Ülkemizden Avrupa’ya ve Amerika Birleşik Devletlerine her ne suretle olursa olsun seyahat edenler orada kendilerine karşı bir sevgisizliğin hüküm sürdüğünü müşahede ediyorlar. Bunun sebepleri tarihi derinliklere kadar gitmektedir.
Haçlı seferlerinde Kudüs 1187 yılında, Frenklerin elinden Müslümanların eline geçince Frenkler karalar giydi ve tüm yörelerden, özellikle de Büyük Roma’dan imdat ve yardım istemek için denizleri aşarak ülkelerine gittiler. İnsanları intikama teşvik etmek için ellerinde kanlar içinde bir İsa Mesih tasvirini taşıdılar. Tasvirde İsa’yı döven bir Müslüman da görülüyordu. Halka şöyle sesleniyorlardı: “Bakın! İşte Mesih, işte onu öldüresiye döven Müslümanların Tanrı elçisi Muhammed!” Galeyana gelen Frenkler kadınlar da dâhil toplandılar ve gelemeyenler de kendi yerlerine savaşa gidenlerin masraflarını üstlendiler. Frenkler dini ve psikolojik açıdan o kadar kinlendirilmişlerdi ki, amaçlarına varmak için yollarına çıkan her engeli aşmaya hazırdılar. Ve öyle de yaptılar.
Orta Çağ’ın ünlü filozof ve ediplerinden olan, hakkında üç kez idam kararı verilen Dante (1265-1321), açıkça etkilendiğini ifade etmese de Müslüman filozof ve klasik mutasavvıfların eserlerinden etkilenerek Batı edebiyatının klasik eserleri arasında yerini alacak Cennet, Cehennem ve Araf adıyla üç eser yazar. Cehennem adlı eserinde hilecilerin yer aldığı hendekte şöyle bir ifade geçer:
“ Bak, nasıl paralıyorum vücudunu! Bak. Muhammed ne hale geldi! Ağlayarak önüm sıra giden Ali’nin yüzü, çenesinden tepesine kadar yarıktır. Burada gördüklerinin hepsi de hayattayken ara bozmuş, bölüntü yapmışlar ve bu yüzden de vücutları bu şekilde yarılmıştır.”
Hz. Muhammed’in cehennemde yer aldığına inanan Batı, elbette ona inananların cennette yer alacağına inanmaz. Cehennemde yer alanlara da sevgi ile bakmaz.
Batılı, çocuklarını uyuturken ya cadı ya da Türkler (Müslümanlar) geliyor diye uyuturdu. Batılılar, Müslüman olarak genelde Türkleri tanıdıkları ve Kuran’a bile Türklerin kitabı dedikleri için diğer özellikle Fars, Arap, Hint-Pakistan kıtası ve Endonezya gibi Müslüman toplumlar Batı’nın düşmanlık anlayışından bizim kadar etkilenmediler. Türk, onların anlayışında bir ırktan daha çok bir dini çağrıştırıyordu. Durum böyleyken Erol Güngör’ün ifadesiyle “Türkler, İslam medeniyetinin büyük hamlelerini temsil ederken, İran genellikle bu hamleleri engellemeye çalışan reaksiyoner bir cemiyet halindeydi.” Son dönem Arap ulemasından bazıları da Türklerin ıslahat hareketlerine girişmesi sonucu mesela köleliğin kalkmasına imza atmasını ve kız mekteplerini açmasını bahane ederek, İslam’dan çıktığını ileri sürecek kadar ileri gittiler ve düşmanlıklar beslediler.
Orta Çağ’da Batı’da cadılık o kadar yaygındı ki, Bernard Russell’in Din ve Bilim adlı eserinde ifade ettiği gibi 100.000’in üzerinde kadın, cadılık suçlamasıyla ölüme mahkûm edildi. Hikâye ve masallarımızda kadına cadı olarak bakma anlayışımız olmamasına rağmen onların bu anlayışı bizi de etkiledi ki, kız çocuklarımızın güzel sevimli hareketlerini takdirle karşılarken ya da kızarken;
-“Seni cadı seni! Sen az cadı değilsin!” deriz.
Batı edebiyatında kadını Cadı, Türkleri barbar, Tanrı’nın kılıcı ve salgın hastalıkların taşıyıcısı sayan yüzlerce örnek vardır. Masalları, hikâyeleri ve filmleri hep bu edebiyatın ürünleridir.
Hıristiyan Batı, bizi cennete değil cehenneme reva görürken, acaba biz onlara cenneti mi reva görüyoruz. Uzun yıllar ilahiyat alanındaki bilginlerimiz bu konuyu tartıştılar. Hıristiyanlar da cennete gideceklerdir diyenleri neredeyse dinsiz, din tahrifçisi diye ilan ettiler. Sokakta kime sorarsan soralım, cennete kim gidecek? Hemen herkes bizden başkası gitmeyecek diye inanıyor.
