Aziziye Belediyesi’nin ev sahipliğinde Erzurum’da gerçekleştirilen ‘Yeni Türkiye Buluşmaları’ paneli büyük ilgi gördü. Hizmetiçi Eğitim Enstitüsü Konferans Salonu’nda gerçekleşen panele, AK Parti Erzurum Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı, Aziziye Kaymakamı Zafer Öz, Aziziye Belediye Başkanı Muhammed Cevdet Orhan, Büyükşehir Belediye Başkanvekili Mevlüt Doğan, AK Parti Aziziye İlçe Başkanı Gürbüz Keleş, Memur-Sen Erzurum İl Başkanı Abdullah Duman, STK temsilcileri, teşkilat mensupları, belediye meclis üyeleri, muhtarlar ve vatandaşlar katıldı. Moderatörlüğünü siyaset Bilimci Dr. Murat Yılmaz’ın yaptığı panelde, Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı M. Mücahit Küçükyılmaz, Star Gazetesi Köşe Yazarı Halime Kökçe ve Araştırmacı Yazar Tarkan Zengin, “Yeni Anayasa ve Yeni Türkiye” konulu sunum yaptılar.
ORHAN: HALKIMIZIN AK PARTİ’YE OLAN DESTEĞİ ASLINDA ‘YENİ TÜRKİYE’ ÖZLEMİDİR
Panelin açılış konuşmasını yapan Aziziye Belediye Başkanı Muhammed Cevdet Orhan, 2003 yılında AK Parti’nin iktidara gelişi ile başlayan değişim ve gelişim sürecinin, yıllar içinde halkın uzun süreden beri özlediği “Yeni Türkiye” hayaline dönüştüğünü ve bu hayalin gerçekleştirilmesi için gerekli adımlar atılmaya başlandığını belirtti. “Haliyle içinden geçtiğimiz bu sürecin sancıları da ortaya çıkmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki, her kutlu doğum sancılı olacaktır ve bu sancılar yaşadığımız bu zamanların kıymetini asla azaltmayacaktır.” diyen Başkan Orhan, “Unutulmamalıdır ki, bir kısım seçilmiş ve kendini seçilmiş hissedenlerin ayrıcalıklarla donatılmış hayatına karşı, bunlar dışında kalanların sabit kısıtlamalara mahkum olduğu düzen, farklı bir ifadeyle adeta ortaçağ Avrupa’sında olduğu gibi halkını sınıflara ayırıp, devletin her türlü imkanını küçük bir sınıfın istifadesine sunan bir devlet düzeni sonsuza kadar devam edemezdi. Halkımızın Ak Parti’yi her seçimde artan oranlarla desteklemesinin bir diğer sebebi yahut manası da “Yeni Türkiye” özlemidir. Bütün tercihlerin hem kamu imkanları karşısında, hem de özel hayatta eşit erişim hakkına sahip olduğu “Yeni Türkiye” hayali, aynı zamanda, eğitim, sağlık, ulaşım gibi hususlarda gelişmiş, milli geliri yüksek, savunma sanayinde yerli oranı yüksek, dünyada söz sahibi bir ülke olmayı da gerekli kılmaktadır. Bu noktada Yeni Türkiye’nin ilk ve en önemli ödevlerinden biri, Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük mücadele verdiği vesayetçi yapıyı ortadan kaldırmak ve sivil bir anayasa yapmaktır. İnşallah bunlar gerçekleştiğinde devlet halkın karşısında bir güç olmaktan tamamen çıkıp, toplumun yanında bir sığınak, bir dayanak olacaktır.” dedi.
Yeni Türkiye yolunda Türkiye’nin önemli bir diğer ödevinin ise, toplumsal mutabakatı sağlamak ve yeni anayasayı toplumla kaynaşarak yapmak olduğunun altını çizen Başkan Orhan, “Halkımızın büyük bir bölümünün belki çoğu zaman ifade edemediği Yeni Türkiye özlemi, halkla birlikte inşa edilmeli ve onlara hayal ettikleri şeyin tam olarak ne olduğu net bir şekilde gösterilmelidir. İşte belediyemizin tertip ettiği “Yeni Türkiye Buluşmaları” bu noktada ehemmiyetlidir.” diye konuştu.
Aziziye Kaymakamı Zafer Öz ise, gündemde önemli yer tutan konuyla ilgili alanında uzman isimlerin panel için ilçede bulunmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
IILCALI: 2014’TE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE ZATEN FİİLİ BİR BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇİLDİ
AK Parti Erzurum Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı da, Türkiye’nin en önemli gündeminin yeni anayasa ve yeni Türkiye olduğuna vurgu yaparak, “Geçen gün sabah komisyonumuz itibariyle sayın cumhurbaşkanımızla bir kahvaltılı toplantıda bulunma fırsatımız oldu. Orada söz alarak yaptığım konuşmayı özetleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye’de son yapılan seçimlerde dahil AK Parti iktidarı döneminde de yüzde 52 ile alınan bir seçim yok. Bu seçimi tek başına sayın cumhurbaşkanımız kazandı. Ne demektir bu, millet cumhurbaşkanımıza yetki verdi. Burada aslında milletimizin desteğiyle bir fiili başkanlık oldu. Bundan sonra bunun resmi hale getirilip, bu anayasanın değiştirilmesi gerekiyor. İlk defa bir anayasa komisyonunda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ait bir oturum izledim. Oradaki görüntüler çok kötüydü. Bir insan teröristin cenazesine gidecek, Türkiye Cumhuriyeti’nin polisine askerine katil diyecek. Buna sabredeceksin. Böyle bir şey olmaz. Ben dokunulmazım. Efendim milletvekilliyim. Dört parti grup kurdular, anayasa değişikliğiyle ilgili fakat ne yazık ki biraraya gelemediler. Biz AK Parti olarak kendimiz bunu yapacağız. Neticede Anayasa oylamaları gizli oydur. Sonuçta da 330 milletvekili desteği aldığında referanduma götüreceğiz ve halkımızı kararı da bizim başımızın üstüne.” şeklinde konuştu.
