“Eski Türkler döneminde ilk şehirleşme örnekleri Göktürklerle başlar daha sonra Uygurlar ile büyük bir gelişme gösterirler. Eski Türk toplulukları, bir bakıma bugün anladığımız anlamda, yerleşik hayata oldukça geç zamanlarda geçmişlerdir. Bununla beraber eski Türk toplumları şehri meydana getiren şartların hepsini gerçekleştirerek aynı fonksiyonlara sahip ‘göçen şehir’ adını verebileceğimiz ve Batılı kaynaklarda misali görülemeyen bir sosyal olguyu yaşamışlardır. Göçen şehirlerin yanı sıra eski Türklerin çok eski zamanlarda devamlı yerleşmelere de sahip olduğu bilinmektedir. İlk Türk şehirleri bir çeşit kerpiçlerle yapılan barınaklar ve bunları çevreleyen sınırlardan ibarettir. Evlerin yapılışları tahta kalıpların arsına çamur doldurulur ve bunların tekmelenerek sıkıştırılması ve kurumaya bırakılması suretiyle gerçekleştiriliyor. İlk Türkçede Bugünkü şehir ya da kent kelimesinin karşılığı; ‘Balıg’ ya da ‘Balık’ idi. Bugünkü Türkçedeki ‘balçık’ kelimesi de aynı kökten gelmektedir. Uygurlar bir yerde, kale veya sur yapılması içinde ‘balıklanma’ diyorlardı. Giderek yaygınlaşan ‘kent’ kelimesi, Soğtçadan Türkçeye oldukça erken zamanlarda geçmiştir. İlk Türk şehirlerinin ortaya çıkışıyla birlikte, sosyal yapı açısından tabakalaşmanın da meydana geldiği, yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Eski Türk sosyal yapısı hakkında, ilk derli toplu bilgilerin bulunduğu Göktürk yazıtlarından Kültegin’in cenaze törenine çeşitli şehirlerden ‘ulus-budun’ların gelerek katıldığı anlatılmaktadır. Doğu Türkistan’daki Karahoço, Karabalgasun, Beşbalık, Karaşar, Kaşgar, Hotan, Yerkent, Komul, Kulca, Urumçi, Kuça, Aksu, Suço, Kanço, Çerçan ziraat, sanayi, ticaret ve sanatta örnek seviyeye erişmiştir. Düzenli yollarla bu şehirler birbirine bağlanmıştır. Kanallar açılmış, en ıssız ve çorak yerlere kadar su götürülmüştür. Heykelcilik, resim, duvar resmi, kumaşçılık, halıcılık, çinicilik oldukça gelişmiş durumdaydı. 10. 11. Yüzyıllardan sonra daha da gelişen ve İpek yolu üzerinde yer alan Semerkant, Taşkent, Buhara, Merv, Nişabur, Harezm, Hive, Tebriz, İsfahan, Erzurum, Kayseri, Erzurum, Konya, Ankara, İstanbul, Bursa vb. şehirler ileride oluşturacak olan vakıf medeniyetinin temellerinin atılmasında çok önemli olmuşlardır. Çünkü mimari, sanat, ticaret, endüstri ve nüfus yoğunluğu bakımından oldukça gelişmiş olan bu şehirler vakıf sistemi için vazgeçilmez unsurlar olmuşlardır. Vakıflar, Türk toplumunda asırlardır sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın, birlikteliğin bir sembolü olarak günümüze kadar gelmiştir. Vakıflar ve bunun gibi sosyal müesseseler, Türklerin İslam’ı kabulüyle beraber Anadolu, Balkanlar ve Avrupa’da hızla yayılmış, bu sayede şehirlerin bayındır ve imar hele gelmesine önemli katkılar sağlamıştır. Orta Asya’da başlayıp Anadolu’da Selçuklu ile devam eden ve Osmanlı Devleti ile zirveye ulaşan Vakıf geleneği sayesinde, bugün Anadolu’da kırk binin üzerinde vakıf malı oluşmuş ve bu vakıf malları sayesinde sosyal yaralar(fakirlerin doyurulması, öğrencilere burs imkanı sağlanması, imaret ve şifahanelerin sosyal amaçlı kullanılması, vakıf eserlerin restorasyonu çalışmaları vb. vb) sarılmaktadır. Vakıflar ve vakıf geleneği, Türk toplumunun asırlar içinde geliştirdiği ve kendine has özellikleriyle aynı zamanda bizi batıdan ayıran çok farklı bir özelliğimizdir.”
Editör