Tarihe adını altın harflerle yazdırmış, dünyanın bir ucundan diğer ucuna adalet, refah ve ilim götürmüş büyük bir milletin, kendisine yurt tuttuğu kutlu topraklara verdiği isim: Anadolu… Büyük bir medeniyet birikimi ve bunun yanında dille anlatılması zor bir mücadele karşısında birer yüzük kaşı gibi kıymetli şehirlerin oluşturduğu topraklara gönlünde öylesine yer vermiş, öylesine sevmiş ki; kutsal olarak gördüğü varlığın, anasının ismiyle isimlendirmiş bu toprakları ve adına Anadolu demiş...
Ana gibi saygı duyulacak, sevgi gösterilecek, o mübarek ellerinden öpülecek kaç tane değer var şu yeryüzünde... Küçükken bize bakan, besleyen, bize gelebilecek her kötülüğe karşı kendini siper eden, koruyan, kollayan... Bizi, gülün dokunuşundan bile esirgeyen... Anamız... Analarımız... Hangimizin anası böyle değil ki... Hangi ana evladı için fedakârlığı gaye edinmemiş ki...
İşte biz de, bu gerçekten hareketle yaşadığımız topraklara Anadolu adını lâyık görmüş, şehir şehir, kasaba, kasaba, köy köy, her bir köşesi cennetten esintiler getiren vatanımıza bu şekilde seslenir olmuşuz. Büyük fedakârlıklar sonucunda elde ettiğimiz bu dağları, bu yemyeşil ovaları, bu coşkun akan ırmakları, çayları, dereleri ve bunların kenarına kurduğumuz şehirleri; ana gibi bilelim, anamız, analarımız gibi sevelim, saygı duyalım, koruyalım, kollayalım diye...
Kem gözlere, hain duruşlara, yıkıcı ve bölücülere fırsat vermeyip, güzelliğine halel getirmek isteyenleri hak ettikleri cezayla cezalandırmayı her zaman boynumuzun borcu bilmiş, bu uğurda sayısız can vermiş, hesapsız kan akıtmışız. Ne acılar çekmişiz bu vatan için ve ne türkülerle seslenmişiz; bizim olan, çalışmayı, gayreti elden bırakmaz isek, bundan sonra da kıyamete dek hep bizim kalacak olan Anadolu’ya… Yaşarken tenimizi, öldükten sonra da canımızı emanet edeceğimiz, her karış toprağını şehit kanlarıyla yıkadığımız ve bugünde içimizdeki hainler yüzünden yıkamaya devam ettiğimiz topraklara… Zira öylesine pahalı ve öylesine göz alıcı yeri vatan edinip, dünyanın göz bebeği şehirleri mülkümüze katmışız ki; borcumuz bir türlü bitmiyor, ödediğimiz karşılığın bir türlü sonu gelmiyor.
Ne var ki, Anadolu’yu yurt tutanların bundan ne şikâyeti var ve ne de bundan yüksündüğü… Çünkü bir anamız da o... Bereketiyle, verimiyle bizi besliyor, bize bakıyor, yurt yuva olup bizi koruyor. Evimiz, barkımız, ocağımız hep onun kucağında... İçimizi soğutan suyu, onun çeşmelerinden içmişiz kana kana… Yine o çeşme başlarında sevgiliye el verip, mendil uzatmışız; sevdamızın nişanesi, gönlümüzü kaptırdığımızın delili olarak… Yüzlerce yıllık mezarlarımız, taşı nakış nakış işleyip sanat haline getirerek yaptığımız hanlarımız, hamamlarımız, medreselerimiz, ibadethanelerimiz hep onun bağrında…
Anadolu… Yıllardır dillerde dolaşan o meşhur şarkıda da söylendiği gibi;“havasına suyuna, taşına toprağına, bir tek dostuna bin can feda kıldığımız, her köşesi cennetten bir köşe olan” yer… Baktığımızda içimizin ezilip yandığı bu memleket bir başkadır bizim için…
Çünkü bir anamız da o... O da bereketiyle, verimiyle bizi besliyor, bize bakıyor, yurt yuva olup bizi koruyor. Evimiz, barkımız, ocağımız hep onun kucağında... Anadolu hür ve rahat olacağımız tek yer... Burası esaretin pençesinden kurtularak sığındığımız son yer... Düşmanlarımızın kininden, nefretinden, kötülüğünden, sayısız can karşılığında kurtardığımız son vatan parçamız, son kalemiz, son mülkümüz... Hürriyetimizin ve geleceğimizin teminatı mümbit topraklar... Doğmanın ve ölmenin en güzel olduğu topraklar... Hani şair de demiyor mu?
