“Bilim ve Sanat Takdir Edilmediği Yerden Göç Eder.”
İbn Sina
9 Mart 2012 Cumartesi günü Palandöken Gazetesi’nin Birinci sayfadan verdiği haber şuydu:
9 Mart 2012 Cumartesi günü Palandöken Gazetesi’nin Birinci sayfadan verdiği haber şuydu:
“Atatürk üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Dumlu Aydın ile eşi Psikiyatri Profesörü Nazan Aydın, Tıp Fakültesi öğrencilerine yönelik ödüllü makale yarışması düzenlendi.
''İrrasyonel sayıların kökenleri ve bu sayıları rasyonel kılacak yeni beyin devrelerinin tasarlanması hakkında düşünceler'' konulu yarışmada en sınır ötesi üç makalenin yazarı ise 14 Tıp Mart Bayramı'nda ödüllendirilecek.
''İrrasyonel sayıların kökenleri ve bu sayıları rasyonel kılacak yeni beyin devrelerinin tasarlanması hakkında düşünceler'' konulu yarışmada en sınır ötesi üç makalenin yazarı ise 14 Tıp Mart Bayramı'nda ödüllendirilecek.
Palandöken'e konuşan Prof.Dr. Aydın, ''kendisine çok şey borçlu olduğum, üniversitemde; aykırı ve bağımsız düşünme seferberliğini başlatmak ve yaşadığım sürece de devam ettirmek için böyle bir ödüllü yarışma düzenledik. Bu konuda destek veren herkese teşekkür ederim'' dedi.”
Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden yükselen bu kutlu sesi kutlarım.
Nobel ödüllü Pakistanlı Bilgin Prof. Abdüsselam dünya uygarlıkları içerisinde bilimle olan bağımızı şöyle değerlendirir:
“ Bu gezegendeki bütün uygarlıklar arasında bilimin en zayıf olduğu kesim İslam coğrafyasıdır. İçinde bulunduğumuz çağın koşullarında onurlu bir toplum yaşamı, direk olarak bilime ve teknolojiye bağlı olduğundan bu zayıflığın tehlikesi geçiştirilemeyecek kadar büyüktür.”
Atatürk Üniversitesi Fen Fakültesi hocalarında Prof. Dr. Hasan Seçen bilimde geri alışımızın nedenleri konusunda şu bilgileri verir: O.D. T.Üniversitesi eski hocası rahmetli Prof. Dr. Erdal İnönü şu soruları sorar:
Niye tüm teknolojik yenilikleri batıdan öğreniyoruz?
Niye Türkiye’de hiçbir yeni ilaç ortaya çıkmıyor?
Niye uzay çağına giremiyoruz?
Niye bilgisayar endüstrisinde İrlandalılar, Hintliler kadar başarılı olamıyoruz?
Niye Batı demokrasilerinde artık korkulmayan köktendinci siyasal akımlar Türkiye’de hâlâ tehdit konusu oluyor?
Niye trafik kazalarında, depremlerde en çok kurban veren ülkeler arasındayız?
Bu sorulara belki okurlarımızın kendince cevapları vardır. Ancak rahmetli Erdal İnönü şu cevabı verir:
“Bence doğru cevap matbaanın geç gelmesi değildir. Matbaa, mevcut bilginin yayılmasını sağlar, bu bakımdan çok etkilidir. Ama asıl önemli olan, insanı doğaya egemen kılan bilginin üretilme yolunun bulunmasıdır.
Bu ilerleme 1600’lü yıllarda orta ve batı Avrupa’da, gözleme ve deneye dayanan, matematiksel ifadelerden yararlanan bilimsel araştırma ve geliştirme yönteminin bir kaç araştırıcı tarafından uygulanmaya başlamasıyla gerçekleşmiş ve tüm batı Avrupa ülkelerine hızla yayılmıştır.”
Bilimsel araştırma yöntemi bir devlet politikası olarak Türkiye’ye ancak Cumhuriyet döneminde 1930’lu yıllarda geldi…. Ama işte 1600 ile1900 arasındaki üç yüzyıllık gecikme, Batı’nın Osmanlı dünyası üzerindeki kesin üstünlüğünü kurdu ve biz hâlâ bu üç yüzyıllık gecikmenin doğurduğu olumsuz etkileri ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.”
Bu geri kalışımıza ağlayan ve bunun çilesini çeken Prof.Dr. Mehmet Dumlu Aydın ve Prof. Dr. Nazan Aydın hocalarımız, tıp mesleklerinin yanında bir de “aykırı ve bağımsız düşünme seferberliğini başlatmak” erdemliliğini göstermişlerdir.
Bilgiye sahip olmanın yolları ikidir:
A-Akıl yolu/Rasyonel Yol
B-Akıldışı yol /İrrasyonel Yol
Akıl yolu, insanlık tarihinde son dört yüz yıl boyunca gözlem, deney, akıl ve rasyonel tartışma yoludur.
Akıldışı yolda kullanılan araçlar akıl yolunun kullandığı araçların tersine, otoritenin yoludur.
Birinci otorite, içinde doğup hazır bulduğumuz zihniyet ortamını oluşturan kültür çevresidir.
İkinci bir otorite de çoğunluk görüşüdür.
Yine zayıf iradeli, düşünme tembeli insanların bir başka bilgi kaynağı ve otoritesi de karizmatik kişilerdir. Bu tür karizmatik insanlara sorgusuz sualsiz bağlanan ve ona itaat eden kişiler mürit haline gelir. Bu insanlar için hak ve hakikat, liderin kişiliğinde ete kemiğe bürünür. Bu insanlar hakikate kendi akıl yoluyla, kendi yeti ve yetenekleriyle, sezgileriyle ve tecrübesiyle değil, körü körüne itaat ettiği karizmatik otoriteye teslim olarak ulaşacağına inanır.
Tüm bu olumsuz tutum ve tavırlar kazanmış bir kültür çevresinde hocalarımız kutlu bir seslenişle, bizleri bedensel kölelikten kurtuluşumuz gibi zihni, akli ve ruhsal kölelikten kurtuluşumuzu da gerçekleştirmeye çağırmaktadır.
Dogmatik uykumuzdan uyanmak umuduyla!