YILMAZ: TÜRKİYE’DE İÇ SAVAŞ ÇIKARMAK İSTEYENLER BOYLARININ ÖLÇÜSÜNÜ ALDI
Oturum Yöneticisi Siyaset Bilimci Dr. Murat Yılmaz, 2007 yılından bu yana en çok tartışılan konunun, en fazla kullanılan kavramın anayasa, yeni anayasa, anayasa mahkemesi, cumhurbaşkanlığı ve başkanlık sistemi olduğunu hatırlatarak, “Aslında Türkiye yaklaşık 200 yıldır anayasal bir devlet, anayasal bir demokrasi olmaya çalışıyor. Bürokratik vesayet ve aynı zamanda çoğunluğun yönetme hakkını hazmedemeyen bir takım gruplar yüzünden Türkiye bu anayasal devlet olmayı, anayasal bir demokrasi olmayı, tam anlamıyla başarabilmiş değil. Burada bir takım sıkıntılarla karşı karşıyayız. Ama 2007’deki cumhurbaşkanlığı krizinde cumhurbaşkanını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki çoğunluğun seçmesini engellemeye çalışanlara o dönemin siyasi iktidarı hayır dediği için ve cumhurbaşkanlığı seçimini halkın reyine sunduğu için bu kriz halinden bugün itibariyle kurtulduk. Hatırlayın, her cumhurbaşkanlığı seçiminde bürokrasinin, askerlerin istediği cumhurbaşkanı seçilirse problem yok. Ama seçilmiş bir siyasetçi aday olursa orada kriz çıkıyor. Mesela Özal’ı hatırlayın, alışamadık diye kampanya yürüttüler. Rahmetliyi ölene kadar Çankaya köşkünde rahat bırakmadılar. 2007’de Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayı olduğunda, aynı kriz yaşandı. Çünkü 27 Mayıs darbesiyle ve 82 anayasasıyla istedikleri cumhurbaşkanı bürokrasinin emrinde, bürokrasinin karşısında bir cumhurbaşkanı profiliydi. Yani milletin karşısında bürokrasinin emrinde, onların sözcüsü hüviyetinde bir isim. Özal ve Gül gibi isimlerin bu profille bağdaşmayacağı için bunlara karşı çıkıldı. Bu krizi o dönemin iktidarı aştı, 10 Ağustos 2014’e geldik. İlk defa Cumhurbaşkanını halk seçti. Seçim sürecini hatırlarsanız kriz de olmadı. Ama 2013’ten itibaren nelerle karşılaştık. Gezi parkındaki ağaçlar vesile edildi ve Ankara’da başbakanlık ofisi, başbakanın evi, İstanbul’da başbakanlık ofisi ve onun dışında her yer yakılıp yıkılmaya çalışıldı. Onu başaramadılar, 17-25 Aralıkta bu sefer, yargı üzerinden bir darbe yapmaya çalıştılar. Onda başarısız oldular, bu sefer, 6-7-8 Ekimde Doğu ve Güneydoğu’yu yakarak bir şey yapmaya çalıştılar. Onda da muvaffak olamadılar. 7 Hazirandan sonra yeniden şiddeti başlattılar. Bu sefer bir örgütte yetmedi, baktılar o örgütün gücü yetmiyor, Türkiye’deki bütün örgütleri birleştirdiler. 60 yıllardan beri faaliyet yapan bütün örgütleri birleştirdi, Türkiye’ye savaş açtılar. Baktılar o da yetmiyor, yurt dışında terör örgütü ithal ettiler. İşte adına IŞİD denilen bir örgüt Türkiye’ye saldırmaya başladı. Hedef Türkiye’nin müşterek kimliğine yönelik bir saldırı. İkincisi Türkiye’nin demokratik yönetimine saldırdılar. Üçüncüsü de devletin varlığına saldırdılar. Geçen zaman zarfında gördük ki aslında niyetleri hak, özgürlük, şu bu değil. Türkiye’de bir iç savaş çıkarmak, Türkiye’de Lübnan vari bir devlet oluşturmak. Yani olmayan bir devlet herkesin istediği gibi cirit attığı, herkesi silahlı örgüt topladığı, başka ülkelerle ilişkileri olan grupların olduğu ama Türkiye’de müşterek bir devletin olmadığı bir yapı ortaya çıkarmak istediler. 7 Hazirandan sonra tek başına bir iktidar çıkmayınca, işte aradığımız fırsatı bulduk dediler. Ama yanıldıkları nokta şuydu. 10 Ağustos 2014’te yüzde 52 ile seçilmiş bir cumhurbaşkanı var. Hükümet olsun olmasın cumhurbaşkanı buna müsaade etmez, edemez. Yani hem misyonu bu, hem görevi bu, hem de sizler ona bunun için oy verdiniz. Bir ülkenin, bir milletin çoğunluğu eğer bir yerde rey kullanıyorsa, o milletin hayrına olmayan bir şeye izin verilemez. Bu geçen zaman zarfında Türkiye, bütün saldırılara rağmen dört tane seçim yaptı. Önce 2014 yerel seçimleri, daha sonra 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimleri ve daha sonra 7 Haziran ile bir kasım seçimleri. Bu seçimlerde şunu gösterdik, Türkiye’nin müşterek kimliği korunacak, demokratik yönetim korunacak, devletin kapasitesi de kim onunla boy ölçüştürmek istiyorsa, onun boyunu alacak kadar güçlü olacak. Bütün bu saldırılar taarruzlar karşısında iç savaş çıkarmak isteyenler boyunun ölçüsünü aldı. Bundan sonra da boylarını ölçüsünü alacaklar.” ifadelerini kullandı.
