"Asker indi Ilıca'nın düzüne
Geri döndüm şehir çarptı gözüme
Ben garibim kimse bakmaz yüzüme
Ağam nerden aşar yolu yaylanın."
Çocukluğumuzda içinden transit geçtiğimiz, bir iki defada kağnı arabasıyla gelip çermiklerin önündeki bahçede bir iki gün kaldığımız ILICA.
Otomobillerin olmadığı, lakin taşımacılığın kara trenle yapıldığı günlerde Ilıca İstasyonuna geldiğimizde trene binmek için koşuşturan insan manzaraları veya trenden inip kaplıcalara gitmekte olan insanların beklentileri bugün gezerken yıllar sonra baktığımda gördüğüm insansız istasyon beni çok duygulandırdı.
Sabah erken saatlerde Ilıcaya gittim ve ilk karşılaştığım manzara eski dükkânların yıkılmış, yerlerinde oluşmuş kötü bir görüntü ve ileride yapılmış TOKİ evleri ve yeni çarşı. Sanki Ilıca'nın ruhunu yok etmiş gibiydi.
Yıllar önce mesire yerine geldiğim bahçe modern bir aile çay bahçesine dönüştürülmüş, düzgün, mekânlar bir birlerine mesafeli güzel bir görünüm arz ederken ne bileyim çocukluğumdaki o güzel duyguları alamadım.
Bir zamanlar köylüler için zenginlik kaynağı bacası tüten mevsimine göre en az 2000 kişinin çalıştığı, ürettiği, şeker fabrikasının tütmeyen bacaları ve özelleştirme sonucu kaybolan insan dokusu, hakikaten içimi sızlattı.
1978 yılında yapılan ve büyük ümitlerle üretime başlayan lakin 2003 yılında kapatılan Alkol Fabrikası bir başka acıyıydı.
1965 yılında kurulan Şeker İlkokulu ve Üniversite öğrencileri için kurulan yurdun akıbetini bilmiyorum.
1969 yılında Kandilli Ortaokulu olarak gezdiğimiz Fabrikanın bugünkü hali nasıl anlatayım içimi burktu.
2000 öncesi kasabada yerleşmiş askeri birliklerin ve alanlarının boş denecek haldeki görünümü Ilıca için hiçte iyi olmamıştı.
1942 yılında kurulan ve Türkiye'nin istikbali için açılan Pulur Köy Enstitüsünün kalıntısının bile kalmamış olması ne büyük bir acıydı. Yıllarca öğretmen yetiştiren ve aynı zamanda bir tarımsal üretim merkezi olan okulun hatıraları bile yok edilmiş olması ne acı.....!
Yine bir zamanlar büyük ümitlerle kurulan ve çalıştığı zaman hakikaten süt üretimine katkı sağlayan Ilıca Süt Fabrikası ise 90 sonrası yapılan özelleştirme sonucu yok olmuş bir görünümde olması ayrı bir dertti.
1975 sonrası kurulan margarin yağı üretmek için onlarca insanın ortak olduğu DOYA-SAN yağ fabrikası kayıplar arasındaydı
1913 yılında Kurulan Ziraat Mektebi ve Aygır Deposu şöyle veya böyle 1986 yılına kadar varlığını sürdürmüş, Arap Atlarının yetiştirildiği hara özelliği kazanmıştı. Ne yazık ki Osmanlıdan kalan bu kurumda yoktu.
Tabi Ilıca İlkokulu, Ilıca Ortaokulu, Ilıca Lisesi de kasabanın eğitim hayatına katkı veren kurumlar olması anlamlıydı. Şimdilerde başarılarının ne olduğunu bilemiyorum ama isimlerinin duyulmadığı da bir gerçekti.
Ilıca deyince 1918 Mart'ında yaşadığı ve 2000'den fazla Müslüman'ın yakılıp Hunharca şehit edildiği Yanık Camiyi görmeden edemedim. Şehitlere fatiha gönderirken Dün akşam Yılmaz Kuşkay Beyin Amerika kütüphanelerinden getirttiği ve Türkiye'nin elini kuvvetlendiren ve o yıllardaki Osmanlı coğrafyasındaki Ermeni sayısının 933 bin olduğu, Amerikalıların 1914 yılındaki tespitlerini okuyup Ilıca'daki katliamı hatırlayınca neden bu alçaklığı Ermeni Çetelerini yaptığını anlamış oluyorum.
Evet cadde ve sokaklarını gezerken mutsuz insanlara, işsiz gençlere haksızlığa uğradığını söyleyen esnaflara rastlamak psikolojik bir olaydı.
Cadde ve sokaklarının bakımsız, düzensiz, rast gele olması da 2020'lerdeki bir tarihi kasabaya, Yavuz Sulan Selim, Kanuni Sulatan Süleyman, IV. Murat ve Hemşerimiz Atatürk'ün konakladığı Ilıcaya hiç mi hiç yakışmıyordu.