Ekonomi politikalarında başlayan değişim hızla devam ediyor.
Genel anlamda bu değişimin adı sıkılaştırma politikası olarak değerlendirilse de piyasaların kendi kuralları içinde dengeye ulaştırılması olarak değerlendirilmesi daha uygun.
Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek'in ifadeleri orta ve uzun vadede bir denge piyasası hedeflendiğini bize gösteriyor.
Türkiye tüm dünyada yaşanan global ekonomik krizle birlikte, yaşadığı pandemi deprem gibi felaketlerin, profesyonel bir yönetim becerisiyle üstesinden gelmiş, dünyada sayılı ülkelerden biri olsa da bunu gerçekleştirmek kolay olmamış ek vergilendirmeler söz konusu olmuştur.
Bu artışların bir süre daha devam etmesi doğal bir olasılıktır.
Devletin en önemli gelir kaynağının vergiler olduğu unutulmamalıdır.
Deprem felaketinin meydana getirdiği yaraların sarılması için uygulanan ek vergilerin muhatabının, alt ve orta gelir düzeyi olduğu düşünülse de, vergilerin asıl maliyetinin üst gelir düzeyine sahip kişiler hedef alınacak şekilde düzenlendiği görülmektedir.
Kurumlar vergisinde yapılan artış ek gelirlerde uygulanan en büyük artışı oluşturmaktadır.
KDV'de artış 2 puan yükselirken, temel ihtiyaç ürünlerinde ise %1 lik seviye stabil kalmıştır.
Temel ihtiyaç ürünleri korunurken ek vergiler diğer ürünlere yansıtılmıştır. Yani harcamalarının çoğunu temel ihtiyaç ürünleri dışında yapanlar daha çok etkilenecektir.
Depremzedeler mücbir sebeple belirli vergilerden ve ek motorlu taşıt vergisinden muaf tutulmuştur.
Rezervleri güçlendirmek ve bütçeyi dengelemek için atılan bu adımların yaz aylarında gerçekleştirilmesini bilinçli ve doğru bir adım olarak değerlendirebiliriz.
Enflasyonla mücadelede ön hazırlık niteliği taşıyan bu kararların sabote edilemeyeceği tek zaman dilimi yaz aylarıdır.
Türkiye yaz aylarında döviz likiditesi bakımından dünyanın en önemli turizm merkezlerinden biridir.
Bütçe açığı fazla ve rezervler güçlü değilken yapılacak enflasyonla mücadele adımları, başarılı olmayabilir.
Ek vergilerin uygulanması, piyasayı soğutup talebi düşürse de enflasyonla mücadele konusunda orta vadede uygulanması gereken bir politikadır.
Bu dönemde kar amaçlarını rölantiye alan işletmeler önümüzdeki orta vadeli süreci ( ki bu süreç iki yıl şeklinde planlanıyor )geçirdikten sonra var olmaya devam edecek, yüksek kar peşinde koşan firmalar ise ciddi düşüşler kaydetme ihtimaliyle karşı karşıya kalacaktır.
Bu sürecin fiyat artışları konusunda son dönem olduğuna inancımız tamdır.
Türkiye'nin orta vade para politikalarında dengeyi sağlaması işsizliğinde dengede tutulmasına olumlu yansıyacaktır.
Ülkemizin yaşadığı olağanüstü felaketlerin bütçe ve enflasyon üzerindeki etkilerini azaltmaya yönelik ek vergilerde gerçekleştirilen artışlar, aynı sebeplerle ÖTV artışlarında görülse de 2016 yılından itibaren meydana gelen enflasyon artışının yine de altında kalmıştır.
Ekonomik tablo ne kadar kötü çizilse de, Türkiye hala yabancı yatırımcıların tercihi olan gözde ülkelerden biridir.
Son olarak, Türkiye ile BAE arasında yapılan yatırım, ekonomi, sanayi, savunma, hukuk, yargı, yenilenebilir enerji ve uzay endüstrisi alanlarında toplam tutarı 50.7 milyar dolarlık anlaşmalar bunun en güzel örneğidir.
Marmara depremini hatırlayacak olursak,
Türkiye, deprem sonrası IMF’ye tamamen mecbur kalmıştı. Memur ve işçi maaşları, deprem vergileri ve IMF’den gelen paralarla ödendi.
IMF’in Türkiye’nin içişlerine karışmasına uygun bir zemin hazırlanmıştı.
Bugün ise; “Türkiye Yüzyılı” vizyonuyla atılan adımlarla IMF'nin ağır reçeteleri ve dayatmalarının olmadığı “Büyük Türkiye” var.