Bildiğiniz üzere yüzyıllar önce kiliseler cennetten topraklar satıyorlardı. Gerçi her şeyde olduğu gibi Avrupa yaklaşık bir yüzyıl geriden takipte ve taklide adı Müslüman Papaz kılıklı içimizdeki devşirmeler de bu satış işlerine, cennetten gayr-ı menkul müteahhitliğine yıllardır soyunsa da velhasıl ortaçağ karanlığındaki cahil halk ise, “ölünce cennette yerimiz hazır olsun” diye bu oyuna alet oluyor, böylece papazlar ve kilise zenginleşiyordu.
Ancak herkes öyle değildi. Bunun bir kandırmaca olduğunu, cennetten toprak satın alınamayacağını söyleyen Martin Luther mahkemeye çıkarılmıştı. Yargı, o zamanlar da dini kullananların elinde oyuncaktı. Duruşma sırasında Martin yargıçlara seslendi;
“Milleti cehennemle korkutup, cenneti para karşılığı satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi satsanız ya?”
Yargıçlardan biri sordu: “Cehennemi kim alır ki?”
Martin Luther, “Ben alıyorum, neyse parası vereyim” dedi.
Yargıçlar cehennemi Martin’e bedava verdiler!
Duruşma sonunda Martin kapının önüne çıktı ve duruşma sonucunu merak eden binlerce kişiye seslendi:
“Cehennemi satın aldım, benimdir. Bundan sonra oraya kimseyi almayacağım, korkmayın!”
Cehennem korkusu kaybolan halk böylece kilise baskısından kurtulmuştu. Bundan sonra halk özgür beyinlere sahip olmaya başladı ve Avrupa aydınlanması 500 yıl önce böylece sıradan ve çok akıllı bir olaylar dizisi ile başlamış oldu.
Kur’an insana akıl seciyesi üzerinden hitap etmekte ve davetinde doğrudan aklı ve tefekkür muhatap almaktadır. Hitabını insanın akletme ve düşünme yetisini açığa çıkarma ve akletmenin, düşünmenin önündeki engelleri kaldırma esası üzerine kurmakta, metodunu insan aklının çalışma biçimi üzerinden oluşturmaktadır. Kur’an’ın tümünde aklın ve tefekkürün ışığında yaklaşık akl’etme ile ilgili 75, tefekkür ile ilgili 137 yerde geçmektedir.
Velhasıl aklı ve düşünmeyi rehber alması gereken İslam aleminde kendi sapkın ictihadlarına, şeytana uşaklık eden zihniyetlerine göre Müslüman yetiştirmeye çalışan papaz kılıklı devşirme alim ve lider müsvetteleri oluşturdukları İslami paradigmalar eşliğinde;
Allah ile korkuttuk, Allah ile aldattık,
Cennet ve cehennem ile ket vurup zihinlere pranga vurup köleleştirdik.
Hani yaratıcının mükemmeliyet özelliği ile vücûd bulan zihinleri, bedenleri körü körüne itaatin eşiğine getirip mankurtlaştırabildik.
Liyakat ve ehliyette, şahsiyet ve iffette çoğu zirve yapmış , toplumun maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamada , problemlerine çözüm bulmada çokta mahir siyasetçileri, akademisyenleri, bürokratları, tüccarları, askerleri, polisleri, hocaları velhasıl devletin ve siyasetin önemli noktalarında bulunmuş insanları bir biat kültürü etrafında kula kullaştırdık.!
Kimi liderine, kimi müdürüne, kimi şeyhine, kimi hocasına, kimi komutanına, kimi amirine, kimi bakanına, kimi öğretmenine, kimi aşiretine, kimi mezhebine, kimi ideolojisine, kimi kadınına, kimi makama, kimi şöhrete, kimi paraya, kimi evlada mistik düzeyinde bağlanıp, Hakka kulluktan uzaklaştık.
Üst düzeyde performansa, fiziksel ve zihinsel kapasitelere sahip nice beyinleri, modern eğitim almış insanları, eğitimi ve diploması olmayan, müridlerin kutsamasına ve uçurmasına muhtaç acziyetteki şeyhlere, kanaat önderlerine, aşiret reislerine, liderlerine, terörize örgüt ve zihniyetlere körü körüne itaatinin, mensubiyetin eşiğine getiren nedir hiç akletmedik.
Kişileri ve pragmatik zihniyetlerini kutsayan “mistik tapınma”yı kendimize bile nasıl izah edeceğiz hiç tefekkür etmedik. Özgür düşünmeyi, araştırmayı, sorgulamayı engelleyen, insanların beynine kelepçe vuran, bu “mistik taasubiyeti” mankurtlaşmayı nihayetlendiremedik.
Dolayısı ile düşünemeyen, araştırmayan, neye niçin inanması gerektiğini merak etmeyen ve üretemeyen bireysel kişiliklere muhtaç ve mecbur, onların dışında özgür iradesini kullanamayan bir müslüman toplumun maalesef ki yapı taşı olduk.