ZENGİN: ESKİ TÜRKİYE ANADOLU ÇOCUKLARINI YÖNETİMLERDEN UZAKLAŞTIRDI
Eski Türkiye’de Anadolu çocuklarının yönetimlerde çok da yer almadıkları bir yapı oluşturulduğunu kaydeden Araştırmacı Yazar Tarkan Zengin, “Bir şairimiz Anadolu çocuklarını tarif ederken dediği gibi ‘bize ayağa kalk dediler ey ehli vatan, ayağa kalktık, sonra onlar oturdu biz ayakta kaldık.’ Şimdi ben eski Türkiye derken, bundan 100-150 yıl önce koltuklarından kaldırılıp, aylakta bekletilenlerin kimisi savaşlarda, kimisi ülkenin can verdiği dönemde koşa koşa canını verenlerin, mal vermek gerektiğinde malını koşa koşa verenlerin, ama bir türlü o yönetim koltuklarına yaklaştırılmayan insanlardı. Aslında Türkiye’de rahmetli Menderes’in Özal’ın Erbakan hocanın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın da mücadelesi o ayağa kaldırılmış Anadolu çocuklarının asıl emanetin sahibi olanların o yönetimlere gelmesiydi. Yani benim aklıma gelen bu emanet sahiplerinin yeniden yönetimi devralıp, ülkeyi layıkıyla kalkındırması, yönetmesiydi. Anayasaları yaparken bu Anadolu çocuklarının yeniden yönetime geleceklerini düşünmedikleri için sistemi kendilerine göre dizayn etmişlerdi. Ama nasıl düzen bozulunca 367 krizi gibi sorunlar ortaya çıktı. Yani oyunun kurallarını anayasayla yazmışlardı, ama sahada başkaları kazanmaya başlayınca oyunun kuralları değiştirilmeye başlandı. Bunlar, 61 anayasasıydı, 82 anayasasıydı. Bugün cari olan anayasa vesayet sistemini kurumsallaştıran bir sistem. 5 tane generalin yaptığı bir sistem. Bugün anayasa yapamazsın diyorlar, niye yapamazsın, bizler 5 tane generalin yaptığı anayasayla 34 yıldır yaşamaya mecbur kılınıyorsak, Türkiye’nin geldiği ekonomik ve demokratik ortam niye yeni bir anayasa yapmasın. Biliyorsunuz bir partinin genel başkanı demişti ki, ‘yeni anaya yaparsanız, önce idamlık gömleğinizi giymeniz lazım.’ Bunu niye demişlerdi, çünkü o anayasayı yapacak kişiler Anadolu insanlarından oluşuyordu. Başka toplumsal aktörler yok 82 anayasasında. Niye çünkü anayasanın gerekçesinde diyor ki, bu anayasa geçmişin acı tecrübelerine dayanılarak yapılmıştır. Böyle bir anayasa olabilir mi. Geçmişin acı tecrübeleri dediği ne, bir sağdan bir solda asılıp, sözde eşitliğin sağlandığı bir yapı yani. Bununla yaşamaya mecbur değiliz. Bir başka özellik esnekliğe uygun bir anayasa değil. Anayasaya bakıyorsunuz bir madde şöyle başlıyor, size bir özgürlük veriyor, ancak ikinci cümlesinde ama, fakat, lakin ile başlayıp o verdiği özgürlüğü alıp gidiyor. Böyle bir anayasa ile Türkiye’nin geldiği noktanın ortaklaşma şansı maalesef yok. Rahmetli Menderes’i astılar 2016 Tükiye’sinde cumhurbaşkanımıza aynı tehdit yapılıyor. Menderes’in yakasındaki hüküm özetinde anayasanın şu maddesine göre diyor. Bu ülke öyle bir anayasa hazırlamalı ki, seçilmiş cumhurbaşkanlarının, başbakanlarını asmayacak bir anayasaya sahip olmamız gerekiyor.” şeklinde konuştu.
KÖKÇE: YENİ ANAYASAYI ZORUNLU KILAN, SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ
Star Gazetesi Köşe Yazarı Halime Kökçe, “Türkiye’nin neden yeni anayasaya ihtiyacı var?” sorusunu cevaplandırdı. “Mevcut anayasanın ne kadar eski, ne kadar demode ve aslında bir darbe anayasası olduğu bu sorunun cevabıdır” diyen Kökçe, şunları söyledi: “Ama açıkçası ben, mevcut anayasayla ilgili şikayetlerimiz baki kalmak kaydıyla, yeni anayasayı zorunlu kılan şeyin bir sitem değişikliği olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin asıl ihtiyacı olan şeyin bir sistem değişikliği olduğu, bunun da bir anayasa değişikliğiyle mümkün olacağı gerçeğini idrak etmemiz gerekiyor. Geçtiğimiz hafta hükümet kanadında bir takım önemli değişiklikler hiçbirimizde bir tedirgin yaratmadı. İktidar partisindeki bu tür görev değişiklikleri Türkiye’de bir takım krizlere yol açmıyor. Çünkü çok güçlü bir liderlik sözkonusu. Ama bu liderliğin kurumsallaşması diye bir ihtiyaç sözkonusu. Ne demektir liderliğin kurumsallaşması? Liderlik pozisyonunun kişilerden bağımsızlaşmış bir karakterinin olması gerekir. Türkiye aslında 2007’de başkanlık sistemine ilk adımı attı. Bugün itibariyle bir adım daha yaklaşmış, hatta fiili olarak başkanlık sisteminin pratiğine adım atmış bulunuyor. 2007’den bugüne yaşanan sürecin başkanlık sistemini hatta sistem değişikliğini mecbur kıldığını aslında adım adım görmüş olduk. 2007’deki 367 krizi cumhurbaşkanını meclisin seçmesine izin vermeyen çünkü sözkonusu adayı AK Parti’nin öngördüğü, önerdiği, işte eşi başörtülü olan ya da o gelenek içerisinden gelen bir kişiyi cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyen seçilmişler vasıtasıyla bir kriz yaşandı. Anayasa Mahkemesi eliyle bu kriz üretilmiş oldu. Bu kriz ancak bir seçimle aşılabilirdi ve 367 krizi olarak tarihe geçti. Bu krizin bir daha yaşanmaması için meclisin bir daha cumhurbaşkanını seçememe sorunu yaşamaması için bir referanduma gidildi ve halk yüzde 68 oyla ‘cumhurbaşkanını artık ben seçmek istiyorum’ dedi. Bu karardan sonraki yedi yılın ardından da 2014 yılında fiiliyata geçmiş oldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığı ve akabinde yüzde 52 oyla seçilmiş bir cumhurbaşkanımız oldu.”
