Ola bene bak!  " Söz kantardır, insanı tartar/  İyi konuşursan şerefin artar/ Sükut edersen vakarın artar/  Yalan söylersen ocağın batar" diyen hocamızın "Dar-ı dünyadan, Baki aleme"   15 yıl önce göçtü. Hoca Erzurum'un sevilen yüzü, gönül insanı, Fuzuli Hafızı ve yeri henüz doldurulamayan sevgi pınarıydı.
1918 yılında kurtuluşa eren Erzurum'un yıkıntıları içinde  devlet adamlarında olduğu gibi alimlerde de  "Kaht-ı Ricalin" yaşandığı , alim sayısının bir elin parmak sayısı kadar olduğu bir devirde, 1924 yılında dünyaya geldi. 7 yaşında iken babasını kaybeden Naim Hoca  annesiyle birlikte hayatlarını devam ederken  dönemin iş alanlarından biri olarak kabul edilen "berber" dükkanına çırak olarak verilir. Aslında  yokluk kıtlık günleridir.
Okullaşma çok azdır. Okuma yazma oranı % 3.75 civarındadır.  Şehirde "Dar'ul Huffaz mektebi" Gacıroğlu Medresesinde faaliyetini sürdürmekte ve "hafız" yetiştirmektedir. İlerleyen yıllar içinde Bakırcı Medresesine taşınmış ve bu yer 1925'den 1970'lere kadar Erzurum'un ünlü hafızlarının yetiştiği yer olmuştu. Bu yıllarda Naim Hoca okuyamaz, okula gidemez, ancak aldığı "Elifba" veya Erzurum tabiriyle "supara" da okumaya çalışır. Birde ikinci dünya harbinin zorlukları eklenince işler daha da zorlaşır. İşte bu sıkıntılar içinde Mahallebaşında ki "İş Ocağında" askerlik yapmaya başlar.
Terhis olduktan sonra berberlik mesleğine geri döner. Bu yıllarda Sakıp Efendiden; "Arapça, Tefsir ve Hadis" öğrenmeye çalışır. Müftü Solakzade'nin takdiriyle 1950 yılında imamlık görevine başlar. 1960 İhtilali olunca Demokrat Partilisin diye görevinden alınır. İşsiz kalınca sıkıntılar çeker. Başka çare kalmayınca eski mesleği olan berberliğe geri döner. Bu ara kuyumcu "Muttalip Yargılı" kendisine "Kuran okumayı" öğretmesi karşılığında  kuyumculuğu öğretmeyi teklif eder. Bir süre bu minval üzere devam eden ilişkiden sonra "Hacılar Hanının" yakınlarında  hoca bir kuyumcu dükkanı açarak çalışmaya başlar, bu arada imamlığa geri döner. 1989 yılına emekli olur.
Hocayı 1975 yılında Zeynel Cami kürsüsünde dinlemeye başladım. Kürsüde konuşurken biraz latifeli biraz düşündüren ve dinleyiciyi bıktırmayan bir tavrı ile vaaz ederdi. O konuşmaları  arasına serpiştirdiği Fuzuli, Efe Hazretleri ve başkalarından okuduğu gazellerle dinleyenleri kendine bağlardı. Çokça okuduğu ve ölümü hatırlatan şu dizeler onun en belirgin özelliğiydi."Ölmemeye çaremi var/ Hazan düşmüş bir gül gibi/Solmamaya çaremi var/Dört ayaklı tahta ata / Binmemeye çaremi var" derdi. Bunda gençliğinde dergahına gittiği Alvarlı Efenin etkisi vardı. Çünkü hoca aynı zamanda bir ilahi aşk adamıydı. Küçük kuyumcu dükkanında bile gelen misafirleri bu özelliğini hemen hissederlerdi.
Hocanın imamlık yaptığı "Zeynel, Pervizoğlu, Şeyhler" ve diğer camilerde vaazlarını dinlemek için özellikle giden insanlar vardı.Şeyhler camisinde ramazanlarda ki vaazlarını Erzurum'un müzmin sarhoşları olurdu. Bunlar Ramazan ayı gelince "Kırk çeşme" hamamına gider boy abdesti alır tövbe eder Hocanın kürsüsünün önünde otururlardı.Hocada bunlara iltifat eder onların gönüllerini alırdı. yine bir gün hocanın bu hemşerilerine iltifat etmesi üzerine öndeki yaşlı gurup tepki göstermiş bunun üzerine hoca  "ola benim ele bunlara mehebbetim gelir ki bunlar akşam içip sabah ayılirler, fakat cemaatimizde öyleleri var ki bir ömür boyu ayılmiler" demek suretiyle aslında müthiş bir felsefe yapıyordu.
Naim Hoca tevekkül sahibiydi. Küçük kuyumcu dükkanı soyulmuş içerisinde altınlar bulunan kasası çalınmış olmasına karşılık o metanetini bozmamış işi oluruna bırakmış olması bu özelliğini göstermesi açısından önemliydi.
Yerine göre hazır cevaplıydı. İşte onlardan biride  medresede ders verirken içeri giren yaşlı insanın dönemin Alimlerinden Ömer Nasuhi Bilmen hocayla karşılaşmasında durum olumsuz olunca  "buyurun cenaze namazına" demek suretiyle karşılaştığı çaresizliği ve hazır cevaplılığını ortaya koyuyordu.
Hoca sosyal hayatın içinde idi. Onu bazen Erzurum sporun maçlarında görebildiğimiz gibi 12 Mart şenliklerinde varlığını hissedebilirdik. 1993 yılındaki PKK'ya karşı yapılan mitingde sakinleştirici rol üstlenmesi,dönemin devlet adamlarına yakın olması 1995 yılında Litvanya'nın baş şehri Villius'ta "Fair Play" ödülünü alması hocanın çok yönlülüğünü göstermesi açısından önemliydi.
Son olarak Naim Hocanın nüktedanlığını ileri götürüp ona ait olmayan fıkraları  hocaya mal etmenin doğru olmadığını ifade etmeliyim, çünkü hoca aynı zamanda bir edep ve haya sahibi idi. Hoca ile ilgili konuşan ve yazanların buna dikkat etmelerini " Ellem gullem yapmamalarını" belirtmek isterim.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.