niyetleri yoktur.
Ders alınmamış olacak ki herkesin artık Türkiye de darbe olamaz dedikleri anda ansızın 15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye Cumhuriyeti korkunç bir tehlike ile karşı karşıya kalmış, vatansever subayların karşı çıkması, halkın sokağa dökülmesi ve bir bölüm televizyonun yayınları ile darbe önlendi.
Türk Milletinin vergileriyle alınmış tank, top tüfek, uçak ne yazık ki milletin aleyhine kullanıldı. Türkiye Büyük Millet Meclis bombalanmış, insanlarımızın üzerine darbeciler kurşun yağdırmış, polis ve asker karşı karşıya getirilmiştir.
Darbe girişimi esnasında ne yazık ki 246 şehit , 1440 dan fazla yaralı verilmiş sanki ülke bir savaşa girmiş gibi acı çekmiştir. Asker askerle, asker polisle karşı karşıya kalmış ne yazık ki vatanı koruması gereken güçler bir birleriyle o gece çatışmıştır.
Kökü dışarıda olan ve terörist eyleme karşılaşanlar ne yazık ki ülkeye büyük acıları yaşatmış, geride gözü yaşlı anne, baba, eşler ve yetim yavrular bırakmıştır.
Bütün bunlar Türk milletinin gözü önünde cereyan etmiş, millet bizzat işin içine katılmış ve devletime, milletime, cumhuriyetime, demokrasime ve seçilmiş iktidarıma böyle müdahale edemezsin demiştir. "Yaşasın Millet Kahrolsun Millet Düşmanları", "Milletimiz Yaşayacak Düşmanları Kahrolacaktır" Türk Milletinin şiarı olmuştur.
Türk Milleti sokağa çıkınca daha büyük olayların önüne geçilmiş, ülke tam bir iç savaşın eşiğinden dönmüştür.
Yüz yıl önce Alman, İngiliz, Fransız para ve aklıyla başlayan darbeler ne yazık ki 1950'den sonra Amerikan aklı ve sermayesini kullanarak her on yılda bir neslin kaybına, değeri tahmin edilemeyecek kadar büyük ekonomik, siyasal, kültürel ve insan kaybına sebep olmuştur.
Sonuç olarak bir daha darbeyle karşılaşmamak için tarihten ders alınarak, ciddi bir istihbarat ağı kurulmalıdır. Tüm kamu görevlileri yaşanan bu acı tecrübelerden sonra yalnız ve yalnız Türkiye Cumhuriyetinin memuru, amiri olmalıdır.
"Hiç bir vali, kaymakam, asker, bürokrat, öğretmen, doktor amir, memur, partinin, cemaatin, tarikatın, gurubun, kliğin, hizbin elemanı olamaz. Olmamalıdır."
Camiye, kışlaya ve okula asla siyaset sokulmamalıdır. Milli Eğitimin kademelerinin tümü devletin kontrolünde ve devletin olmalıdır. Anaokulundan başlayarak lise sona kadar okulların tamamı devletin olmalı ve tüm özel kurumlar kapatılmalı veya devlete devredilmelidir.
Dini konular kesinlikle millet mekteplerinde, Cumhuriyet okullarında verilmeli, devletin kontrolünde olmalıdır. Devletten başka hiç bir kişi, kurum ve kuruluşa bu yetkiler verilmemelidir.
Özetle Atatürk'ün şu ifadesinde yer alan "Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar ülkesi olamaz" hayatın her alanında geçerli olmalıdır. Yoksa yarın yeni paraleller türeyebilir.
Gün birlik, barış ve kardeşlik günüdür. Ayrılmak, parçalanmak, milletimize ve devletimize zarar vereceği asla akıldan çıkarılmamalıdır.