KÜÇÜKYILMAZ: BAŞKANLIK SİSTEMİNDE GERİ DÖNÜLMEZ BİR NOKTADAYIZ
Türkiye’nin başkanlık sistemi açısından geri dönülmez bir noktaya geldiğini ifade eden Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı M. Mücahit Küçükyılmaz, “Yani artık gözardı edemeyeceğimiz, yok sayamayacağımız ve başımızı kuma gömemeyeceğiz bir noktadayız şuan. Geçmiş dönemin parlamenter sistem tecrübeleri, darbeler, vesayet aktörlerinin müdahaleleri, muhtıralar, e-muhtıralar, postmodern darberler, dostmodern darbeler ve siyasete yapılan bir takım müdahaleler, yani sizin seçtiğiniz milletin temsilcilerine onların icra yetkisini kullanmasına karşı, yapılan bir takım girişimler parlamenter sistemin artık yıpranmış ve tükenmiş bir noktaya geldiğini gösteriyor. Türkiye’deki her bir birey, vatandaş, siyasal aktör veya sivil toplum kuruluşu kanaat önderi, gazeteci, sorumluluk sahibi her insan artık banane diyemeyeceğimiz bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.” dedi.
Başkanlık sistemi tartışmaları ortaya çıktığında hemen bir gürültü koparıldığını belirten Küçükyılmaz, sözlerine şöyle devam etti: “Efendim rejim elden gidiyormuş. Eskiden diyorlardı ya, eyvah laiklik elden gidiyor. Hiçte gittiği falan yok. Başörtüsü asla olmaz, kamusal alanda olmaz diyorlardı. Kendi kendilerine alanlar icat ediyorlardı. Üniversitede olmaz, memuriyette olmaz. Şimdi oldu. Gayet de güzel oldu. İnsanlarda taraflı tarafsız, muhalif veya taraftar herkes bunu benimsedi. Başörtüsü hayatın normal düzeni içerisinde kabul edilerek bugünlere gelindi. Şimdi başkanlık sistemi gündeme geldiğinde hemen bir rejim tartışması koparılıyor. Halbu ki biz sistemden bahsediyoruz, rejimden değil. Yani monarşi, demokrasi, teokrasi, otokrasi bir rejimdir, ama başkanlık veya parlamenter yapı bir sistemdir. Yani biz aslında hükümet sisteminden bahsediyoruz. Türk milleti gibi lider eksenli geçmişte tarihte kazandığı büyük başarıların hemen hemen hepsini büyük liderlerin önderliğinde kazanmış bir millet için başkanlık sistemi geri dönülmez bir yoldur. Doğru bilinen yanlışlardan bir tanesi başkanlık sitemi olursa ülke bölünür. Böyle bir söz dolaşıyor ortalıkta. Hayır, bir ülkenin bölünmesi için başkanlık sistemine geçilmesi gerekmiyor. Bir ülke bölünecekse zaten bölünür. Kaldı ki başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelere ABD, Meksika, Brezilya, Şili veya yarı başkanlıkla yönetilen Fransa, bunların bölünmesi gibi bir durum sözkonusu değil, aksine daha da güçlendiklerini görüyoruz. ABD dünyanın en güçlü, en büyük devleti. Bunlarda zaten başkanlık sistemine geçelim de bölünelim diye geçmiş değiller. 90 yılda en az beş büyük kazaya yol açmış bir sistemde ısrar etmenin gereği yoktur. Parlamenter sistem, biraz da 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında terk edilen monarşilerin tek adam baskıcılığından kurtulmak için ortaya konulan tepkisel tercihlerin ürünüdür. Ancak gelinen noktada bu tepkiselliğin kaos üretme potansiyeli yüksek bir çoğulculuktan öte tekçiliğe ve odak dağılmasına yol açtığı tecrübe edilmiştir. Böylece üniter veya federal olsun fark etmez, istikrarsızlık üreten parlamenter sistemlerle yönetilen ülkeler bölünmeye karşı daha dirençsiz hale gelebilmektedir. Yakın tarihte 5 Nisan 1994, Şubat 2001 krizleri koalisyon döneminin ürünleri olarak ülkenin gelişmişlik ve refah seviyesinin düşmesinde rol oynamış; bu istikrarsızlık süreçleri 2002'de tek parti iktidarı ile aşılabilmiştir. Yine parlamenter sistemin zaaflarını bahane eden ve önlemekte yetersiz kaldığı askeri darbeler ülkenin beşeri, ekonomik ve demokratik sermayesine ciddi biçimde zarar vermiştir. Parlamenter sistem ancak başkanlığa benzediği ve ona yaklaştığı durumlarda istikrar üretmekte ve gelişmeyi desteklemektedir.”
