Meşhur sözdür; “derdini Marko Paşa’ya anlat!”
Peki, kimdir bu Marko Paşa, bu söz nereden gelir?
Osmanlı döneminde Sakızlı bir Rum olan Marko Paşa, Sultan Abdülaziz Han’ın hekimbaşısıymış ve aynı zamanda Meclis-i Ayan üyeliğini yürütürmüş.
"derdini marko paşa'ya anlat" sözünün şöhret bulması, düşünüldüğü gibi Marko Paşa'nın Güzin Abla kişiliğinden değil, aksine düzgün bilmediği Türkçesiyle ve Türkleri şikâyete gelen Rumları başından savmak için
"anlaşıldı, fakat ne demek istiyorsun?" sorusunu tekrarlamasından kaynaklanıyormuş.
Rivayet böyle de; Ancak Marko Paşa, herkes gibi her şey de olabilmektedir. Bazen çiçeklerle ve ağaçlarla da konuşulduğu gözlenmiştir. Bir de fotoğraflar vardır, bak konuş, anlat dinlesin.. Cevap da veremez kerata…
Sözün özü, “senin derdinle ilgilenecek kimse yok” anlamında kullanılan eski bir deyim.
Aşağıda anlatacağım sıradan bir iki konu belki anlaşılacak da, fakat ne demek istediğim belli olacak mı? Onu şimdilik bilmiyorum.
Ramazanla birlikte Erzurum’da evlerde temizlik işleri de başladı. Bayrama yetişmesi lazım, kolay mı? Fırsatı değerlendiren mevsimlik kurulan şirketler boş durur mu? Derme çatma bir baraka ve bahçe buluyor. Bir iki tane de makine yıkama makinesi alıyor. Sonra matbaaya bastırdığı yapışkanlı, yapışınca da çıkmayan reklam ilanlarını veriyor çalışanlarının eline, onlar da dalıyorlar apartmanlara, fütursuzca, edepsizce, hayâsızca yapıştırıyorlar o ilanları rastgele duvarlara, kapılara, saat kutularına, doğalgaz saatlerinin üzerine.
Yetmiyor, rakip firma geliyor yapıştırıyor ötekinin üstüne çaprazlamasına… Kapıyı açık bulsalar, içeri dalıp odalara yapıştıracaklar geri zekâlılar.
Ev ve işyerlerinde kapı önlerine bırakılan, cami önlerinde dağıtılan, otomobillerin camlarına silgi altlarına sıkıştırılan ve sürücüyü meşgul eden sonuçta da çevreyi ciddi şekilde kirleten tüm bu broşür, insört el ilanları şükürlük tabii.
Aslında bu tür tanıtımlar amacına ulaşmadığı gibi ayrıca fuzuli masraf. Beğenmediğimiz tu kaka dediğimiz pek çok Avrupa ülkesinde bu tür reklam çalışmaları hem yasak, hem bu şekilde çevreye zarar veren ve kirletenler ciddi cezalara maruz kalıyorlar.
Bizde ise kimsenin gıkı çıkmıyor paşa.
Seçim arifelerinde aslanlar gibi alıştırıldığımız için herkes razı gibi… Ya da şehrin her tarafında her hafta ve rastgele yenileri eklenen totem, reklam panoları, ilanları, afişleri kanıksattı bu durumu milletin zihnine.
Ama ben kabullenemiyorum paşa. Hem kirlilik adına hem de düşüncesizce oluşturulan bazı reklam panolarını ise buradan ihbar ediyorum, ne demek istediğim anlaşılırsa…
Ana kavşaklarda sürücülerin dikkatini çekmek için kurulan dijital reklam panoları, özellikle karanlıkta birden aydınlanarak açılan ve dikkat çeken reklam görselleri her an kazaya sebep olabilir.
Gerçi kazaymış, kavşakmış, trafikmiş, parkmış, kimin umurunda paşa?
Bizim Aliravi caddesi, yani şu İstasyon’dan Karayollarına uzanan, yani koca şehrin iki yakasını birbirine bağlayan 4 ana yoldan en yoğunu ve en birincisi.
Güzergâhta zahmet buyurup bir tur atılırsa, köşe başlarına çekilmiş, üzerlerine “satılık” yazan onlarca araca rastlarsınız. “Merdivenaltı galericilik” mi dersiniz bilmiyorum ama bu durumla şehrin pek çok yerinde karşılaşmanız mümkün paşa, tabii şehri tanıyorsanız!
Vatandaşın biri vatandaşlık görevi yapmış. Telefonla 155’i aramış demiş ki, arkadaş Taşambarların tam karşısında, yani hafta içi onlarca levazımat aracının trafiği geçici de olsa durdururcasına manevra yaptığı tam da o noktada bir minibüs var ki, adam aylardır aracını orayı bırakmış gitmiş. Kimdir nedir? Öncelikle güvenlik açısından ben şüpheleniyorum. Hem trafik açısından doğru değil. Zaten park sıkıntısı yaşanan bu şehirde böyle atıl ya da keyfi park yapılamaz.
155, ihbar yerine üniformalı memur gönderiyor, araca şöööyle camlardan bakıyorlar. Hemencecik anlıyorlar aracın temiz olduğunu. Nizami park edildiğini ve kendilerini ilgilendirmediğini belirtip ihbar yerinden uzaklaşıyorlar.
Kar kalkıyor, minibüsün üzerindeki buzlar eriyor, lastik havaları iniyor.
“Yazık ya bu arabaya” diyen vatandaş rahat durmuyor.
Şehrin genelinin tipik bir örneği olan bu durumu kafaya takmış arkadaş. İlgili Böyükşehrin trafik hizmetleri ya. Müdürünü bulup durumu bir güzel detayla anlatıyor.
Aradan aylar geçiyor. Minibüs hala orada. Durumu bu kez de daire başkanına iletiyor devamsız vatandaş.
Sonuç mu?
25 gün daha geçiyor. O araba hala orada paşa. Gerçi yakında etrafına iki duba çekerler, bu arabanın tam arkasında, jandarmanın eski binası ile birlikte koruma altına alırlar olur biter…
Sahi ya, o arabanın içinde bizi gözetleyen, kayıt altına alan gizli bir şey olmasın?
Paşa; kentin bazı yerlerinde boyasından, tabelasına, afişine varana kadar son derece çirkin görünümlü bazı binalara makyaj yaptılar. Pek de şık ve temiz oldu.
Kriterler neydi, neye göre belirlediler bu binaları, ara sokaklarda da rastlayınca bazılarına, gerçi kafam karıştı biraz da.
Özenle bezenen bu binalarda bazıları nüfuzlarından mı, arsızlıklarından mı, tuttu bu sefer onlarca metre afişle başlattılar binaları yeniden kirletmeye.
Kimsenin gücü yetmiyor paşa, ne bunlara, ne kaldırımları işgal edenlere.
Bazı cadde ve sokaklarda park sırası üçe vurdu…
Bunlar sıradaan rutin gözlemler paşa. Şehirde ayyuka çıkan bazı söylentileri bayramdan sonra masaya yatırmanın zamanı geldi sanırım.
Nasıl olsa iktidar, mahiyetindeki hem yerel hem de genel temsilcilerini mercek altına alacak ikbali için. Biz de o merceğin altına yardımcı oluruz mesleğimiz adına.