Ankara’da Erzurum’u tanımak ya da tanıtmak…
Başkentte çeşitli kültürel etkinliklerle illerin tanıtımını yapmak uzunca bir süredir artık bir gelenek. Gerçi bazı iller vaz geçmiş, bizimkiler ise bu sene dördüncüsünü düzenledi.
Erzurum Dernekler Federasyonu’nun (ERDEF) organize ettiği bu seneki “Erzurum Günleri” ne, “alavere dalavere kürt memmed nöbete” görevlendirilmesi ile ihale kalan sevgili Yaşar Çelik’in bizleri tek tek arayıp nazik daveti üzerine geçtiğimiz hafta ortası gazeteci arkadaşlarla Ankara’nın yolunu tuttuk.
“Ankara’da Erzurum Günleri”…
İlk kez katıldığım bu etkinlikte, naçizane kısa bir analizle günlüğümden aktarmaya çalışacağım.
Programa katılan,
(Üç kuruş uçak biletine tenezzül edip, kerhen orada görünüp sonra başka illere kaybolan ya da program süresince arazi olanlar hariç)
mesleğin hakkını veren gazeteci arkadaşlarımın birkaç gündür yayın organlarında ve sosyal medya hesaplarında dile getirdikleri gözlem, yorum ve eleştirilerindeki haklılıklarının altına ben de imza atarım.
“Erzurum’un tanınmaya Erzurum’u tanıtmaya ihtiyaç mı var?” klasik söylemine katılmamakla birlikte, bir şehrin başka illerde, metropollerde, hele hele başkentte ya da yurtdışında tanıtımı güncel şekliyle her zaman gereklidir, bir o kadar da hassas ve önemlidir.
Öncelikle, bu işi “Erzurum”un adını kullanarak organize eden federasyonu tanımak isterdim. Nasıl bir kuruluş, ne iş yapar, kime kimlere ne faydası vardır, bu etkinliği neden yapıyor? Bilmek isterdim.
Tabii, buradan değil… İsterdim ki, bizi programa dahil eden bu federasyonun temsilcileri, program öncesi Erzurum’dan götürdükleri onlarca gazeteciyi, illa ki bir mekanları vardır, oraya götürselerdi, kendilerinin neler yaptığını anlatsalardı, organizasyon hakkında bilgi verselerdi daha olumlu olurdu.
Ama ne yazık ki, götürdükleri gazetecileri, bir iş adamının yemeğinde bazı siyasilere bir güzel haşlattı, meydan okuttular, sonra da “Biz şu kadar gazeteci getiriyoruz ama nelere katlanıyoruz? Neyse ki Otel Selvi’nin sahibi hemşehrimiz Selami Ergün mertçe kapılarını açtı…” gibi işgüzarlığa muhatap kaldık.
Konu, bu söylemi yapan çok sevdiğim kadirşinas meslektaşım değil, mevzuyu bu noktaya getiren organizenin saçmalığı. Yoksa, o kardeşimiz, çocuğunun hastalığına rağmen nerdeyse 7/24 bizimle ilgilendi, koşuşturdu ve sonucu da üzüntülerimle birlikte hiç iyi olmadı.
-HORASAN’DA HALI DOKUNUYOR-
İlimizin meşhur bir sözüdür; “Horasan’da halı dokunuyor, eni nedir, boyu nedir?”
İHA’dan sevgili Ahmet Akbuğa, Erzurum’daki kar yağışını bir güzel fotoğraflamış ve paylaşmıştı sosyal medya hesabından… Ben de, güneşin daha da keskinleştirdiği AKM’nin tepesine mavi-beyaz yazılı “Erzurum Günleri” estantanesini “Burası da Angara” diye karşı gönderme yaptım.
Evet, Ankara’nın gece dondurucu soğuğuna rağmen, gündüz bahardan kalma güneşli bir havada uzunca L şeklinde birleşen devasa çadırında “Erzurum Günleri” için son hazırlıklar yapılıyordu.
Çadırdan ilk girişte tosun gibi dönerler vurulmuş, cağlar kesiliyordu. Ama ne tanıdık bir firma veya marka ne de cağlardaki iri ve pişmemiş tike etler bizimdi…
Bir cağ 10 TL…
5-10-15… çadırın girişteki büyük bir kısmı öylece cağ kebapçı desem yeridir.
İki tane Gel-Gör vardı… Sordum, ikisi de birbirini tanımıyordu. Ama ben birini tanıyordum…
İkinci çadırda tanıdık bir sima. İşadamı hemşehrimiz Cemil Özdemir… Ürettiği balları getirmiş, her zamanki güler yüzüyle misafirlerine yöresel ürünlerden ikram etmeye çalıyordu.