Panelin sonunda Milletvekili Ilıcalı, Kaymakam Öz ve Başkan Orhan, panelistlere çeşitli hediyeler takdim ederek teşekkür ettiler. M. Mücahit Küçükyılmaz’ın kitaplarını da imzaladığı panel, toplu fotoğraf çekimi ile sona erdi.
ORHAN: HALKIMIZIN AK PARTİ’YE OLAN DESTEĞİ ASLINDA ‘YENİ TÜRKİYE’ ÖZLEMİDİR
Panelin açılış konuşmasını yapan Aziziye Belediye Başkanı Muhammed Cevdet Orhan, 2003 yılında AK Parti’nin iktidara gelişi ile başlayan değişim ve gelişim sürecinin, yıllar içinde halkın uzun süreden beri özlediği “Yeni Türkiye” hayaline dönüştüğünü ve bu hayalin gerçekleştirilmesi için gerekli adımlar atılmaya başlandığını belirtti. “Haliyle içinden geçtiğimiz bu sürecin sancıları da ortaya çıkmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki, her kutlu doğum sancılı olacaktır ve bu sancılar yaşadığımız bu zamanların kıymetini asla azaltmayacaktır.” diyen Başkan Orhan, “Unutulmamalıdır ki, bir kısım seçilmiş ve kendini seçilmiş hissedenlerin ayrıcalıklarla donatılmış hayatına karşı, bunlar dışında kalanların sabit kısıtlamalara mahkum olduğu düzen, farklı bir ifadeyle adeta ortaçağ Avrupa’sında olduğu gibi halkını sınıflara ayırıp, devletin her türlü imkanını küçük bir sınıfın istifadesine sunan bir devlet düzeni sonsuza kadar devam edemezdi. Halkımızın Ak Parti’yi her seçimde artan oranlarla desteklemesinin bir diğer sebebi yahut manası da “Yeni Türkiye” özlemidir. Bütün tercihlerin hem kamu imkanları karşısında, hem de özel hayatta eşit erişim hakkına sahip olduğu “Yeni Türkiye” hayali, aynı zamanda, eğitim, sağlık, ulaşım gibi hususlarda gelişmiş, milli geliri yüksek, savunma sanayinde yerli oranı yüksek, dünyada söz sahibi bir ülke olmayı da gerekli kılmaktadır. Bu noktada Yeni Türkiye’nin ilk ve en önemli ödevlerinden biri, Sayın Cumhurbaşkanımızın büyük mücadele verdiği vesayetçi yapıyı ortadan kaldırmak ve sivil bir anayasa yapmaktır. İnşallah bunlar gerçekleştiğinde devlet halkın karşısında bir güç olmaktan tamamen çıkıp, toplumun yanında bir sığınak, bir dayanak olacaktır.” dedi.
Yeni Türkiye yolunda Türkiye’nin önemli bir diğer ödevinin ise, toplumsal mutabakatı sağlamak ve yeni anayasayı toplumla kaynaşarak yapmak olduğunun altını çizen Başkan Orhan, “Halkımızın büyük bir bölümünün belki çoğu zaman ifade edemediği Yeni Türkiye özlemi, halkla birlikte inşa edilmeli ve onlara hayal ettikleri şeyin tam olarak ne olduğu net bir şekilde gösterilmelidir. İşte belediyemizin tertip ettiği “Yeni Türkiye Buluşmaları” bu noktada ehemmiyetlidir.” diye konuştu.
Aziziye Kaymakamı Zafer Öz ise, gündemde önemli yer tutan konuyla ilgili alanında uzman isimlerin panel için ilçede bulunmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
IILCALI: 2014’TE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE ZATEN FİİLİ BİR BAŞKANLIK SİSTEMİNE GEÇİLDİ
AK Parti Erzurum Milletvekili Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı da, Türkiye’nin en önemli gündeminin yeni anayasa ve yeni Türkiye olduğuna vurgu yaparak, “Geçen gün sabah komisyonumuz itibariyle sayın cumhurbaşkanımızla bir kahvaltılı toplantıda bulunma fırsatımız oldu. Orada söz alarak yaptığım konuşmayı özetleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum. Türkiye’de son yapılan seçimlerde dahil AK Parti iktidarı döneminde de yüzde 52 ile alınan bir seçim yok. Bu seçimi tek başına sayın cumhurbaşkanımız kazandı. Ne demektir bu, millet cumhurbaşkanımıza yetki verdi. Burada aslında milletimizin desteğiyle bir fiili başkanlık oldu. Bundan sonra bunun resmi hale getirilip, bu anayasanın değiştirilmesi gerekiyor. İlk defa bir anayasa komisyonunda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ait bir oturum izledim. Oradaki görüntüler çok kötüydü. Bir insan teröristin cenazesine gidecek, Türkiye Cumhuriyeti’nin polisine askerine katil diyecek. Buna sabredeceksin. Böyle bir şey olmaz. Ben dokunulmazım. Efendim milletvekilliyim. Dört parti grup kurdular, anayasa değişikliğiyle ilgili fakat ne yazık ki biraraya gelemediler. Biz AK Parti olarak kendimiz bunu yapacağız. Neticede Anayasa oylamaları gizli oydur. Sonuçta da 330 milletvekili desteği aldığında referanduma götüreceğiz ve halkımızı kararı da bizim başımızın üstüne.” şeklinde konuştu.