Akli ve nakli ilimleri, İslami esas ve hükümleri asli menbaasından öğrenebilmek, araştırabilmek, akledebilmek, düşünebilmek varken, bu biat ve körü körüne itaat kültürü ile kişileri, sığ zihniyetlerini, saçma paradigmalarını tabiatüstü vasıflar izafe ederek aslında acıktığımızda, ters düştüğümüzde, menfaatimiz kesiştiğinde bittiğinde yiyebileceğimiz silebileceğimiz, öldürebileceğimiz, helva nitelikli putlarımızı, tabularımızı, haşa ilahlarımızı kendimiz üretmeye mahir olduk ve mankurtlaştık.
Bu sebeple aklı ve düşünmeyi rehber alması gereken inanç ve ideal sembolü beyinler olarak, aklı, iradesi kişilerin veya zihniyetlerin kıskacında esaret altına alınmış, özgürlüğü ; ket vurulmuş iradesi oranınca ipotek altına alınmış, kendileri adına başkalarının düşünmesine, karar vermesine, yemesine, giyinmesine, ibadetine, mesleğine,evlenmesine velhasıl nihai akıbetine tesir edilmesine bile mahkum ve mecbur bıraktığımız beyinlerimizi,
Cenneti saltığa çıkaran sahte şeyhlerin, papazlıktan devşirme alimlerin, tabulaştırılmış liderlerin onlara ruh ve anlam yükleyen sığ zihniyetlerin, doğmatik sapkınlıklar ile vücut bulmuş yapıların, teşekküllerin, örgütlerin maalesef ki sermayesi yaptık.
Aslında kendimize kurtarıcı olarak ilahlaştırmaya, kutsamaya çalıştığımız bu kişi ve fikri tabular karşısında; okuyan, araştıran, sorgulayan, düşünen, neye niçin inanması gerektiği noktada akletmeye çalışan beyinleri çaresiz ve meczup bırakıp kendi akibetimizi hazırladık.
Bir kişinin başına ne gelirse fazla meraktan gelir dediler, engellediler.! Sorma itaat et dediler biat ettirdiler ve bunu kültüre dönüştürdüler, salla başını al maaşını dediler emri uygulattılar, özgür irademiz ile birlikte nice beyinlerimizi kiraladılar, sömürüldük, öldürüldük, ezildik, hakir ve hor görüldük ama tabu ve tagutlarımıza karşı asla saygıda kusur etmeyecek kadar mistik adanmışlığa sadık kaldık.
Belki bize her şey verseler bile özgür ve bağımsız olma hakkımızı elimizden alıyorlar ise bunu veren ve sağlayan ister din olsun, ister liderler olsun ister ise onların fikir ve vehimleri ile vücut bulan sosyal yapılar olsun ne olursa olsun insanlığın da, inancın da, islamın da düşmanlarının ta kendileri olduğunu unutmamamız gerekir.
Şayet özgür düşünme ve bağımsız hareket edebilme iradesinden uzak kalır isek ne Hak dini yaşayabiliriz, ne de ALLAH ile aldatan din tacirlerinin esaretinden kurtulabiliriz.
Şayet aklı ve düşünmeyi rehber alamaz isek emperyalist takiyeci zihniyetlerin kıskacında mankurtlaşmış bir figürandan öteye geçemeyiz.
Şayet doğru ve hak dinle tanışamaz ve yaşayamaz isek, ne ALLAH’tan korkarız ne kul hakkı yemekten çekiniriz, ne yetim hakkını gaspetmekten kendimizi alıkoyarız ve de bunlara meyleden tabu ve tagutlarımızın fetvaları eşliğinde vicdanlarımızı esaretin müsaade ettiği oranda sadece rahatlatırız.
Nasıl mı bu cendereden, kıskaçtan ve esaretten kurtulabilirize gelirsek…
Özellikle Eğitim ile ilgili asırlarca ihmal ve suistimalin eşliğinde geldiğimiz bu günlerde doğru dinle tanıştırılmayan, analitik düşünmeden, tefekkürden yoksun, akli bilimlerden uzak, nakli bilimlere ise öğreticisinin öğretisi oranında yakın ve taklitçi, biat ve itaat kültürü ile yetiştirilmeye, hür iradesini kullanamamaya yönelik mankurtlaştıran eğitim sistemini bir kalemde silip hiç değilse geleceğimizi kurtarma adına…
Düşünen, neye niçin inanması gerektiğini tefekkür edip akledebilen, okuyan, araştıran, sorgulayan, merak eden, bir eli ilimde, fende teknolojide, bir eli Kuran’da sünnette olabilen, bir ayağı tarihinde, mazisinde bir ayağı atide, istikbalde olabilen fikri ve iradesi hür gençliği bütün eğitim kurumlarında yetiştirebildiğimiz sistem ile ancak başarabiliriz.
Selam saygı dua…