Yine çadırın bu bölümünde, tayalarca yükseltilmiş göğertilmiş peynir (20-25 TL), sarı ve beyazın farklı tonlarında sözüm ona Erzurum yağı (25-30 TL).. Birkaç firma Erzurum’dan tanıdık, diğerleri Ankara’daki pazarcı esnafı…
Ege’nin Hatay’ın bolca zeytinyağları ve ürünleri arasında bizim Yusufeli’nin meşhur salamura iki kasa zeytini cılız kalmıştı.
Garnavaz’ın pekmezi, İspir’in dutu fasulyesi, yine Hınıs’ın fasulyesi satışa sunulmamıştı ama belediyeler kaymakamlar kendi resmi stantlarında bu ürünlerden tattırdılar misafirlerine…
Çadırların bitiminde pişmemiş tike etleri hazmedemeyenler ya Kızılcahamam sodası ile yatıştırdılar midelerini. Bu cağlara gözleme bakıp yemeyenler, yine çıkışta başka yörelerin gözlemesi ile takviye yapıp, farklı kahve türlerinden yudumlayarak, bir semaver çayı özlemiyle yola devam ettiler.
Burada açık alana kurulu EJDER2003’ün standında görüp göreceğimiz o kadar iki kare hatıra fotoğrafı, alel acele oluşturulmuş sıradan bir Erzurum evi gezisi ile kapalı, soğuk, bakımsız ve ucube mekâna geçildi.
Güvenlik kontrolünden sonra sağdaki suni deri başlık, eldiven gibi merdiven altı imal Kafkas ürünlerini görünce Gürcükapı’da uzun yıllar satılan tiftik başlık, bere, atkı, eldiven alkımıza düşmedi değil.
Bu kısımdan sonra mülki idarenin, kaymakamlıklar ve belediyelerin müştereken, bazı kamu kurumlarının stantları yer almıştı.
BEAH her tanıtım fuarında olduğu gibi burada da yerini almış, kamu hastanelerinin bölgedeki başarılı sağlık çalışmalarını prospektlerle sunmaya çalışıyordu.
Aziziye Belediyesi standında el sanatları ehram ürünleri ön plandaydı. Zehra Hanım, buradan aldığı şık giysiyi bir güzel sergiledi gün boyunca, TBMM’deki konuşmasına kadar…
Palandöken Belediyesi’nin bindallı ve hat çalışmaları göz doldurdu.
Yakutiye Belediyesi free takıldığı için yoktu.
Hınıs’ın börek, çörek, peynir ve dolmaları Sağlık Bakanı Recep Akdağ, elleriyle sararak ikram etti kendisini takip eden gazetecilere.
Pasinler Belediyesi çuvallarla getirdiği kartolları oracıkta haşlayıp ikram ediyordu mirafirlerine…
Narman Kaymakamlığı bir halk ozanını oturtmuş standına Sümmani’den ezgiler söyletiyordu.
Oltu, Olur, İspir, Pazaryolu belediye ve kaymakamlıkları yöresel tüm ürünlerini sergilemiş tattırıyordu ama profesyonel bir satış sunum hak getire…
Geldik Horasan’a…
Meclis’te de karşılaştığım on parmağında on marifet misali kaymakam, belediye başkanı ile çok hoş bir uyum içerisinde ilçesi için elinden geleni yapıyordu.
El sanatları özellikle ipek halı çalışmaları ve bu alanlarda geliştirdiği onlarca proje…
Evet, “Horasan’da halı dokunuyordu..” amaa…
Sözün özü;
Atatürk Üniversitesi’nin reyonunda bulunduğum bir sırada kısa boylu, kumral bukle saçlı, köse suratlı, 60 yaşlarında bir hanım geldi. Sevgili meslektaşım basın sorumlusu Cüneyt Korkut’a “Bu nasıl Atatürk Üniversitesi? Neden burada bir Atatürk büstü yok?” şeklinde çıkışarak gitti. Şaştım kaldım…
Az sonra öğrendim ki, teyze az ileride Atatürk büstü satıyormuş…
Eveet sevgili dostlar…
Ankara’daki Erzurum Günleri böyle geçti…
Ankaralı angaralığını yaptı bize de dedikodusu kaldı.
Ama, 3 kuruş gelir adına koca bir şehrin adı kullanılarak yapılan Erzurum Günleri kesinlikle böyle olmamalıydı. Çok amatör buldum.
Amaç bu şehrin sosyo kültürel anlamda tanıtımı, o yörede ve civardaki Erzurumlular’ın kaynaşması, ekonomik anlamda yöresel ürünlerin teşhiri ve devamında markalaşma çalışmaları ise bu işin omurgasını sadece kamu kurum ve kuruluşları değil, STK’lar, odalar oluşturmalı, ilin Kültür Müdürlüğü birimleri adam akıllı proje üretmeli ve organizenin ehil ellerde olması gerekiyor.