Başkaları da var, ama en kanlı, en karanlık, en insanlık ayıbı olanı şunlar:
27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz…
Türkiye’nin yakın tarihine ve demokrasisine indirilmiş balyozdur, ölümcül darbelerdir.
Gazeteniz Palandöken, meşum 28 Şubat Post Modern Darbesi’nin en aktif tanıklarından biridir.
Bendeniz ve yazarımız Mustafa Çetin Baydar, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandık.
Yaptığımız haberler ve köşe yazıları yüzünden, asker tarafından “üstü çizilen gazete” oldu Palandöken…
Darbeci askerler, Palandöken Dağı’nın alnına kamyon büyüklüğündeki harflerle, “Ya yolunda gideceğiz, ya uğrunda öleceğiz” şeklinde yazdığında, Palandöken gazetesi manşet atmıştı:
“Erzurum Cumhuriyeti kuran şehirdir. Niye bize parmak sallıyor ve tehdit ediyorsunuz?”
Vay ateş sana kim üfürdü…
Anında seri halde açılan soruşturmalar başladı.
Hiç unutmam o soruşturmalardan birinde, güya Trabzon’dan emekli bir asker suç duyurusunda bulunmuş!
Mustafa Çetin Baydar’ın, “Heterodoks İslam” başlık yazısı ise, ipleri koparmıştı tümüyle…
Palandöken, Erzurum’da en çok okunan ve en ağırlığı olan bir mahalli gazete olmanın yanı sıra, yaptığı haberler ve köşe yazılarıyla da ülke genelinde de adından sıkça söz ettiriyordu.
Düşünün ki kimi sağ gazeteler, yapamadıkları haber ve yorumları Palandöken’den alıp, abartılı biçimde bizi kaynak gösteriyordu!
Bugün etrafta demokrasi fedaisi olarak caka satıp duran kimi isimler, 28 Şubat’ta askere kuyruk sallayıp, resepsiyonlarda ellerinde rakı kadehleriyle dolaşıyordu.
O gün ki Milliyet ortalama haftada bir Atatürk Üniversitesi için, “Medrese… Rektörü de Müderris” diye başlıklar atardı.
Palandöken de itiraz ederdi ve her seferinde askerin doğrudan ya da dolaylı tehdidiyle muhatap olurdu.
Bir gün şöyle bir telefon geldi bana:
“Mustafa Çetin Baydar’a ve M.Talat Uzunyaylalı’ya yazı yazdırma, biz de seninle ilgili akredite yasağını kaldıralım, Palandöken’i yeniden askeri birliklere sokalım.”
Şükürler olsun ki, o teklifi elimizin tersiyle itmiş, doğru olduğuna inandığımız çizgide bedel ödememize rağmen devam etmiştik.
28 Şubat’la ilgili bir gün kapsamlı bir belgesel yahut da araştırma yapılırsa, sizin temin ederim ki, Palandöken gazetesi için şu not düşülür:
“Mahalli bir gazeteden çok ama çok fazlası”
Merhum Erbakan, başbakandı…
Dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı, Artvin’de muhtarlarla yaptığı toplantıda, başbakan için küfürlü konuştu.
O gün ki sözde büyük gazeteler ve özellikle de basının amiral gemisi olan Hürriyet, ayakta alkışlamış ve milyonlara tercüman oldu başlıklarını atmıştı.
Palandöken gazetesinde bu kardeşiniz de şu minval üzere bir yazı kaleme almıştım:
“Paşa, madem siyasete bu kadar meraklısın, çıkar üzerindeki o üniformayı gir siyasete kaç okka çektiği herkes görsün.”
Osman Özbek’ti o general…
Hakikaten devlet adına da demokrasi adına da hukuk ve insan hakları adına da tam bir utanç vesikasıdır, 28 Şubat…
Sivil apoletli gazeteciler, yargı mensupları, akademisyenler, iş insanları dalga dalga darbecilerin önünde eğilip şükranlarını sunuyordu!
Çünkü inanmışlardı ki, 28 Şubat, “demokrasiye balans ayarı yapan” Çevik Bir’in dediği gibi “Bin yıl sürecek.”
Birkaç yıl bile sürmedi…
Ve o mahut sürecin tüm figüranları yargı önünde hesap verdi; sivil kanadı hariç…
28 Şubat günü Milli Güvenlik Kurulu, on saat süren bir toplantı yaptı. Askerlerin gözü, ne Cumhurbaşkanı Demirel’i ne de Başkan Erbakan’ı görüyordu!
20 maddelik bildiri yayınladılar.
Ve ne yazık ki, Hoca istifa etmek zorunda kaldı. Sonrasında da Refah Partisi kapatıldı ve Erbakan’a beş yıllık siyaset yasağı getirildi.
Merhum Demirel, “Direnseydim, aksi bir tavır alsaydım, ülkede kardeşkanı akardı” demişti.
Nasılsa tarih hükmünü icra edecek…
Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı ve Fadime Şahin…
Bizzat darbeciler tarafından sahaya sürülen kullanışlı aparatlardı!
Görevlerini icra ettiler, efendileri eliyle çöpe atıldılar.
Pekii…
27 yıla rağmen 28 Şubat anlayışı büsbütün ülkenin gündeminden çıktı mı?
Asker ve polis nezdinde devam ediyor, demek bühtan olur.
Lakin kimi sözde sivil kesimler hala aynı minval üzereler.
Denk getirebilseler tekrarlamaktan geri durmazlar!
15 Temmuz 2016’da gördük.
Siz zannediyor musunuz ki, 28 Şubat kafası ile 15 Temmuz anlayışı aynı değil…
Her ikisinin de tasması Amerika’nın elindeydi.
Güya biri Atatürk, öteki de din adına kıyam etmişti!