Çünkü bir anamız da o... O da bereketiyle, verimiyle bizi besliyor, bize bakıyor, yurt yuva olup bizi koruyor. Evimiz, barkımız, ocağımız hep onun kucağında... Anadolu hür ve rahat olacağımız tek yer... Burası esaretin pençesinden kurtularak sığındığımız son yer... Düşmanlarımızın kininden, nefretinden, kötülüğünden, sayısız can karşılığında kurtardığımız son vatan parçamız, son kalemiz, son mülkümüz... Hürriyetimizin ve geleceğimizin teminatı mümbit topraklar... Doğmanın ve ölmenin en güzel olduğu topraklar... Hani şair de demiyor mu?
Vatan güzel vatan güzel / Giymeğe keten güzel
Gezmeye garip eller / Ölmeye vatan güzel...
Eğer vatan toprağında ölmemişse insan, gariplik öldükten sonra bile yakasını bırakmaz. Öldükten sonra bile vatandan ayrılmanın ıstırabıyla yanıp tutuşanlar az değildir. İşte Yahya Kemal Beyatlı'nın bu durumu ifade eden mısraları...
Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor
Lâkin vatandan ayrılmanın ıstırabı zor
Ya vatan uğruna her şeyini feda etme düşüncesinde olan Azerbaycanlı şair Erkâni ne diyor mısralarla:
Ger yolunda kıt'a kıt'a doğranam hoştur mene
Sendedir namusu arım, her ne varımsan vatan.
Hazıram her an yolunda baş ile candan geçem,
İkbâlim, bahtım, penâhım, itibarımsan vatan...
Son günlerde ülkemizde meydana gelen elim vakalarda kaybettiğimiz vatandaşlarımızdan, askerlerimizden, polislerimizden dolayı yüreğimiz ne kadar yansa da, birileri bizleri kanla boğmaya çalışsa da, “bizim için bir başka olan bu memleketin” hep bizim olarak kalması için, her daim uyanık olmaya, birlik olmaya, cesaretli olmaya mecbur ve mahkûmuz… Her gün düşüncelerimizi karartmaya, varlığımızı karamsarlık bulutlarıyla gölgelemeye çalışan düşman, her zaman vardı ve her zaman pusudaydı. Bekliyordu yorgun düşmemizi… Bekliyordu acizlik ve korkaklıkla hareket etmemizi... Ve ne vakit ortalığı toz, duman ve kargaşa sarsa, hep bu anlarımızda en ince yerimizden vuruyordu bizi... İşte böyle anlarda canımız ellerimizde mücadele ettiğimiz de oldu, kuvvetimizden ürküp bize yaklaşamadığı durumlar da… Ama düşman hiçbir devirde yenemedi bizi, yenilmedik.
Günümüze gelinceye kadar bu topraklar için çok büyük bedel ödedi bu büyük millet ve ödemeye de devam ediyor. Düşman ise yüzyıllardır pusuda ve türlü oyunlar eşliğinde kurduğu tuzaklara her gün bir yenisini ekliyor. Ve bıkmadan, usanmadan, yılmadan, sabırla; yenileceğimiz, çökeceğimiz, tarih sahnesinden çekileceğimiz günü iple çekiyor.