Hıristiyanların bizdeki adı Frenk Küffarıdır. “Frengi” hastalığının tıp dilindeki adı “sifilis”dir. Frenklerden geçtiğine inanılan bu hastalığın bizdeki adı frengidir. Birinci Cihan Harbi ve milli mücadele yıllarında yurdumuzda frengi hastalığı çok yaygındı.
Batı’nın ve Osmanlı’nın geri kalmalarının nedenlerinden birisi de kendilerini üstün görmeleriydi. Bugün Batı aynı üstünlük hastalığını taşımaktadır.
Batılı, Haçlı Seferleri’nden ve Bizans’ın yıkılmasından sonra Türkleri aşağılamaktan daha çok onların üstünlüklerini anlamaya çalıştı. Yeniçağda Türklerin ve İslamların elinden kılıcını değil, ilmini aldı ve ilmiyle harp meydanlarına geri döndü. Bir zamanlarda barut imparatorluğu Osmanlı iken, bu fırsat Frenkler’in eline geçmişti. Silah üstünlüğü onların elindeydi.
1920 yılına gelindiğinde hiçbir İslam toplumu aşağıladıkları Frenkler’in sömürgesi durumundan kurtulamamıştı. Hepsi sömürge durumundaydı.
Batı’nın bizi aşağılamaktan kurtulup bizim üstünlüğümüzü anlamaya çalıştığı gibi biz de Batı’nın üstünlüğünün nedenlerini anlamaya başladık. Son iki yüz yıllık batılılaşma serüvenimiz bu çabamızın göstergesidir. Mehmet Akif’in ifadesiyle son sürat onların ilmini tekniğini almalıydık.
Ancak bu serüven de en çok aşağılanan devlet ve hükümet başkanlarımız oldu.
Halk dilinde gâvur sözcüğü iyi bir şey çağrıştırmaz. II. Mahmut’tan itibaren ülkemize getirilmek istenen yenliklere gâvur icadı, onu getirmek isteyenler de gâvur demedik mi? Gâvur olmayan padişahımız, devlet başkanımız var mı?
Elbette halkımızın gözünde bu yetenekli devlet başkanlarımızı kötülememiz Batı’nın işine gelmektedir. Bu anlayışı muhafaza etmezsek, uzun yıllar cehalet batağına batmış bir buçuk milyon Müslüman toplumu daha uzun yıllar nasıl sömürsünler ve yönetsinler!
Son yüz elli yılda dünya medeniyetleri arasında saygın yerimizi almamız için çalışan İslam ülkelerindeki devlet ve siyaset adamlarımızın hangisi baş yastıkta öldü?
Bugünlerde bazı sanatçıların seyahat için gittikleri Belçika’da Türk ve Müslüman oldukları için kontrollerde aşağılandıklarının haberini okuyoruz. Yıllarca işçilerimiz ve aileleri oralarda uyum sürecini tamamlayana kadar çok sıkıntı çektiler. En yetenekli gençlerimiz aşağılanarak ya da aşağılandıklarını hissederek onların iş yerlerinde çalışıyor.
Bundan kurtulmanın yolu ekonomik aklı önde tutarak ve en iyi üniversitelerde okuyarak kendi iş yerlerinin sahibi olmalarıdır. Onları oralarda sahipsiz bırakmamak, döviz bankası gibi görmemek gerekir. Okumak isteyenlere burs, iş kurmak için güç yetiremeyenlere de ülkemiz yardım etmeli, krediler vermelidir.
Batılının bizi aşağılamasına değil, kendi değerlerimizi aşağılamamıza, devlet ya da hükümet başkanlarına iftira atmamıza, kendimizi değersiz kılmamıza kızalım.
bu kadar olay yasaniyorken sanki hiçbir gundem yokmus gibi sorunumuz bati ile olan iliskilerimizmis gibi gostermeye neden gerek duydunuz bilmiyorum ama dusman yaratmak, iyice nefret olusturmak için yazilan bir yazidan baska birsey degildir bu yaptiginiz!
fransa'da yasiyoruz. tum haklardan bir fransiz kadar butunuyle faydalaniyoruz. siz turksunuz diyip bizi ayristirmiyorlar, otekilestirmiyorlar ama her ulkenin de fasisti vardir tabii ulkemizde oldugu gibi. onlari da elbette ayirt etmek lazim!
hem siz, turkiye gumruklerinde gumruk memurlari çok iyi mi karsiliyor saniyorsunuz?
yaniliyorsunuz!
arastiriniz, sorunuz bunun boyle olmadigini goreceksiniz!
serap durmazpinar kuruhasanoglu / france