Edebiyat bir toplumun bir milletin bedii zevklerinin toplandığı bir sosyal bilgi disiplini. Asırlar boyunca milletlerin içlerinden çıkardıkları söz söyleme sanatında usta olanların ve onları takip eden usta ve çırakların, eli kalem tutan yazarların ortak ürünü.
Roman, hikaye, şiir, gazel, türkü, halk hikayeleri ve destanlar insanları beşikten mezara kadar takip etmiş zamanla gelişerek çağlar ötesine ulaşmışlardır. Bunlar başlangıçta sözlü veya şifahi gelişme çizgisi izlemiş, yazım tekniklerinin artmasıyla birlikte yazıya dökülüp iki kapak arasına girmiş, kütüphane raflarını süslemişlerdi.
Bu yazıda Edebiyatın bir şubesi olan halk hikayelerini veya Erzurum tabiriyle "Hekat" geleneği üzerinde durmak istiyorum.  Muazzam bir destan olan Manası ve benzerlerini bir kenara bırakırsak "Dede Korkut Hikayeleri" başlı başına Türk Milletinin tarihi serencamını gözler önüne serer.
Savaşlarda gösterilen kahramanlıkların anlatıldığı zafernameler  bir hikaye türü sayılabilir. Kazanılan bir zaferde masalımsı ögeler, kişilerin kahramanlılaştırılması ve verilen mesajlar bu yönde gelişmedir.
Yerele döndüğümüzde bir zamanlar köylerde yaşayan nüfus %90 , şehirlerde yaşayan nüfus %10'larda idi. Bu nedenle köy odaları, şehirlerde bey konakları, kahvehaneler bu sözlü geleneğin yaşadığı ve yaşatıldığı mekanlardı.
Erzurum kahvehanelerinde  hekatçıların anlattığı bir hekatı dinlemek için kahveleri dolduran onlarca insan hararetle anlatılan hikayeleri dinler, öğrendiklerini evdekilere anlatırdı. Şüphesiz son yüzyıl içinde bu geleneğin en iyi temsilcileri; Nalbant Isak, Hafız Muğdat ve Behçet Mahir idi. Tabi bu arada Halk Aşıkları ve Reyhani gibi ustalarda söz ve saz eşliğinde hikaye anlatırlardı.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat  Fakültesinin değerli hocalarından Bilge Seydioğlu, Kaya Bilgegil, Saim Sakaoğlu, Orhan Okay  hocalar  Behçet Mahir'i dinleyip anlattığı hikayeleri kayda geçirirken, Erzurum Folkloruna önemli kalıcı katkılar sundular.
Bilge Seyidoğlu "Erzurum Efsanelerini" derlerken önemli bir kültür kaynağına parmak basmıştı. Çünkü Şehirlerin ruhu vardı. Bu şehir Erzurum olunca bir başkaydı. "Eyerli Dağ efsanesi",  "Beynamza Ahmet Efsanesi", "Balıklı Göl Efsanesi", "Pabuççu Kadı Efsanesi", "Umudum Baba Efsanesi", "Kırklar Efsanesi", "Lala Baba", "Öksürük Baba", "Huy kesen Baba Efsaneleri", Çifte Minareli Medresenin yapımında anlatılan "Çırak-Usta Efsanesi", "Murat Paşa Camisi ve Hamamının" yapılması için anlatılan hikayeler  gibi daha nice efsaneler Erzurum'u Erzurum yapar.
Şehirleri şehir yapan temel, o bölgenin insanlarının muhayyilelerinde şekillenmiş, efsaneler, hikayeler, masallar vardır. Eğer bunları gözden çıkarırsanız geriye ruhsuz, estetiği olmayan beton yığınları veya taş yığınları kalır. İnsanlar bu beton yığınları arasında bir birinden kopuk ruhsuz bir hayat yaşarlar.
Eğer toplumun dinamik, birbirini anlayan insanlar halesi haline getirmek, ve mekanları yaşanılır hale getirmek istiyorsak hekat anlatılan, ozanların saz çalıp söz söylediği mekanları çoğaltmalıyız.
Yani işe hekat deyip geçmeyin. Eğer 40-50 yıl öncesinde Erzurum'da hekat anlatılan kahvelere gitseydiniz, köy odalarında  anlatılan askerlik hikayelerini, savaş hikayelerini veya yüzlerce yıldan beri ninelerimizin uzun kış gecelerinde mahallenin çocuklarına anlattığı hikayeleri dinleseydiniz ne muazzam bir kültür taşıyıcılığının yapıldığını görürdünüz.
Hikayelerdeki ağanın zulmünü, fakirlerin dertlerini Mevla'ya nasıl arz ettiklerini öğrenirdiniz. O dualar ki saf , temiz ve katıksızdı. İşin öncesi, sonrası veya dünya menfaatleri yoktu. Yalındılar, Çıplak gerçeği söylüyorlardı.
Sonuç olarak keşke o nineler, dedeler, Behçet Mahirler ve çırakları yaşasaydı  binlerce yıllık halk birikimlerini bu Edebiyatın bir öbeği olan  Hekatları anlatanlar hala yaşayabilseydi... Veya yaşatabilseydik. Kazanan biz olurduk.
Hekat anlatmak, hekat dinletmek ve bu işte devamlılık sağlamakta marifetti. Yoksa halk her anlatanı dinlemiyordu. Yanı hekat anlatacağım diye zorlama yapanı  dinleyen olmazdı.
Köroğlu'nun 9 ayrı kolunun hikayesini, Kerem  ile Aslıyı, Aşık Garip İle Şahsenemi, Şah İsmail ile Arap Özengi'yi, Leyla İle Mecnun'u, Yusuf ile Züleyha hikayelerini veya halk ağzıyla hekatlarını anlatmak, anlatabilmek her kişinin değil er kişilerin işiydi.
Demek ki hekat deyip geçmeyin. Hele yan gözle hiç bakmayın. Çünkü bu hikayeler toplumun varlık sebeplerindendi.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.