Güneş Vakfı’nın geleneksel konferans etkinliklerinin bu haftaki konuğu “Habeşistan’a Hicret” başlıklı konusu ile Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Hanefi Palabıyık oldu.
Güneş Vakfı genel merkezinde gerçekleştirilen konferansa programına ilgi oldukça yoğun oldu.
Prof. Dr. M. Hanefi Palabıyık, konferansta yaptığı konuşmada, şunları söyledi; “Hz. Peygamber, peygamberlik görevine başladığı zaman, Mekke’de sevilen ve güvenilen bir kişi olarak bilinmesine rağmen, ona inanmayanlar tarafından, ilk önceler acıma ve alayla karşılaşmıştır. Kendisine inanmayanlar, onu ciddiye almayanlar, “bu bir hevestir, o da etrafındakiler de, dağılır gider” diyenler, bir müddet sonra yanıldıklarını anlamışlar ve bundan sonra çeşitli tedbirler alarak Hz. Peygamber ve inananlara baskı, eziyet ve ağır işkencelere başlamışlardı. Üç yıl süren gizli davet döneminde sadece alay, aşağılanma ve hakaretlere maruz kalan Müslümanlar üç yıldan sonra gördükleri ağır eziyet ve işkencelere direnmekten başka bir tavır sergileyememişlerdi. Başta kendi aile ve akrabalarının ağır baskı ve eziyetlerine maruz kalanlarla, sahipsiz ve kimsesiz Müslümanlar, eziyetlerin kesilmeyeceğini anladıkları ve Mekke’deki “himaye”lerinin kaldırılması üzerine, beşinci sene (615 yılında) Hz. Peygamber’in izin, tavsiye ve yol göstermesi ile Habeşistan’a hicrete başladılar.
Resulullah’ın Habeşistan’a yönlendirmesinin sebeplerinden biri, oranın hükümdarıyla olan tanışıklığı ve “onun tebaasına zulmetmeyen bir kral” oluşunun etkin olduğu söylenebilir.
Habeşistan’a ilk hicrete katılanlar arasında Hz. Osman b. Affan ve karısı Hz Peygamber’in kızı Hz. Rukayye, Zübeyr b. Avvam, Mus’ab b. Umeyr ve Abdurrahman b. Avf gibi isimlerin de yer aldığı 12 erkek ile 5 kadından müteşekkil 17 kişilik bir heyet vardır. Bu kişiler Habeşistan’da bir müddet intibak sorunları yaşamışlarsa da, belli bir süre sonra hükümdarın da himayesiyle problem kalmamıştır.
Birkaç ay sonra Habeşistan’a hicret edenlerin Mekke’ye dönüşünü görmekteyiz. Buradaki sayının 39 olarak verilmesi, ilk kafileye daha sonra da bir takım katılımlar olduğu anlamındadır. “Bu kişiler neden dönmüştür? Gurbet mi, yoksa Habeşistan’ın havası mı yaramamıştır, başka bir haber mi almışlardır, oradan kovulmuşlar mıdır?... türünden soruları sorsak da, genellikle bunun cevabı, ya o sıralarda cereyan eden Garanik Olayıyla irtibatlandırılarak ya da Hz. Hamza ve peşinden Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla, artık Müslümanların güç kazandığı ve bu yüzden de onlara dokunamayan müşriklerin barışa yanaştıkları şeklinde olmuştur.
Mekke’deki bu barış ve esenlik havası hakkındaki haber, böylece Habeşistan’a kadar gitmiş ve oradaki insanlar da bu haber üzerine Mekke’ye dönmüşlerdir. Mekke’ye yaklaştıklarında, civardakilerden Mekke hakkında duydukları hiç de öyle olmadığını, Mekke’de Müslümanlara yine yoğun baskılar ve işkenceler yapıldığını öğrendiler. Ancak, “ne olursa olsun, geri dönemeyiz” diyerek, çeşitli yollarla Mekke’ye girdiler.