YILMAZ: TÜRKİYE’DE İÇ SAVAŞ ÇIKARMAK İSTEYENLER BOYLARININ ÖLÇÜSÜNÜ ALDI
Oturum Yöneticisi Siyaset Bilimci Dr. Murat Yılmaz, 2007 yılından bu yana en çok tartışılan konunun, en fazla kullanılan kavramın anayasa, yeni anayasa, anayasa mahkemesi, cumhurbaşkanlığı ve başkanlık sistemi olduğunu hatırlatarak, “Aslında Türkiye yaklaşık 200 yıldır anayasal bir devlet, anayasal bir demokrasi olmaya çalışıyor. Bürokratik vesayet ve aynı zamanda çoğunluğun yönetme hakkını hazmedemeyen bir takım gruplar yüzünden Türkiye bu anayasal devlet olmayı, anayasal bir demokrasi olmayı, tam anlamıyla başarabilmiş değil. Burada bir takım sıkıntılarla karşı karşıyayız. Ama 2007’deki cumhurbaşkanlığı krizinde cumhurbaşkanını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki çoğunluğun seçmesini engellemeye çalışanlara o dönemin siyasi iktidarı hayır dediği için ve cumhurbaşkanlığı seçimini halkın reyine sunduğu için bu kriz halinden bugün itibariyle kurtulduk. Hatırlayın, her cumhurbaşkanlığı seçiminde bürokrasinin, askerlerin istediği cumhurbaşkanı seçilirse problem yok. Ama seçilmiş bir siyasetçi aday olursa orada kriz çıkıyor. Mesela Özal’ı hatırlayın, alışamadık diye kampanya yürüttüler. Rahmetliyi ölene kadar Çankaya köşkünde rahat bırakmadılar. 2007’de Abdullah Gül Cumhurbaşkanı adayı olduğunda, aynı kriz yaşandı. Çünkü 27 Mayıs darbesiyle ve 82 anayasasıyla istedikleri cumhurbaşkanı bürokrasinin emrinde, bürokrasinin karşısında bir cumhurbaşkanı profiliydi. Yani milletin karşısında bürokrasinin emrinde, onların sözcüsü hüviyetinde bir isim. Özal ve Gül gibi isimlerin bu profille bağdaşmayacağı için bunlara karşı çıkıldı. Bu krizi o dönemin iktidarı aştı, 10 Ağustos 2014’e geldik. İlk defa Cumhurbaşkanını halk seçti. Seçim sürecini hatırlarsanız kriz de olmadı. Ama 2013’ten itibaren nelerle karşılaştık. Gezi parkındaki ağaçlar vesile edildi ve Ankara’da başbakanlık ofisi, başbakanın evi, İstanbul’da başbakanlık ofisi ve onun dışında her yer yakılıp yıkılmaya çalışıldı. Onu başaramadılar, 17-25 Aralıkta bu sefer, yargı üzerinden bir darbe yapmaya çalıştılar. Onda başarısız oldular, bu sefer, 6-7-8 Ekimde Doğu ve Güneydoğu’yu yakarak bir şey yapmaya çalıştılar. Onda da muvaffak olamadılar. 7 Hazirandan sonra yeniden şiddeti başlattılar. Bu sefer bir örgütte yetmedi, baktılar o örgütün gücü yetmiyor, Türkiye’deki bütün örgütleri birleştirdiler. 60 yıllardan beri faaliyet yapan bütün örgütleri birleştirdi, Türkiye’ye savaş açtılar. Baktılar o da yetmiyor, yurt dışında terör örgütü ithal ettiler. İşte adına IŞİD denilen bir örgüt Türkiye’ye saldırmaya başladı. Hedef Türkiye’nin müşterek kimliğine yönelik bir saldırı. İkincisi Türkiye’nin demokratik yönetimine saldırdılar. Üçüncüsü de devletin varlığına saldırdılar. Geçen zaman zarfında gördük ki aslında niyetleri hak, özgürlük, şu bu değil. Türkiye’de bir iç savaş çıkarmak, Türkiye’de Lübnan vari bir devlet oluşturmak. Yani olmayan bir devlet herkesin istediği gibi cirit attığı, herkesi silahlı örgüt topladığı, başka ülkelerle ilişkileri olan grupların olduğu ama Türkiye’de müşterek bir devletin olmadığı bir yapı ortaya çıkarmak istediler. 7 Hazirandan sonra tek başına bir iktidar çıkmayınca, işte aradığımız fırsatı bulduk dediler. Ama yanıldıkları nokta şuydu. 10 Ağustos 2014’te yüzde 52 ile seçilmiş bir cumhurbaşkanı var. Hükümet olsun olmasın cumhurbaşkanı buna müsaade etmez, edemez. Yani hem misyonu bu, hem görevi bu, hem de sizler ona bunun için oy verdiniz. Bir ülkenin, bir milletin çoğunluğu eğer bir yerde rey kullanıyorsa, o milletin hayrına olmayan bir şeye izin verilemez. Bu geçen zaman zarfında Türkiye, bütün saldırılara rağmen dört tane seçim yaptı. Önce 2014 yerel seçimleri, daha sonra 10 Ağustos cumhurbaşkanlığı seçimleri ve daha sonra 7 Haziran ile bir kasım seçimleri. Bu seçimlerde şunu gösterdik, Türkiye’nin müşterek kimliği korunacak, demokratik yönetim korunacak, devletin kapasitesi de kim onunla boy ölçüştürmek istiyorsa, onun boyunu alacak kadar güçlü olacak. Bütün bu saldırılar taarruzlar karşısında iç savaş çıkarmak isteyenler boyunun ölçüsünü aldı. Bundan sonra da boylarını ölçüsünü alacaklar.” ifadelerini kullandı.
