Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’daki ülkelerde yaşanan kargaşalar, parçalanmalar, Allah adına intihar ölümleri, terör ve ihanetler arasında çoluk çocuğumuzun geleceğini nasıl kurtarırız kaygısı içerisinde Ramazan ayına girdik. Bu bölgelerdeki topluluklarda kabile, mezhep, ideoloji mensubiyeti bir değer olarak sunulmakta ve çatışma nedeni yapılmaktadır. Çünkü bu topluluklar ortak insani değerler meydana getirmekte ve yaşatmakta yetersiz gözükmektedirler. Suçlu dış güçler diyerek ahlaki ve insani değerlerin çöküşünü savsaklamaktalar, kendi insani sorumluluklarından söz etmemektedirler.
Biz de bölgemizde yaşanan ahlak ve insani değerlerin yok sayıldığı bu ateş çemberinden etkilenmekteyiz. Ancak üzülerek ifade edeyim ki, ülkemizde de geçen Ramazan aylarında olduğu gibi reyting uğruna ihtiyacımız olan ahlaki ve insani değerler değil, ağırlıklı olarak muamelatla ilgili konular iletişim programlarında gündeme getirilerek, yaşanan bu olumsuzlukların nedenleri tartışılmayacak, hayatın gerçekleri göz ardı edilecektir.
Hoca Nasreddin’in şu fıkrası hayatın gerçeklerinin göz ardı edilmesine iyi bir örnek olarak imdadıma yetişti.
“Bir gün Nasrettin Hoca geçici bir süre imamlık etmek için gittiği bir kasabada vaaz verirken, yeri gelmiş, İsa Peygamberin dördüncü kat gökte olduğunu söylemiş.
Camiden çıkarken yaşlı bir kadın yanına yaklaşıp:
“Efendi hazretleri!”demiş. “Vaazda bir nokta merakımı uyandırdı. İsa Peygamberin dördüncü kat gökte olduğunu söylediniz. Acaba iki gözüm orada ne yer, ne içer?”
Tam o sırada da Hoca akşama ne yiyeceğini düşünüyormuş. Birden tepesi atarak:
“Be kadın” demiş. “Ben şuraya, memleketinize geleli bir ay oluyor. Bir gün olsun şu zavallı Hoca acaba ne yer ne içer diye sormadınız. Şimdi benden ta dördüncü kat gökte Tanrı’nın cennetinde ağırlanan İsa Peygamberin yiyip içtiklerini soruyorsun,” der.
Yine canlı yayına çıkacağız diye heveslenen halkı meydanlara toplayarak -milyonlarca para karşılığı anlaşılan televizyon programlarında- din tacirliği yapılacak, ahlaki değerler üretilemediği gibi var olan değerlerin de aşınması sağlanacak, sadra şifa konular değil, meleklerin cinsiyeti tartışılacaktır.
Siyasetçiler de, ahlaki değerlerin yaşatılmasında bereket ve rahmet ayı olarak Kuran’da ifadesini bulan Ramazan ayını oy bereketi olarak anlayacaklar, şaşalı, görkemli iftar sofralarında ya da daha önceleri yapıldığı gibi bir kerelik de olsa göstermelik olarak fakirin iftar sofrasına konuk edileceklerdir.
Sokaklar, cami önleri dilencilerle dolacak, “Allah rızası için bir sadaka denecek,” karşılığında “Allah versin,” denilecektir.
Hocamızın diğer bir fıkrasında bu anlayış ne güzel ifade edilmektedir.
Bir gün Nasreddin Hoca’nın kapısı çalınmış. Hoca açmış, tanımadığı biri.
“Sen kimsin?”
Adam:
“Tanrı misafiriyim,” demiş.
Hoca az ilerideki mescidi göstermiş:
“Tanrı’nın evi orasıdır. Misafirlerini orada ağırlar.”
Fıkra bu ya! Hoca nalına da vurur mıhına da. Ancak biz, Hoca Nasreddin gibi yapmadık tam tersi Tanrı misafiri diye dün yarım milyonu aşan Irak’tan ülkemize sığınan Iraklıyla, şimdi de 1.100.000’i aşan Suriyeli sığınmacılarla ekmeğimizi, aşımızı, suyumuzu kısacası çoluk çocuğumuzun rızkını kurduğumuz insani yardım kamplarında sadece Ramazan ayında değil, aylarca, yıllarca paylaştık hala da paylaşıyoruz. Dün yaptığımız insani yardımlarımıza karşılık vefa adına bir şey görmedik, inşallah Suriyeli sığınmacılardan vefasızlık görmeyiz.
Ateş çemberinin ve ekonomik ağır yükün altında ulaştığımız Ramazan ayının hayırlara vesile olmasını Yüce Allah’tan diler, ahlaki değerlerin aşındırıldığı değil, yaşatıldığı bir Ramazan ayı umuduyla Ramazanınızı kutlarım.
hayırlı ramazanlar dilerim.