Hayat hakkında çok daha kafa yormalıyız. Çünkü hayat çok boyutlu, çok tehlike içeriyor, milyonlarca renkleri var, hayatın yolları labirentlerle dolu, sürprizleri çok çeşitli sebeplere bağlı, üstelik hayatın nerede, nasıl biteceği ise hiç belli değil!
Börtü böceğin, ağaçla çiçeğin, âşıkla maşukun, cahille aydının, yobazla entelektüelin, kara, gri ile beyazın, hayatla mematın bir hikâyesi bir ilişkisi var! En çok da kuru ile yaşın, günahsızla günahkârın, mazlumla zalimin, adaletle zulmün tezatlıklarının çözülmesi beklenen ve dolaşmış düğümlenmiş, çözülemeyen yer biraz da hayatın anlamını yitirdiği yerdir!Ve her öznenin ve her özneyi etiketleyen sıfatların ayrı ayrı anlamları artık neye yarar ki?
Konumuz anlamak! Hayatı anlamak! Hayatın anlamını anlamak! Öğreniyoruz, okuyoruz, yaşıyoruz ancak anlıyor muyuz? Bütün mesele burada!
Prof. Dr. Aydın Öztan: “Bilmek, öğrenmek ve anlamak birbirinden farklı kavramlardır ve bilmek anlamayı gerektirmez. Okumayı bilmenin, okunan metni anlamayı gerektirmediği gibi. “Başkalarını anlamak bilgeliktir, kendini anlamaksa aydınlanmaktır” demiş Lao Zi (M.Ö 600). Soren Kierkegaard “Anlaşılması gereken ilk şey, anlayamadığımızdır”*1 demiş. (*1 Bu paragraf Prof. Dr. Aydın Öztan’ın bir makalesinden alınmıştır).
Demek ki hayatın anlamını anlamakta başarılı sayılamayız! Anlama karnemiz kötüyken elbette!
Hayatın anlamı hakkında bilmem ki hiç düşünecek zamanınız oldu mu?
Hayatın anlamını düşünmenin nasıl olduğu konusunda başta şahsım olmak üzere ustalarca belirlenmiş hayatın anlamını bulacağımız soruların ne olduğunu bilmeliyiz! Nasıl yaşadık, nasıl yaşıyoruz, ne yaptığımızı kendimize sorduk mu? Yaşadığımız hayatı yaşamaya değer kılacak politikamız var mı? Hayatımızı daha güzel ve sağlam karaktere, mutluluk veya hazlara oturtacak nasıl bir atölyeye sahibim? Başkalarına dert mi oluyorum, deva mı? Göçtüğümde arkamdan kaybımı yüreğinde hissedecek, derin üzüntülere saplanacak birikimlerim var mı? Bunların ne demek olduğunu biliyor muyum?
Ölüme hazır mıyım? Verilemeyecek hesaplarım var mı? Egomla beraber miyim; yoksa mütevazı mı? Birleştirici miyim, arabulucu mu, yoksa büyük küçük fitnelerde payım var mıdır?
Bilgi, akıl, ufuk,stoklarım, birikimim, oluşturduğum hayat hikâyelerim, insanlara faydası olan çalışmalarım, zarar vermeme başta olmak üzere gerçek projelerim, hayata geçirdiğim insanlıklarımı yüz santimlik bir cetvel üzerinde göstermek istersem; kaç rakamına ulaşmışımdır? Yoksa ekside miyim? Realizm, bu durumu insanın kendisinin bilebileceği konusunda kararlı; “kendin bil ve cetveldeki skorunu yükselt” diyor!
“Hayatı kaybetmekten ԁaha acı bir şey vardır hayatın anlamını kaybetmek”. Diyor, Seneca!
Hayatı anlamlandıran ilk özellik adalet olabilir mi? Hani yaptıklarınızdan dolayı başınızı yastığa koyup içinizdeki ahlakın kalbi vicdan sizi uyutuyor mu? Yoksa vicdan ve ahlak içinizi mi sızlatıyor? Adaletsiz iş; hayatın anlamını kaybettiği ilk yerdir! Sonrası buraya istediğiniz değeri koyabilirsiniz; bir anlam taşıyacağını düşünmüyorum!
Hayatın anlamı üzerinde düşünmek için önce hayatın anlamının gereği üzerinde ve sonra güzelliklere ulaşmanın yolunun hayatın anlamını kavradıktan sonra mümkün olabileceği konusunda kendimizle hemfikir olabilmeliyiz!