Mekke dönemi siyer tarihinde oldukça istismar ve polemik konusu yapılan olayların başında gelen Garanik Olayı, Rivayetlere göre şu şekilde cereyan etmiştir: “Mekke’de Müslümanların eziyet ve işkencelere uğradıkları, bu sebeple bir kısmının Habeşistan’a göç ettiği bir dönemde Hz. Peygamber, Mekke müşrikleri ile uzlaşmanın yollarını arıyor, devamlı anlaşma çareleri düşünüyordu. Zihni bu düşüncelerle meşgul iken Müslümanların Habeşistan’a hicret etmelerinden üç ay sonra Ramazan’da bir gün, Kâbe’de namaz kıldığı esnada 53/Necm suresinin, “Hiç düşündünüz mü (neden taptığınızı) Lât ve ‘Uzzâ’ya? Ve (üçlünün) üçüncüsü ve sonuncusu olan Menât(a)?” seklindeki 19 ve 20. ayetlerini okuduktan hemen sonra Şeytan, Hz. Peygamber’e musallat olmuş ve şeytanın etkisiyle Hz. Peygamber, farkında olmaksızın, “Bunlar yüce kuğulardır ve şefaatleri umulur” cümlelerini vahyin devamı gibi söyleyip Necm suresini okumaya devam etmişti. Surenin sonuna gelince secde ayeti olduğu için Hz. Peygamber ve orada bulunan Müslümanlar secdeye kapanmışlardı. Müşrikler de Hz. Peygamber’in okuduğu bu cümleler sebebiyle son derece sevinip, “artık Muhammed ilâhlarımızın şefaatini kabul ettiğine göre aramızda önemli bir ayrılık kalmadı” deyerek hepsi de secdeye kapanmışlar, son derece yaşlı bir veya birkaç müşrik de, bu esnada yere eğilip secde etmek zor geldiği için yerden bir avuç toprak alarak alınlarına değdirmiş ve böylece ilâhlarına tazimde bulunmuşlardı. Bu olay dolayısıyla müşrikler kısa bir süre Müslümanları kendi hâline bırakmışlar, işkence ve baskılardan vaz geçmişlerdi. Bu haber Habeşistan’daki Müslümanlara, “tüm Mekkelilerin İslâm’a girdiği” seklinde ulaşmış ve Habeşistan muhacirleri orayı terk edip Mekke’ye yönelmişlerdi. Ancak bu olayın ardından Cebrâil (as) gelerek, hatası dolayısıyla Resulullah’ı ikaz etmiş, bu arada nâzil olan 22/Hacc suresinin, “Bununla birlikte, senden önce her ne zaman bir elçi ya da haberci göndersek ve bu (elçi ya da haberci) ne zaman (uyarılarına olumlu tepkiler almayı) umut etse, Şeytan mutlaka o’nun güttüğü nihaî amaca gölge düşürmeye kalkışmıştır; ama Allah Şeytan’ın düşürmeye çalıştığı gölgeyi giderir ve mesajlarını kendi içlerinde açık ve anlaşılır kılar ve birbirleriyle açıklar; çünkü Allah doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen, mutlak ve sınırsız bilgi Sahibidir.’’ mealindeki 52. ayeti ile önceki cümleyi iptal etmişti. Hz. Peygamber, olanlardan üzüntü ve pişmanlık içinde, yeni inen ayetleri ilân edince Mekkelilerin eziyetleri de yeniden başlamıştı...”
“Şeytanın ilka”sı olarak adlandırılmış olan bu olayı, bazı klasik âlimler aslında Kur’an’ın korunmuşluğunu ortaya koymak için kitaplarına almışlardır. Ancak bağlamından koparılarak “Kur’an’a şeytan’ın müdahalesi” kapsamına sokulan bu olay, bazı oryantalistler ve günümüzde de ateistler tarafından tahrif edilerek, Kur’an’a şeytanın müdahalesi olarak gündeme getirilmiştir.
Zayıf ve problemli olan bu rivayet, kabul edilemez (Bkz. Ahmed Hamdi Akseki, Garanik Efsanesi veya Hatem’ül Enbiya Hakkında En Çirkin Bir İsnadın Reddiyesi, Birun Yay., İstanbul; -diğer bir baskı- Bir Zındık Uydurması Ğaranik Safsatası (Kur'an'a ve Peygamber'e Çirkin İftira) İşaret Yay., İstanbul; İsmail Cerrahoğlu, Garânik Meselesinin İstismarcıları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1981, cilt: XXIV, s. 69-91; M. Sait Şimşek, “Şeytan Ayetlerine Dayanak Teşkil Eden Garanik Rivayetinin Tarihi Değeri” Bilgi ve Hikmet, Sayı: 2, Bahar 1993, s. 147-162) de olsa, sonunda Müşrikler, Hz. Peygamber ve müminlere sataşmaktan vaz geçmiş ve Habeşistan’ haber gidecek kadar bölgede barış havası esmiştir. Bana göre, ne Hamza ve Ömer’in Müslüman oluşu ve ne de Garanik ve benzeri olan bir olayın vukuu, bu insanların dönüş sebebi değildir. Bana göre temel sebep, arkasından “boykot” gelecek bir karar aşamasından önce, müşriklerin bir müddet baskı ve işkencelere ara vermesidir.
Daha sonra müşrikler Habeşistan Kralı Necaşi’ye muhacirleri istemek için bir heyet göndermişler, fakat giden heyet tüm hediye ve teşebbüslerine rağmen elleri boş dönmüştür.”
