İlk yaşayarak korktuğum deprem 1966 yılı ağustos ayında yaşadığımız Varto depremi olarak tarihe geçen depremdi. 2.394 kişi hayatını kaybetmişti. Gündüz 14.22 de yaşanmıştı. Gündüz olmasaydı can kaybı belki de katlanırdı.
1966 yılı Varto depremi sabahı 11 sularında küçük bir deprem olmuştu; rahmetlik Babaannem, “bu sanki alttan yukarı doğru vurdu, inşallah sonrası olmaz” demişti. Sonrası felaket oldu. Bu bir tecrübeydi! Hiç unutmadım!
Sonra Erzincan, Horasan, tekrar Erzincan, Afyon; Bingöl, Kocaeli 1 ve 2, Akdeniz depremleri yaşandı.
Her depremden sonra kalbimiz kanadı!
Korkunç bir durum; deprem, büyük felaket!
1992 yılı ağustos ayında Erzincan’da bir eczanede bulunduğumuz sırada orta şiddette bir deprem olmuştu. Ben arkadaşımla çok fazla panik yapmadığımız halde orada bulunan Erzincanlılar büyük bir panikle kendilerini dışarı attılar, biz o kadar da korkmamıştık aslında. Sonra arkadaşım Sacit H. bir şaka yaptı; bu kadar niye panik oldunuz diye! Aslında niyeti korkularını biraz hafifletmek, ortamı yumuşatmaktı. Erzincanlı arkadaşın yüzü daha bembeyazdı, Ecz. Hanım titriyordu, su falan verdik, içeri girmediler ve Başkalfa; “siz depremle ilgili hiçbir şey bilmiyorsunuz, bir deprem yaşamamışsınız” demişti bize.
Erzincan 1992 yılında yıkıldığında o arkadaşımızın ne kadar haklı olduğunu anladım.
Hatta 1986 yılında gene aynı arkadaşımla hiç unutmuyorum bir kandil gecesi bir otelde kalıyorduk, deprem oldu ve bizden başka galiba herkes geceyi dışarıda geçirmiş, kimse evlerine girememişti. Bu bizim depremin gerçek yüzünü görmediğimizden kaynaklanmıştı!
Deprem sonrası konuşmalara bakıyorum, gerek hükümet ve gerekse muhalefet ve gerekse depremle ilgili akademisyenler; konuşuyorlar, tavsiyelerde bulunuyorlar, herkes birbirini bir noktada suçluyor, işlerini eksik buluyor!
Aslında eksik olan bizim milletçe bilgi ve davranış eksikliğimiz!
Depremi yaşayana kadar ciddiye almıyoruz! Bu ne demek? Binalar yaparken çimentosunu, demirini hesaplamıyor ve belki de göz kararı yapıyoruz. Ruhsatta kolay alınabiliyor; demek ki? Belediyeler deprem konusunda zaten sınıfta kalmışlardır.
Erzincan’da hasarlı binaların tekrar makyajla güya güçlendirilerek yeniden kullanıma açıldığını biliyorum. Kirişi, kolonu çatlamış bir sürü bina kullanılıyor! Deprem biraz unutuldu mu; binaların kat sayısı hemen deprem lehine yükselmeye başlıyor; mesela Erzincan’da çok katlı binalar yapılmaya başlanmıştı(!) 1992 öncesi!
En başında depremde toprak ve enkaz altında yatanların yerine kendimizi, çocuğumuzu, sevdiklerimizi koyarak düşünebilsek; daha sağlam binalar yaparak depreme tedbir alacağız. Ama düşünmediğimiz ve empati* (1) yapmadığımız için de her depremde acı kayıplar veriyoruz.
Ve her acı düştüğü yerde kalıyor!
Gerçek empati yapmalıyız. Sıcak odamızda, elimizde sıcak çay, kalorifer açık, yumuşak minder, sıcak yatağımız veya kuruyemiş yerken televizyonda oradaki insanlara üzülmek, hatta ağlamak empati değildir. Mesela sokağa çıkıp aç karnına, susuz, uykusuz ve sevdiklerimiz bir metre yanımızda yerin dibinde hayatta olup olmadıklarını bilmeden beklemeyi düşünmek; belki yüzde bir veya iki empati yapmak sayılabilir!
Deprem kaderdir ama depremde ölmek kaderin dışında cüzi iradeyi kullanmamanın, eğitimli olmamanın, tedbir almanın bile ne demek olduğunu bilmemenin bedelidir!
Büyükler yapar, bebekler, çocuklar, kadınlar mazlum ve masumlar, bedel öder; ne yazık ki!
*(1) Empati; karşındakinin yerine kendini koymak, kendini onun durumunda düşünebilmek.