-Savaştan çıktık valla!
Bilmiyorum sizin hiç madalyalı milli bir kafileniz oldu mu?
Benim oldu şükürler olsun.
Turist gibi gelip gittiğimiz bir yer olmasın istedik Budapeşte.
Dönüşte yolumuzu ve de elimizi bekleyen dostlara vereceğimiz bir madalya, ya da derece olsun istedik.
Boş dönmek ayıp olur dedik.
Buz sporlarında nam salmış onca ülke sporcuları arasında bize de talih güler elbet dedik.
Savaştık tabiri caizse.
Bazı şanssızlıklar vardı peşimizde.
Madalya sayımız o şanssızlıklar yüzünden düştü de düştü.
Ama şükür o hengamede 3 madalya çıkarmayı başarabildik.
Bunun yanında üç-dört tane önemli derece.
Ne başınızı ağırtayım, ülkemizi Short Track’da layıkı şekilde temsil ettik ve her şeyden önemlisi de herhangi bir sakatlık, kaza-bela olmadan dönmenin haklı mutluluğunu, gururunu yaşıyoruz.
Kafile başkanı olarak çoğunluğunu Erzurumlu sporcuların oluşturduğu milli takımımıza teşekkür ediyor, bundan sonraki yarışlar için de başarılar diliyorum.
-Buz sporlarında Macarlarla bizim aramızdaki fark!
Buz sporlarında yeniyiz. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Bir üyesi olmaktan onur duyduğum bizim Türkiye Buz Pateni Federasyonu’nun kuruluş tarihi 2006.
Bundan çok değil, 10 yıl önce kurulmuş.
Bünyesinde curling, short track dediğimiz sürat pateni, figür dediğimiz artistik paten ve bir de senkronize branşları yeralan Federasyonumuz, geçen yıl Curlingi ayırmış, onun ayrı bir federasyon oluşmasına sebep olmuştu.
İşte henüz 10 yıllık bir Federasyon olarak Buz Pateni Federasyonu için henüz taze bir federasyon da diyebiliriz.
Peki, bugün Avrupa şampiyonalarında filan yarıştığımız ülkelerden olan ve en son gittiğimiz Macaristan’da buz sporlarının durumu ne?
Sanırım yanda verdiğim bu fotoğraf her şeyi anlatıyordur.
Evet, Macarsitan’ın Buz Paten Federasyonu’nun kuruluş yılı 1906.
Düşünebilir musunuz aradaki zamanı!
İşte bunca zamana rağmen bugün buz sporlarında bayağı bir yol katettiğimizi ve en azından rakiplerinden tur yiyen sporcularımız yok!
Daha düne kadar o da vardı ama bugün yok!
-Madalya törenlerini beklemek lükstendi!
Budapeşte’de yapılan yarışlar sonrasında antrenörümüz Zeynep Erkılıç çok ilginç bir şey anlattı.
3 gün süren yarışlar bitmiş, biz de bir çok ülke gibi madalya törenini bekliyoruz.
İşte tam da bu esnada Zeynep hoca devreye girdi ve dediklerini mutlaka sizinle paylaşmak istiyorum:
‘’Eskiden biz bu tür yurtdışında yarışlar olduğunda madalya törenini filan beklemezdik. Buna gerek yoktu. Çünkü bizim hiç madalyamız olmazdı ki. O zamanlardan içimizde ukte kalmıştı. Bizler de bir gün yarışlar sonunda çoğu ülke gibi madalya törenini bekleyecek miyiz diye. Şükür bu günleri de gördük’’
-Elif de benim gibi seyirci oldu!
Budapeşte’de yaşadığımız şanssızlıklardan biri de sporcumuz Elif’in valizinin İstanbul’da kaybolması oldu. Valiz olmadığı için de o Elif 3 gün boyunca yarışmalara katılmadı, benimle beraber seyirci olarak yandan seyretti. Herhalde bir sporcu için en büyük talihsizliklerden biri de bu olsa gerek. Pateni ve diğer malzemeleri olmadığı için yarışamadığından Elif çok üzüldü, çok.
-Hagi’den sonraki sempatik Rumen!
Yarışların yapıldığı Budapeşte’de biri vardı ki ne biz ondan ne de o bizden bir an olsun ayrılmadı. Bu isim Romanların yıldız short trackçılarından Reni. Reni sadece antrenör Zeynep Erkılıç ile değil bizim diğer sporcular ile de çok güzel arkadaşlık kurmuşlar. Bu dostlukları 3 yıl öncesine dayanıyor. Bu tür yarışlara gide gide birbirlerine kanları ısınmış. Ben de ilk defa Reni’yi gördüm ve sevdim. Sempatik mi sempatik. Gerçek bir Türk dostu Reni. İnanın Georgi Hagi’den sonra en çok sempatiyle baktığım Romen oldu bu kız. O bizim çocukların yarışlarını izlerken bizimkiler de onunkini. Aralarındaki bağı anlatamam. Mükerrem’in Büyük Erkekler yarışında ikinci olduğunda da onu ilk kutlayan Reni oldu. Vedalaşmamız da renkli oldu. Hepimiz Reni ile sarılarak vedalaştık ve bir başka yarışa randevulaştık!
-Kısmette Atina’yı görmek de varmış..
Ben bu satırları Atina Havaalanından yazıyorum. Sabah 09.15’de Budapeşte’den kalkması gereken uçağımız, İstanbul’da ki kötü hava şartları yüzünden iptal edildi. Uçağın iptalini hem de sabah tam otelden ayrılacağımız sırada öğrendik. Bir defa yola çıkmıştık. 27 kişilik kafile ile Budapeşte havaalanına geldik ve burada durum değerlendirmesi yaptık. Federasyondaki görevli arkadaşlarla da irtibat kurduk, akşam ancak Atina’da olursak oradan İstanbul’a gidebileceğimiz bilgisini aldık. Biz de çaresiz Yunanistan’a gitmek üzere yola çıktık, 2,5 saatlik bir yolculuktan sonra Atina’ya geldik. Burası Budapeşe’ye göre daha sıcak. Hoş tüm kafile bir yere falan gittiğimiz yok, havaalanını arşınlayıp duruyoruz. Akşam 19.50 uçağının bizi İstanbul’a gideceğimizi sanıyorduk. Ancak son anda akşam da uçağımızın iptal edildiği bildirilince hava yolu şirketi bize Atina havaalanı yakınındaki SOFİTEL Otel’de yer ayırdılar. Belki sizler bu yazıyı okurken biz İstanbul’a uçmuş olacağız. Meğer nasibimizde Yunan topraklarına da basmak varmış. Hepimiz ilk defa Yunanistan’ı görüyorduk ve aslında bize sıkıntıya yol açan yolculuk iyi de geldi, o devasa Atina Havaalanını yakından görme ve tanıma fırsatımız oldu. Bu arada heykelleri ile ünlü Yunanistan’da kaldığımız otelin resepsiyonundaki bu heykel ile poz verdik, Yunanistan hatıramız olsun istedik.