"Bu yazı yazıldığında Tekman'da 76 yaşındaki vatandaş sağdı ve teröristlerce öldürülmemişti."
Devlet; sınırları belirlenmiş, sosyal, kültürel, ideal ve inançlar etrafında teşkilatlanmış insan guruplarının meydana getirdiği kudrettir. Bu oluşan değerler bütününe ister kuruluş felsefesi deyin isterseniz hukuk normları deyin fark etmez. Mısır, Roma, Osmanlıdan beri devletlerin en önemli özelliği bürokratlarının olmasıdır. Aslında "Devleti bürokratik bir topluluk" olarak da adlandırabiliriz.
Bürokratlar, devlet veya siyasiler adına bu otoriteyi kullanma hak ve yetkilerine sahiptir. Otoriteyi kullanmada kendi meşru güçleri dışında hiç kimseye otorite kullanma hak ve yetkisi vermezler. Verdikleri takdirde o devletin yıkılması, yeni devletlerin kurulması anlamı çıkar ki tarih böyle olaylarla doludur.
Sosyolojik anlamıyla devlet kendisinden başka hiçbir "silahlı veya silahsız güce" yetkilerini asla devredemez. Bu onun inkırazı anlamına gelir. Eğer bir devletin bir bölgesinde silahlı unsurlar türemiş ise devlet olmanın gereği bu unsurları yok etmektir. İllegal olan bu unsurlar yok edilemezse o bölgede önce ikili bir yönetim oluşur. Bu bölgeye; "gece eşkıya, gündüz devlet" hakim oluyor anlayışını doğurur ki son derece tehlikeli ve kabul edilemez durumdur.
Türkiye maalesef 1984'lerden başlayarak kamu düzeni sağlama açısından ciddi zafiyetler geçirdi. Bu uğurda on binlerce insanını kaybetti. Hesabı yapılamayacak maddi kayıplara uğradı. Uluslararası arenada prestij kaybına uğradı.
2002 yılından itibaren başlayan yeni süreçte tüm toplum katmanları tek parti hükümetlerine kavuşmanın rahatlığı içine girdi.Siyasal söylem hemen hemen tek idi. Güneydoğuda normalleşme adımları atıldı.
Olağan üstü hal kaldırıldı.Yol kontrolleri ya tamamen ortadan kaldırıldı yada etkisizleştirildi.
Önce açılım süreci denen ve mahiyeti tam belli olmayan bir kavramla toplumun dikkatleri barıştan kardeşlikten yana söylemlere çevrilirken kamu otoritesini kullanan güçler ne yazık ki alanları artık boş bırakır hale geldiler veya getirildiler. Şikayetler iletilse de haberimiz var denilerek geçiştirildi.
Derken "çözüm süreci" adıyla başlayan ve sonu olmayan hedef ve değerleri kesin olarak bilinmeyen ortama girildi. Artık bölgede "Kamu otoritesi" iyice zaafa uğramıştı.
Barış ortamından yararlanan örgüt ne yazık ki silahlarını yurt dışına çıkarmadı. Yani sözüne tutmadı. Aksine binlerce militanı dağ kadrolarına taşıdı. Yaşlı olanları evine gönderdi. Böylece eşkıya altın çağını yaşamaya başladı. Elini kolunu sallayarak otorite olma yoluna gitti.
Elektrik paraları ödenmiyor, su paraları afiyetle yeniyor, yol yapmak için bölgede bulunan kamu araçları yakılıyordu. Yetmemiş gibi üç- beş çapulcu köy köy dolaşıp köylüleri tehdit ediyor oy ve para istiyorlardı.
Eşkıya makbuzla vergi kesiyor, vermeyenler cezalandırıyordu. Özellikle 2010-2014 yılları arasında bu durum bölgede tavan yaptı. Yetkililer aman süreç zarar görmesin, sabredin işler çözülecek hikayeleriyle halkı uyutmaya devam etti.
Eşkıya sözde kaymakamlar atıyor, yol kontrollerinde bulunuyor, yolculara kimlik soruyorlardı. İşler artık çıkmazdaydı. Kamu otoritesi eşkıyanın elindeydi. Devleti yönetenler ise aslında çaresizlik içinde bir zamanlar bebek katili denen adamın iki dudağı arasından çıkacak sözlere bakıyorlardı.
Bütün bu olaylar "Ayn el Arap" olayları ile gün yüzüne çıktı. İktidar partisinin içinden çatlak sesler kendini belli ediyordu. Başbakan "Kamu Otoritesini sağlarız" derken, Afyon toplantılarında aykırı sesler duyuluyordu.
Sözde legal olanlar tehditlerini savuruyor, silahlı güçler süreç bitti derken, kamu sürecin devamından yana tavır koyuyordu. Yüksekova'da, Diyarbakır'da sivil, silahsız askerler infaz ediliyor, bir gecede 42 vatandaş ölüyor ama hala kamu düzeni ve çözümden söz ediliyorsa denecek fazla bir şey yok ..
O zaman yetkilileri göreve çağırmak bozulan kamu otoritesini yeniden tesis etmek ve eşkıyaya dersini vermekten başkaca çare kalmıyor.
"Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe".
Allah Devletimizi ve milletimizi korusun.