1770 yılında Stuttgart’da doğan ve 1831 yılında Berlin’de koleradan ölen George Ludwing Hegel Almanların önemli filozofudur. Tarih, Hukuk, Mantık, Tabiat, Din, Varlık ve Sanat üzerine eserleri vardır.
Tarih Felsefesi Üzerin Dersler adlı çalışmasında Hegel, yukarıdaki yazımızın başlığına cevap arar.
Hegel’in yaşadığı yıllar 18.nci yüzyılın son çeyreği, 19.ncu yüzyılın ilk çeyreğidir.
Hegel, Fransa kralı Napolyon Bonapart’ın (1792-1814) yılları arasında bütün Avrupa gibi Prusya’ya (şimdiki Almanya) saldırısını ve işgalini gördü ve yaşadı. Bu işgal Alman filozoflarında hürriyet taleplerini artırdı. Hegel de bu filozoflardan birisidir.
Hegel, Doğu derken elbette coğrafi yön değil, medeniyetten bahseder. O, Doğu Medeniyeti derken; Çin, Hint, Pers ve Yahudilik tarihini ve halkların ruhunu; Batı Medeniyeti derken Roma, Yunan, Hıristiyanlık, İngiliz, Fransız Germen tarihini ve halkların ruhunu anlar.
Hürriyet bilinci açısından her iki medeniyet nasıl gelişmiştir?
Ona göre insanlığın hürriyet arama yolculuğunda; Doğu medeniyeti tarihin çocukluk çağı; Grek medeniyeti gençlik çağı; Roma medeniyeti yetişkinlik çağı; Germen medeniyeti dünya tarihinin dördüncü dönemi olarak yaşlılık çağıdır.
Doğu medeniyetinde hürriyet vardır, ancak bir kişi hürdür. O da yöneticidir yani hükümdar/monark. Çünkü Doğulular bir tek insanı “Hür” olarak tanırlar o da yöneticidir. Doğunun siyasi hayatında, yönetimi altındakilerine hiçbir hak ve hürriyet tanımayan sınırsız yetkileri olan istibdat yönetim yani despotizm egemendir.
Hürlük bilinci bazı insanların özgürlüğünün kabulüyle ortaya çıkar. Germen uluslarına gelinceye kadar Yunan ve Roma dâhil insanların hür olduklarının bilincinin kabulüne pek rastlanmaz. Hegel, “Hıristiyanlığın etkisiyle Germen medeniyeti evrensel hürlüğün bilincine vardı” der.
Çin ve Hint halkları arasında tarihsel bilincin yalnızca ilk pırıltılarına rastlanır. Çin ve Hint uygarlığında tabiata bağımlılık vardır. Hint’te bu bağımlılık kast sistemini oluşturmuştur. Hangi sınıfta doğmuşsan başka diğer sınıfa geçemezsin. Persler de tarih bilincinde iyi- kötü tez ve antitezinin birleştiği üstün bir bireşimi kavrayamamışlardır.
Yahudilik de tabiat artık bir yaratıktır. Ruh(Geist/Tanrı) da yaratıcı olarak kabul edilmiştir. Ancak, Yahudilikte Tanrı’nın doğadan ayrılması vardır, ama ne Ruh ne de doğa tam olarak kavranabilmiştir.
Hegel’e göre köleliğin hüküm sürdüğü Grek ve Roma medeniyetleri gibi medeniyetlerde elbette özgürlük herkese değil, bazı kimselere ait olmuştur. Hürler ve köleler vardır.
Hegel’e göre Tarih ; “Ruh’un kendini bilmeye doğru bir hareketidir.”
Tarihin amacı nedir?
Tarihin amacı; Ruh’un doğadaki tutsaklığından kurtuluşudur; böylece Ruh kendi özüyle “İde” ya da “Akıl” olarak yeniden birleşme çabasıdır. Bu çabayla Ruh kendi imkânlarını gerçekleştirme eyleminde hürlüğünü ve kendini bilecektir.
Hegel, tarihin bu amacını hangi toplum gerçekleştirir?