ZENGİN: ESKİ TÜRKİYE ANADOLU ÇOCUKLARINI YÖNETİMLERDEN UZAKLAŞTIRDI
Eski Türkiye’de Anadolu çocuklarının yönetimlerde çok da yer almadıkları bir yapı oluşturulduğunu kaydeden Araştırmacı Yazar Tarkan Zengin, “Bir şairimiz Anadolu çocuklarını tarif ederken dediği gibi ‘bize ayağa kalk dediler ey ehli vatan, ayağa kalktık, sonra onlar oturdu biz ayakta kaldık.’ Şimdi ben eski Türkiye derken, bundan 100-150 yıl önce koltuklarından kaldırılıp, aylakta bekletilenlerin kimisi savaşlarda, kimisi ülkenin can verdiği dönemde koşa koşa canını verenlerin, mal vermek gerektiğinde malını koşa koşa verenlerin, ama bir türlü o yönetim koltuklarına yaklaştırılmayan insanlardı. Aslında Türkiye’de rahmetli Menderes’in Özal’ın Erbakan hocanın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın da mücadelesi o ayağa kaldırılmış Anadolu çocuklarının asıl emanetin sahibi olanların o yönetimlere gelmesiydi. Yani benim aklıma gelen bu emanet sahiplerinin yeniden yönetimi devralıp, ülkeyi layıkıyla kalkındırması, yönetmesiydi. Anayasaları yaparken bu Anadolu çocuklarının yeniden yönetime geleceklerini düşünmedikleri için sistemi kendilerine göre dizayn etmişlerdi. Ama nasıl düzen bozulunca 367 krizi gibi sorunlar ortaya çıktı. Yani oyunun kurallarını anayasayla yazmışlardı, ama sahada başkaları kazanmaya başlayınca oyunun kuralları değiştirilmeye başlandı. Bunlar, 61 anayasasıydı, 82 anayasasıydı. Bugün cari olan anayasa vesayet sistemini kurumsallaştıran bir sistem. 5 tane generalin yaptığı bir sistem. Bugün anayasa yapamazsın diyorlar, niye yapamazsın, bizler 5 tane generalin yaptığı anayasayla 34 yıldır yaşamaya mecbur kılınıyorsak, Türkiye’nin geldiği ekonomik ve demokratik ortam niye yeni bir anayasa yapmasın. Biliyorsunuz bir partinin genel başkanı demişti ki, ‘yeni anaya yaparsanız, önce idamlık gömleğinizi giymeniz lazım.’ Bunu niye demişlerdi, çünkü o anayasayı yapacak kişiler Anadolu insanlarından oluşuyordu. Başka toplumsal aktörler yok 82 anayasasında. Niye çünkü anayasanın gerekçesinde diyor ki, bu anayasa geçmişin acı tecrübelerine dayanılarak yapılmıştır. Böyle bir anayasa olabilir mi. Geçmişin acı tecrübeleri dediği ne, bir sağdan bir solda asılıp, sözde eşitliğin sağlandığı bir yapı yani. Bununla yaşamaya mecbur değiliz. Bir başka özellik esnekliğe uygun bir anayasa değil. Anayasaya bakıyorsunuz bir madde şöyle başlıyor, size bir özgürlük veriyor, ancak ikinci cümlesinde ama, fakat, lakin ile başlayıp o verdiği özgürlüğü alıp gidiyor. Böyle bir anayasa ile Türkiye’nin geldiği noktanın ortaklaşma şansı maalesef yok. Rahmetli Menderes’i astılar 2016 Tükiye’sinde cumhurbaşkanımıza aynı tehdit yapılıyor. Menderes’in yakasındaki hüküm özetinde anayasanın şu maddesine göre diyor. Bu ülke öyle bir anayasa hazırlamalı ki, seçilmiş cumhurbaşkanlarının, başbakanlarını asmayacak bir anayasaya sahip olmamız gerekiyor.” şeklinde konuştu.
KÖKÇE: YENİ ANAYASAYI ZORUNLU KILAN, SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ
Star Gazetesi Köşe Yazarı Halime Kökçe, “Türkiye’nin neden yeni anayasaya ihtiyacı var?” sorusunu cevaplandırdı. “Mevcut anayasanın ne kadar eski, ne kadar demode ve aslında bir darbe anayasası olduğu bu sorunun cevabıdır” diyen Kökçe, şunları söyledi: “Ama açıkçası ben, mevcut anayasayla ilgili şikayetlerimiz baki kalmak kaydıyla, yeni anayasayı zorunlu kılan şeyin bir sitem değişikliği olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin asıl ihtiyacı olan şeyin bir sistem değişikliği olduğu, bunun da bir anayasa değişikliğiyle mümkün olacağı gerçeğini idrak etmemiz gerekiyor. Geçtiğimiz hafta hükümet kanadında bir takım önemli değişiklikler hiçbirimizde bir tedirgin yaratmadı. İktidar partisindeki bu tür görev değişiklikleri Türkiye’de bir takım krizlere yol açmıyor. Çünkü çok güçlü bir liderlik sözkonusu. Ama bu liderliğin kurumsallaşması diye bir ihtiyaç sözkonusu. Ne demektir liderliğin kurumsallaşması? Liderlik pozisyonunun kişilerden bağımsızlaşmış bir karakterinin olması gerekir. Türkiye aslında 2007’de başkanlık sistemine ilk adımı attı. Bugün itibariyle bir adım daha yaklaşmış, hatta fiili olarak başkanlık sisteminin pratiğine adım atmış bulunuyor. 2007’den bugüne yaşanan sürecin başkanlık sistemini hatta sistem değişikliğini mecbur kıldığını aslında adım adım görmüş olduk. 2007’deki 367 krizi cumhurbaşkanını meclisin seçmesine izin vermeyen çünkü sözkonusu adayı AK Parti’nin öngördüğü, önerdiği, işte eşi başörtülü olan ya da o gelenek içerisinden gelen bir kişiyi cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyen seçilmişler vasıtasıyla bir kriz yaşandı. Anayasa Mahkemesi eliyle bu kriz üretilmiş oldu. Bu kriz ancak bir seçimle aşılabilirdi ve 367 krizi olarak tarihe geçti. Bu krizin bir daha yaşanmaması için meclisin bir daha cumhurbaşkanını seçememe sorunu yaşamaması için bir referanduma gidildi ve halk yüzde 68 oyla ‘cumhurbaşkanını artık ben seçmek istiyorum’ dedi. Bu karardan sonraki yedi yılın ardından da 2014 yılında fiiliyata geçmiş oldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığı ve akabinde yüzde 52 oyla seçilmiş bir cumhurbaşkanımız oldu.”