Konferans soru cevap bölümü ile sona erdi.
Güneş Vakfı genel merkezinde gerçekleştirilen konferansa programına ilgi oldukça yoğun oldu.
Prof. Dr. M. Hanefi Palabıyık, konferansta yaptığı konuşmada, şunları söyledi; “Hz. Peygamber, peygamberlik görevine başladığı zaman, Mekke’de sevilen ve güvenilen bir kişi olarak bilinmesine rağmen, ona inanmayanlar tarafından, ilk önceler acıma ve alayla karşılaşmıştır. Kendisine inanmayanlar, onu ciddiye almayanlar, “bu bir hevestir, o da etrafındakiler de, dağılır gider” diyenler, bir müddet sonra yanıldıklarını anlamışlar ve bundan sonra çeşitli tedbirler alarak Hz. Peygamber ve inananlara baskı, eziyet ve ağır işkencelere başlamışlardı. Üç yıl süren gizli davet döneminde sadece alay, aşağılanma ve hakaretlere maruz kalan Müslümanlar üç yıldan sonra gördükleri ağır eziyet ve işkencelere direnmekten başka bir tavır sergileyememişlerdi. Başta kendi aile ve akrabalarının ağır baskı ve eziyetlerine maruz kalanlarla, sahipsiz ve kimsesiz Müslümanlar, eziyetlerin kesilmeyeceğini anladıkları ve Mekke’deki “himaye”lerinin kaldırılması üzerine, beşinci sene (615 yılında) Hz. Peygamber’in izin, tavsiye ve yol göstermesi ile Habeşistan’a hicrete başladılar.
Resulullah’ın Habeşistan’a yönlendirmesinin sebeplerinden biri, oranın hükümdarıyla olan tanışıklığı ve “onun tebaasına zulmetmeyen bir kral” oluşunun etkin olduğu söylenebilir.
Habeşistan’a ilk hicrete katılanlar arasında Hz. Osman b. Affan ve karısı Hz Peygamber’in kızı Hz. Rukayye, Zübeyr b. Avvam, Mus’ab b. Umeyr ve Abdurrahman b. Avf gibi isimlerin de yer aldığı 12 erkek ile 5 kadından müteşekkil 17 kişilik bir heyet vardır. Bu kişiler Habeşistan’da bir müddet intibak sorunları yaşamışlarsa da, belli bir süre sonra hükümdarın da himayesiyle problem kalmamıştır.
Birkaç ay sonra Habeşistan’a hicret edenlerin Mekke’ye dönüşünü görmekteyiz. Buradaki sayının 39 olarak verilmesi, ilk kafileye daha sonra da bir takım katılımlar olduğu anlamındadır. “Bu kişiler neden dönmüştür? Gurbet mi, yoksa Habeşistan’ın havası mı yaramamıştır, başka bir haber mi almışlardır, oradan kovulmuşlar mıdır?... türünden soruları sorsak da, genellikle bunun cevabı, ya o sıralarda cereyan eden Garanik Olayıyla irtibatlandırılarak ya da Hz. Hamza ve peşinden Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla, artık Müslümanların güç kazandığı ve bu yüzden de onlara dokunamayan müşriklerin barışa yanaştıkları şeklinde olmuştur.
Mekke’deki bu barış ve esenlik havası hakkındaki haber, böylece Habeşistan’a kadar gitmiş ve oradaki insanlar da bu haber üzerine Mekke’ye dönmüşlerdir. Mekke’ye yaklaştıklarında, civardakilerden Mekke hakkında duydukları hiç de öyle olmadığını, Mekke’de Müslümanlara yine yoğun baskılar ve işkenceler yapıldığını öğrendiler. Ancak, “ne olursa olsun, geri dönemeyiz” diyerek, çeşitli yollarla Mekke’ye girdiler.
