Gelecek bilimcisi Magnus Lindkvist’in, ‘Trend Avcısı’ adlı kitabında geçen bir hikâyecik hoşuma gitmiş, alıp bir yazımda kullanmışım sekiz yıl önce.
Bugün çıktığım arşiv avcılığında bu yazı takıldı oltama; buyurun birlikte göz atalım.
*
Bir süre önce Stockholm’ün banliyölerinden birinde yaptığım bir yürüyüşte bir ağaca raptiyelenmiş küçük bir notla karşılaştım.
Üzerinde ‘Kayıp eldivenler bulundu. Size aitse lütfen şu numarayı arayın’ yazıyordu ve aşağısına bir isim ve telefon numarası eklenmişti.
Birisi bir çift eldiven bulmuş, eve gitmiş, oturup bir kâğıda bu notu yazıp plastik bir dosyaya koymuş.
Sonra eldivenleri bulduğu yere geri dönmüş, evden beraberinde getirdiği bir raptiyeyle onu yakındaki bir ağaca yapıştırma zahmetine girmiş.
Bir parkta olduğumuz için en yakın ev en iyi ihtimalle beş dakika uzaklıktaydı.
İlan sahibinin buraya en yakın evde oturduğunu varsayarak, tamamen yabancı birine yardım etmek için en az yarım saatini harcadığını hesapladım.
*
Uzak diyarlardaki bu asil adamın ruhunu kendime çok yakın buldum.
Gıyaben ona ısındım. ‘Böyle evlatlar yetiştiren bir baba olmayı’ kim istemez diye geçirdim içimden…
Gözümü kitap sayfasından ayırıp bizim topluma çevirdim.
‘Ağaca raptiyelenmiş kayıp eldiven ilanı’ gibi muhteşem manzaralar çıkmadı hemen karşıma…
Gerçeklerin sarsıcı yumruğunu hissettim suratımda.
Fotoğraf makinesinin objektifini ayarlayınca objenin netleşmesi gibi gözümün önünde şu görüntüler arzı endam etmeye başladı:
Yaşlıya dolmuşta yer vermeyen, otobüs kuyruğunda hakka riayet etmeden en öne süzülen…Trafik ışıklarında kurala uyanları arkadan kornayla taciz eden… Kaba saba insanlar geldi gözümün önüne.
Saygısız müşteri, beceriksiz usta, kazıkçı, yeminci, hileci esnaf…
Bire alıp ona satan tamahkâr tüccar…
Kaytarmacı, rüşvetçi memur…
Kul hakkı gaspçıları, ağızlarından yemin düşmeyen laf müminleri, yalancı şahitler…
*
Kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Üstüme şeytan vesvesesi gibi üşüşen kara kuraları defedince hatırıma sosyal medyada yayımladığım yazı geldi. Hemen kalkıp buldum, kopyalayıp yapıştırdım buraya…
Kötü örneklerin gönlümü daraltan kasavet bulutlarını dağıtıp, içime ferahlık veren o yazı şöyle:
Evde tesisat arızası meydana geldi, böyle durumlarda çağırdığımız ustadan randevu aldım, ama saatinde gelmedi bir de araya pazar girince işler hepten sarpa sardı.
Pazartesi günü hiç tanımadığım bir başkasını çağırdım. Adamcağız iki saat uğraştı, kan ter içinde kaldı.
İşi bittikten sonra ‘borcum ne kadar’ diye sordum. ‘Gönlünden ne koparsa’ dedi. Gönlümden kopan miktarı uzattım.
‘Bu fazla’ dedi. Sonra parayı bozdu, çok makul bir miktarını aldı, kalanını iade ederek helallik isteyip gitti.
Peşinden bakakaldım. İçimde bir huzur rüzgârı esti, tüm benliğime yayıldı.
Düşündüm. Bu yiğit Anadolu Çocuğu okuma fırsatı bulup ünlü bir cerrah olsaydı, canını neşterine emanet eden garibana aynı tok gözlülüğü gösterirdi.
Üst düzey yönetici olsa ihale avcılarına kök söktürür, belediye başkanı olsa kat üstüne kat, yat üstüne yat işlerine burun kıvırırdı.
Müteahhit olsa 'aman demir eksik olmasın, aman çimentoyu biraz daha katın' diye titizlenip dururdu.
E, yok mu böyleleri? Var elbette. Hem de sayamayacağınız kadar çok. Evet, biz, üstün ahlâklı, edepli, terbiyeli millettik. Bugün de kahir çoğunlukla öyleyiz.
Bu milleti cihanın efendisi yapan sağlam karakteri hep dimdik ayakta çok şükür. Yani demem o ki bu toplumda eldivenlerinizi kaybetmekten hiç korkmayın! Ama ellerinize dikkat!