KÜÇÜKYILMAZ: BAŞKANLIK SİSTEMİNDE GERİ DÖNÜLMEZ BİR NOKTADAYIZ
Türkiye’nin başkanlık sistemi açısından geri dönülmez bir noktaya geldiğini ifade eden Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı M. Mücahit Küçükyılmaz, “Yani artık gözardı edemeyeceğimiz, yok sayamayacağımız ve başımızı kuma gömemeyeceğiz bir noktadayız şuan. Geçmiş dönemin parlamenter sistem tecrübeleri, darbeler, vesayet aktörlerinin müdahaleleri, muhtıralar, e-muhtıralar, postmodern darberler, dostmodern darbeler ve siyasete yapılan bir takım müdahaleler, yani sizin seçtiğiniz milletin temsilcilerine onların icra yetkisini kullanmasına karşı, yapılan bir takım girişimler parlamenter sistemin artık yıpranmış ve tükenmiş bir noktaya geldiğini gösteriyor. Türkiye’deki her bir birey, vatandaş, siyasal aktör veya sivil toplum kuruluşu kanaat önderi, gazeteci, sorumluluk sahibi her insan artık banane diyemeyeceğimiz bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.” dedi.
Başkanlık sistemi tartışmaları ortaya çıktığında hemen bir gürültü koparıldığını belirten Küçükyılmaz, sözlerine şöyle devam etti: “Efendim rejim elden gidiyormuş. Eskiden diyorlardı ya, eyvah laiklik elden gidiyor. Hiçte gittiği falan yok. Başörtüsü asla olmaz, kamusal alanda olmaz diyorlardı. Kendi kendilerine alanlar icat ediyorlardı. Üniversitede olmaz, memuriyette olmaz. Şimdi oldu. Gayet de güzel oldu. İnsanlarda taraflı tarafsız, muhalif veya taraftar herkes bunu benimsedi. Başörtüsü hayatın normal düzeni içerisinde kabul edilerek bugünlere gelindi. Şimdi başkanlık sistemi gündeme geldiğinde hemen bir rejim tartışması koparılıyor. Halbu ki biz sistemden bahsediyoruz, rejimden değil. Yani monarşi, demokrasi, teokrasi, otokrasi bir rejimdir, ama başkanlık veya parlamenter yapı bir sistemdir. Yani biz aslında hükümet sisteminden bahsediyoruz. Türk milleti gibi lider eksenli geçmişte tarihte kazandığı büyük başarıların hemen hemen hepsini büyük liderlerin önderliğinde kazanmış bir millet için başkanlık sistemi geri dönülmez bir yoldur. Doğru bilinen yanlışlardan bir tanesi başkanlık sitemi olursa ülke bölünür. Böyle bir söz dolaşıyor ortalıkta. Hayır, bir ülkenin bölünmesi için başkanlık sistemine geçilmesi gerekmiyor. Bir ülke bölünecekse zaten bölünür. Kaldı ki başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelere ABD, Meksika, Brezilya, Şili veya yarı başkanlıkla yönetilen Fransa, bunların bölünmesi gibi bir durum sözkonusu değil, aksine daha da güçlendiklerini görüyoruz. ABD dünyanın en güçlü, en büyük devleti. Bunlarda zaten başkanlık sistemine geçelim de bölünelim diye geçmiş değiller. 90 yılda en az beş büyük kazaya yol açmış bir sistemde ısrar etmenin gereği yoktur. Parlamenter sistem, biraz da 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında terk edilen monarşilerin tek adam baskıcılığından kurtulmak için ortaya konulan tepkisel tercihlerin ürünüdür. Ancak gelinen noktada bu tepkiselliğin kaos üretme potansiyeli yüksek bir çoğulculuktan öte tekçiliğe ve odak dağılmasına yol açtığı tecrübe edilmiştir. Böylece üniter veya federal olsun fark etmez, istikrarsızlık üreten parlamenter sistemlerle yönetilen ülkeler bölünmeye karşı daha dirençsiz hale gelebilmektedir. Yakın tarihte 5 Nisan 1994, Şubat 2001 krizleri koalisyon döneminin ürünleri olarak ülkenin gelişmişlik ve refah seviyesinin düşmesinde rol oynamış; bu istikrarsızlık süreçleri 2002'de tek parti iktidarı ile aşılabilmiştir. Yine parlamenter sistemin zaaflarını bahane eden ve önlemekte yetersiz kaldığı askeri darbeler ülkenin beşeri, ekonomik ve demokratik sermayesine ciddi biçimde zarar vermiştir. Parlamenter sistem ancak başkanlığa benzediği ve ona yaklaştığı durumlarda istikrar üretmekte ve gelişmeyi desteklemektedir.”
Panelin sonunda Milletvekili Ilıcalı, Kaymakam Öz ve Başkan Orhan, panelistlere çeşitli hediyeler takdim ederek teşekkür ettiler. M. Mücahit Küçükyılmaz’ın kitaplarını da imzaladığı panel, toplu fotoğraf çekimi ile sona erdi.
Editör