Ona göre Germen ruhu gerçekleştirmiştir.
Bunu şöyle ifade eder: “Bireyin düşünce ve duygularına dayanan yani öznel ve bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan yani nesnel özgürlüğün somutlaşması, yani dışlaşması olarak devlet, Germen ruhunda tam olarak gerçeklik kazanır. Germen ruhu, Greklerinki gibi öznellik ilkesini kavramıştı, ama o Hıristiyan idealinin taşıyıcısı oldu; tüm insanların hür olduğu ilkesini genelleştirdi.”
Somut ve elle tutulur bu düşünce nasıl gerçekleşir. Devlet yoluyla hürriyete kavuşulur. Tarihi sürükleyen “siyasi kahramandır.”
Hürriyet talebi devlet olmadan gerçekleşmez. Devletleşmeden yani nesnel düzen olmadan, hürriyet yalnızca bir kapristir, anarşidir ve bir kargaşadır.
Devlet ortadan kaldırılmak istense bile, yerine yeni bir devlet kurulmasının çabasına girişilir.
Hegel; “Her şeyi devlete borçluyuz,” der.
Ancak Hegel, demokrasi ilkelerini yadsıyan bürokratik ve militarist Prusya devletini kutsamıştır. Bu anlayışladır ki, Almanya’ya seyahate gittiğimde her an devletin yasalarının işlediğini gördüm. Asla vatandaşa güvenilmiyor.
Hegel, bizim tarih ve medeniyetimiz hakkında ne olumlu ne de olumsuz anlamda bir düşünce gündeme getirmemiştir.
Bizde de köle ticaretinin yasaklanmasıyla bireyin hürriyet talepleri, Tanzimat ve Islahat Fermanıyla farklı dini toplulukların hürriyet talepleri, I. Meşrutiyetle Padişahın yetkilerinin sınırlandırılmasıyla “Heyet-i Vükela”, “Meclis-i Vala” ve “Meclis-i Mebusan” gibi meclislerin hürriyet talepleri, II. Meşrutiyetle de serbest seçimler yoluyla Meclis-i Mebusan’ın güçlenmesi ve Padişahla yetki paylaşımıyla toplumun hürriyet talepleri artmıştır.
Osmanlı devletinde kölelik ticareti ilk defa Sultan Abdülmecid’in 1847'de "meclis-i vükelâ"daki bir toplantıya katılarak “üserâ-yı zenciyye ticaretini” yasakladığını bildirmesiyle başladı. Yaklaşık on yıl sonra da Osmanlı devleti 1856 Paris Antlaşması ile Avrupa Milletler Cemiyeti'ne girmiş ve bu antlaşma ile de esir zenci köle ticaretinin kaldırılması kararını onaylamıştı.
Arap aşiretlerinin Osmanlıya isyanlarının sebeplerinden birisi de köle ticaretini yasaklamasıydı. İngilizlerin kışkırtmasıyla “Türkler İslam’a karşılar, dinen caiz olan şeyi kaldıramazlar diye isyana teşvik ettiler.” Osmanlı Hicaz bölgesindeki köle ticaretini bir süre serbest bıraktı.
1922 yılında Suudi Arabistan Krallığı dünya devletleri arasında köle ticaretini yasaklayan antlaşmaya en son imzayı atan devlet olmuştur.
Mısırlı bilgin Hasan Hanefi; “Arap toplumunun hala herhangi bir hürriyet talebi yoktur” der.
Muhammet İkbal’e göre “İslam toplumlarında hürriyet talebi olan tek millet Türklerdir.”
Namık Kemal’le başlayan bireyin hürriyet isteği ve bilinci Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle somutlaşmış, hürriyet bir kişiye değil tüm yurttaşlara ve tüm insanlığa ait olduğu bilincine ulaşmıştır. “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesi esas kabul edilmiştir.
Hürriyet herkesin değil de bir kişinin hakkı demek yeniden köleliğe razı olmaktır. Doğu’ya yüzünü dönmek; hem akla, hem bunca çabaya, hem de insanlığın vicdanına güvensizlik demektir…..