Ne zaman bir “sahte” yahut da “sapık” bir tarikat şeyhi ifşa olunuyorsa, mahut çevre (kendi açısından haklı olarak) zil takıp oynuyor. İstiyor ki, bu “sahte ve “sapık”ların sayısı kum gibi olsun!
Karşı tarafsa evlere şenlik bir halde…
Savunma refleksiyle değil de mağrur ve galip kumandan edasıyla herkese ayar veriyor:
“Bu münferit bir olaydır. Bütün tarikat ve cemaatleri aynı kefeye koymak çok büyük bir insafsızlıktır.”
Yani tarikatlar ve cemaatler bildiklerini okumaya, siyasete ve devlet düzenine diledikleri gibi müdahaleye devam edecekler.
Yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim. Daha doğrusu bir parantez açacağım.
( Malumunuz bu en son sapık şeyh, cürmü meşhut olmadan evvel, zahir FETÖ’den mülhem müritlerine, “esas olan devletin mühim kademelerine kendi adamlarımızı yerleştirmektir” demişti.
Zırzoba bakar mısınız kendisinin artık “tamam” olduğuna kâni olduktan sonra sıranın devleti tahkim etmeye geldiğine karar vermiş!
Azizim…
FETÖ, bu ülkeye tarifi imkânsız zararlar verdi, bunda sağcısı da solcusu da hemfikir…
Lakin FETÖ’nün verdiği asıl öyle bir büyük zarar var ki, işte onun telafisi (en azından bu sistem içerisinde) imkânsız.
O da şudur:
Rol modellik!
Evet; FETÖ, Pentagon ve CIA uzmanlarının hazırlayıp eline tutuşturduğu onun da başarıyla hayata geçirdiği, “devlet içeriden nasıl kuşatılır” doktrinini hayat düsturu etti kendisine…
Sonra, FETÖ’nün kolu kanadı kırılınca ve büyük oranda tasfiye edilince, doğal olarak meydan merdiven altı tarikat ve cemaatlere kaldı.
Onlar da, hazır önlerinde “başarıya ulaşmış” bir proje bulunca, bunu yeni çalışma modelinin şablonu yaptılar!)
Biraz uzun kaçan bu parantezi kapattıktan sonra, konumuza dönecek olursak…
“Düzenin yegâne sahibi” ve “şartları belirleyen adam” edasında hüküm veren bu anlayış, “yanlış ve ahlaksızlık her nereden gelirse gelsin lanetliyoruz” demek yerine, korumacı bir tavırla, başka yanlışlara yeni alan açıyor.
“Ben mehdiyim” diyen tarikat şeyhi münferit!
Peygamber olduğunu ilan ettikten sonra ölen şeyhin cenazesine binlerce insanın katılması münferit!
“Size cennette köşkler ve huriler vereceğim” deyip, müritlerini yüzlerce milyon lira tokatlayan sahte şeyh münferit!
Sözde dergâhında erkek çocuklarına tasallut edilirken görmezden gelerek “kâfirler bize kumpas kuruyor” deyip, asıl kâfirliği yapan şeyh münferit!
Müritlerini ve karılarını toptan dizen ve bunun adına da “badeleme” diyen sahte şeyh münferit!
“Yazdığım bu muskadan sonra oğlun üniversite birincisi olacak, kızın da fabrikatörle evlenecek” diyerek, sosyete karıyı yatağa atan sahte şeyh münferit!
“Kızlığını bozmadım, ırzına geçmedim, yalnızca dudağından öptüm. Bu da onun için büyük bir nimet ve şanstır” diyen bu en son ki şerefsiz şeyh münferit!
(Neyse ki bu kez “münferit” mazeretinin arkasına çok sığınmadılar)
Besbelli ki birileri, bu tarikat ve cemaatlere, “içlerinde çok iyileri var” gerekçesiyle yol vermeye ve bunlarla iş tutmaya devam edecek.
Bu son derece net biçimde anlaşılıyor.
Belki yüz defa yazdım, bu olsun yüz bir…
Bu meselede hususi görüşüm şudur:
Kim her neye inanırsa inansın, ister Allahsız olsun isterse şeriatı savunsun. Herkes inandığı o şeyi, özgürce yaşama ve savunma hakkına sahip olmalıdır.
Lakin tek bir şartla…
O kişi inandığı ve savunduğu o şeyi, kimseye zorla dayatmaya kalkmayacak, milleti kandırmayacak, dini istismar ederek kamu ve millet imkânlarını kendine zenginlik olarak yazmayacak, siyasetçi ve bürokrasi (niye böyle bir güce sahipse artık) eliyle elde ettiği gücü başkalarını ezmek için kullanmayacak, kendisini dinin tek sahibi başkalarını da din düşmanı diye tekfir ilan etmeyecek…
Nasıl ki insanlar diledikleri zaman siyasi parti, dernek ve vakıf kurabiliyorsa, birileri de mezhep ve meşreplerine uygun tarikat ve cemaat kurabilmelidir.
Bütün mesele, sırat-ı müstakim üzere olabilmektir.
“Onlar münferit” deyip, her fırsatta çıkan bu rezaletlerin üzerine bir şal olup bürünen o kimselerden bir istirhamım var, lütfen bize “temiz” olan tarikat ve cemaatlerin tam listesini verin de ahali de “tescilli ve ruhsatlı tarikat budur” diyerek, illa da birilerine asker yazılıp iradesini teslim edecekse buyursun etsin.
Hani Tarım Bakanlığı sahte ürün üreten firmaları ve sözde markaları zaman zaman teşhir ediyor.
Adına da “tağşiş” diyor. Yani aslını bozup sahte bir şeyler katmak…
Milli Eğitim, ruhsatlı dershane ve sürücü okullarını ilan ediyor.
Diyanet de, ruhsatlı tarikatlar ve cemaatler diye bir liste yayınlarsa eğer, ahali de bu listenin dışında kalanlara gidip kendisini ve karısını badeletmez en azından!
Mademki geldiğimiz nokta şudur:
Ahalimizin ciddi bir yekûnu kendisini Allah’a kul olmaya layık görmeyip, illa da bir aracı vasıtasıyla Allah’a kul olabileceğine (daha doğrusu aracı sayesinde cennete gidecek) inanıyor, o halde sertifikalı ve diplomalı distribütörler olsun!
Kıytırık bir ürünün bölge bayileri oluyor da niye trilyon dolarlık cirosu olan bu din sektörünün olmasın!
En azından sahte peygamberler yerine, yetkili ve sorumlu “seçilmişler” olur!