Eğer birilerinin zihnimizi ele geçirip, bizi yıkmak adına uydurduğu suni meselelere takılmayıp, bunları ölüm kalım haline getirmeyip, birlik ve bütünlük içinde olursak… Eğer dirliğimizi, gücümüzü, kuvvetimizi muhafaza edersek… Düşman; şehit kanlarıyla suladığımız bu toprakları, zaman içerisinde ip ince minarelerle, taşı hamur gibi yoğurarak yaptığımız camilerle, medreselerle, hanlarla, hamamlarla, her bir köşesine medeniyetimizin sindiği evlerle, saraylarla, köprülerle süslediğimiz şehirleri, kasabaları, köyleri ele geçirmek için durduğu yerde daha kıyamete kadar bekler. Ne var ki; bunun tersi olursa, işte o zaman işimiz çok zor. Emanete sahip çıkamamanın utancı bizi bekliyor.
Birileri onu yok etmeye, parçalamaya çabalarken; birileri ise, şairin "ikbalim, bahtım, penahım, itibarımsan" dediği Anadolu'yu birlik ve bütünlük içinde ilelebet yaşatmak için can terk etmeye devam ediyorlar bugünde tıpkı geçmişte olduğu gibi... Erzurum da, bu kervana onlarca civanla katılan Anadolu şehirlerinden biri... Her şehirden, her kasabadan, her köyden nicesini kara topraklara uzattığımız bu çocukların, ölümünden sonra adlarını anan, hatıralarını yâd edenimiz var mı analarından başka... Sağlığında anasının kucakladığı vücudunu, uğruna kendini feda kıldığı topraklar kucaklıyor ancak...
Ve o analar... Çilenin yoğurduğu derin çizgili yüzlerine baktığınızda o evlatları hangi şartlarda, ne gibi zorluklarla yetiştirdiğini görebileceğiniz o analar... Her cuma civanlarının mezarlarının başına gelip, onlara manevi hediyeler gönderiyorlar. Ve bu topluluk, verilen şehitler sebebiyle her gün biraz daha büyüyor. Ülkede nelerin nasıl cereyan ettiğini az da olsa görme hassasiyeti kazanmış kişiler bile, bir yandan ülkenin içinde bulunduğu duruma, bir yandan da bu olanlara bakıp, neye, hangi anlamı vereceklerini şaşırıyorlar doğrusu...
Nasıl şaşırmasın ki insan... Suni olarak büyütülen problemler... Atılan nutuklar... Edilen yeminler... Yeni yeni kamplaşmalar... Yeni yeni bölme, parçalama senaryoları... Daha neler neler... Bütün bunlar olurken, hâlâ menfaat kaygılarıyla kesin ve net adımlar atmaktan çekinen ilgili ve yetkililer...
Belki çok karamsar bir tablo çizdik yukarıdaki satırlarda... Bu ülkede güzel şeylerin de olduğunu bilmemize rağmen... Ama ne yapalım ki, insanların zihni, iyi hareketlerle doldurulup, iyi şeyleri yapmaya yönlendirilmiyor da, hep kötülükler gösterime sokulup, zihinler bulandırılıyor. Yıllardan beri binlerce insanını teröre kurban veren, asıl harcanması gereken yerlere değil de milyarlarca lirasını teröre harcayan bir ülkede, iyi şeylerden bahsetmekte zorlanıyor insan artık... Asıl kötüsü de; bu gidişin nerede son bulacağını bilememek, geleceğe dair umudu azaltıp, endişeleri artırıyor. Verilen bütün sözlerin havada kaldığı, atılan adımların yarım bırakıldığı ve kimsenin kesin çözüm için sorumluluk yüklenmek istemediği bir ülkede insan, ne yazacağı ve ne söyleyeceği konusunda tereddüde düşüyor. Tıpkı, üstâd Necip Fazıl'ın bir şiirinde dile getirdiği gibi:
Bir alem ki, gökler boru içinde,
Akıl, olmazların zoru içinde
Üst üste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Tereddütlerimizi giderecek, ülkemize ve insanımıza yeni ufuklar açacak, yeni hedefler gösterecek olanları arıyor gözlerimiz... Bu duygu ve düşüncelerle; gönlümüzü hüzne, ruhumuzu ve bedenimizi acıya gark edenleri lanetliyor, Allah’ın sonsuz gazabına havale ediyoruz onları…