Mekke dönemi siyer tarihinde oldukça istismar ve polemik konusu yapılan olayların başında gelen Garanik Olayı, Rivayetlere göre şu şekilde cereyan etmiştir: “Mekke’de Müslümanların eziyet ve işkencelere uğradıkları, bu sebeple bir kısmının Habeşistan’a göç ettiği bir dönemde Hz. Peygamber, Mekke müşrikleri ile uzlaşmanın yollarını arıyor, devamlı anlaşma çareleri düşünüyordu. Zihni bu düşüncelerle meşgul iken Müslümanların Habeşistan’a hicret etmelerinden üç ay sonra Ramazan’da bir gün, Kâbe’de namaz kıldığı esnada 53/Necm suresinin, “Hiç düşündünüz mü (neden taptığınızı) Lât ve ‘Uzzâ’ya? Ve (üçlünün) üçüncüsü ve sonuncusu olan Menât(a)?” seklindeki 19 ve 20. ayetlerini okuduktan hemen sonra Şeytan, Hz. Peygamber’e musallat olmuş ve şeytanın etkisiyle Hz. Peygamber, farkında olmaksızın, “Bunlar yüce kuğulardır ve şefaatleri umulur” cümlelerini vahyin devamı gibi söyleyip Necm suresini okumaya devam etmişti. Surenin sonuna gelince secde ayeti olduğu için Hz. Peygamber ve orada bulunan Müslümanlar secdeye kapanmışlardı. Müşrikler de Hz. Peygamber’in okuduğu bu cümleler sebebiyle son derece sevinip, “artık Muhammed ilâhlarımızın şefaatini kabul ettiğine göre aramızda önemli bir ayrılık kalmadı” deyerek hepsi de secdeye kapanmışlar, son derece yaşlı bir veya birkaç müşrik de, bu esnada yere eğilip secde etmek zor geldiği için yerden bir avuç toprak alarak alınlarına değdirmiş ve böylece ilâhlarına tazimde bulunmuşlardı. Bu olay dolayısıyla müşrikler kısa bir süre Müslümanları kendi hâline bırakmışlar, işkence ve baskılardan vaz geçmişlerdi. Bu haber Habeşistan’daki Müslümanlara, “tüm Mekkelilerin İslâm’a girdiği” seklinde ulaşmış ve Habeşistan muhacirleri orayı terk edip Mekke’ye yönelmişlerdi. Ancak bu olayın ardından Cebrâil (as) gelerek, hatası dolayısıyla Resulullah’ı ikaz etmiş, bu arada nâzil olan 22/Hacc suresinin, “Bununla birlikte, senden önce her ne zaman bir elçi ya da haberci göndersek ve bu (elçi ya da haberci) ne zaman (uyarılarına olumlu tepkiler almayı) umut etse, Şeytan mutlaka o’nun güttüğü nihaî amaca gölge düşürmeye kalkışmıştır; ama Allah Şeytan’ın düşürmeye çalıştığı gölgeyi giderir ve mesajlarını kendi içlerinde açık ve anlaşılır kılar ve birbirleriyle açıklar; çünkü Allah doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen, mutlak ve sınırsız bilgi Sahibidir.’’ mealindeki 52. ayeti ile önceki cümleyi iptal etmişti. Hz. Peygamber, olanlardan üzüntü ve pişmanlık içinde, yeni inen ayetleri ilân edince Mekkelilerin eziyetleri de yeniden başlamıştı...”
“Şeytanın ilka”sı olarak adlandırılmış olan bu olayı, bazı klasik âlimler aslında Kur’an’ın korunmuşluğunu ortaya koymak için kitaplarına almışlardır. Ancak bağlamından koparılarak “Kur’an’a şeytan’ın müdahalesi” kapsamına sokulan bu olay, bazı oryantalistler ve günümüzde de ateistler tarafından tahrif edilerek, Kur’an’a şeytanın müdahalesi olarak gündeme getirilmiştir.
Zayıf ve problemli olan bu rivayet, kabul edilemez (Bkz. Ahmed Hamdi Akseki, Garanik Efsanesi veya Hatem’ül Enbiya Hakkında En Çirkin Bir İsnadın Reddiyesi, Birun Yay., İstanbul; -diğer bir baskı- Bir Zındık Uydurması Ğaranik Safsatası (Kur'an'a ve Peygamber'e Çirkin İftira) İşaret Yay., İstanbul; İsmail Cerrahoğlu, Garânik Meselesinin İstismarcıları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1981, cilt: XXIV, s. 69-91; M. Sait Şimşek, “Şeytan Ayetlerine Dayanak Teşkil Eden Garanik Rivayetinin Tarihi Değeri” Bilgi ve Hikmet, Sayı: 2, Bahar 1993, s. 147-162) de olsa, sonunda Müşrikler, Hz. Peygamber ve müminlere sataşmaktan vaz geçmiş ve Habeşistan’ haber gidecek kadar bölgede barış havası esmiştir. Bana göre, ne Hamza ve Ömer’in Müslüman oluşu ve ne de Garanik ve benzeri olan bir olayın vukuu, bu insanların dönüş sebebi değildir. Bana göre temel sebep, arkasından “boykot” gelecek bir karar aşamasından önce, müşriklerin bir müddet baskı ve işkencelere ara vermesidir.
Daha sonra müşrikler Habeşistan Kralı Necaşi’ye muhacirleri istemek için bir heyet göndermişler, fakat giden heyet tüm hediye ve teşebbüslerine rağmen elleri boş dönmüştür.”
Konferans soru cevap bölümü ile sona erdi.
Editör