Şairin “Beşikler vermişim Nuh’a salıncaklar, hamaklar/ Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,/ Anadolu’yum ben tanıyor musun? ” diye anlattığı anayurdumuz Anadolu, askerî ve stratejik açıdan dünyanın en riskli coğrafyalarından biridir.
Bu topraklarda hür ve bağımsız olarak yaşamak, ağır bedeller ödemekle mümkün olabilmektedir. Yüzyıl önce her türlü zorluklara karşı onurluca vermiş olduğumuz mücadele neticesinde ilelebet payidar kalacak olan Cumhuriyetimizin temellerini atmış ve üzerimizde yapılan kirli hesapları boşa çıkarmıştık.
Anadolu’yu işgale gelenler, geldikleri gibi gitmişlerdi.
Millet olarak şimdi, egemenliğin kayıtsız şartsız millete verildiği, kul toplumundan, millet olma bilincine eriştiğimiz, eşit vatandaşlık ilkesiyle onurlandığımız, muasır medeniyet yolunda ilerlediğimiz Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamanın haklı gururu içerisindeyiz.
Bu yüzyıl içerisinde çok işler başardık. “Fikri hür, irfanı hür, vicdani hür” nesiller yetiştirmeyi hedefledik. Her alanda atılımlar yaparak modern ve güçlü bir ülke olma yolunda emin adımlarla yürüyüp dünyanın en büyük ekonomileri arasına girdik.
Cumhuriyet’in ilk tohumları Erzurum’da atılmış, Sivas’ta filizlenmiş, Ankara’da ulu çınar olmuştu.
Bu ulu çınarın kökleri artık Misakı-ı Millî sınırlarını kaplamış, onun gölgesi altında 85 milyon nüfusumuzla özgürlük esintileri altında yarınlarımıza güvenle bakmaktayız.
Zengin fakir, köylü kentli her kesimden çocukların Cumhuriyet’in verdiği imkânlarla ülke yönetiminde üst kademelere gelebildiği, kadınlara tüm haklarının teslim edildiği, sosyal devlet anlayışının her kesime ulaştığı, din ve vicdan hürriyetinin sağlandığı Cumhuriyet Türkiye’si, aradan geçen yüzyılı emin adımlarla yürümüş ve risklerle dolu bu coğrafyada her türlü zorluğun üstesinden gelmesini bilmiştir.
Doğan her yüz çocuktan, altmışının öldüğünü, halkın yarısının hastalıklarla boğuştuğunu, sigara kâğıdından kibrite kadar en basit ihtiyaç maddesinin ithal edildiğini, hekimin ve ilacın bulunmadığını, fukaralığın giysilerdeki yamaların çokluğu ile kendini yansıttığını, okuma yazma oranının çok düşük oranlarda olduğunu, halkın yüzde sekseninin kırsalda yaşadığını, öz güvenini kaybetmiş ve kimliğinin farkında olmayan bir toplumun o günlerdeki ruh halini, hasta adam tabir edilen imparatorluğun hangi acıları çektiğini tarihî kaynaklardan öğrenmekte ve geldiğimiz durumla, geçmişin mukayesesini yapabilmekteyiz.
Tüm bu kazanımlarımızı, savaşlarla elde edilen zaferlerin ekonomik başarılarla taçlandırılması gerçeğini gören, millî kimliğin kazanılmasını sağlayan ve kurulan devletin yönetim biçimini Cumhuriyet olarak belirleyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun yol arkadaşlarına borçlu olduğumuzun idraki içerisindeyiz.
Ellerin öz vatanda nara attığı o karanlık günlerden bizi bu aydınlık günlere taşıyan kutlu iradenin emanetini, nesilden nesile taşımamız gerektiğinin sorumluluğu ve bilincindeyiz.
Nice yüzyıllar bu topraklarda yaşayacak olan Türkiye Cumhuriyeti, Türk Dünyasının ağabeysi, İslam Coğrafyasının yüz akı, mazlum milletlerin umudu olmuştur.
Kuruluşunun 100. yılında, her geçen gün gücünü ve itibarını hissettiren Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, fikir babası, ebedî cumhurbaşkanımız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Kuva-yı Milliye ruhunun fedakâr evlatlarının aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Ruhları şad olsun.