Ölümden öteye köy olmadığını yakınlarımızı, dostlarımızı, arkadaşlarımızı, tanıdığımız, tanımadığımız değerlerimizi ahrete yolcu ettikçe daha çok anlıyoruz.
Falan öldü, filan öldü ve bir gün de diyeceğiz ki; “ölen benmişim”…
Bu kadar net, bu kadar gerçek!
“Her canlı nefis ölümü tadacaktır”.
“Ölmeden önce ölünüz”. Allah böyle buyuruyor.
Ölmeden ölmeği; ölüm gelmeden önce kendini düzeltmek olarak algılıyorum.
Çünkü ölüler zarar veremez, ölüler artık haram yiyemez, ölüler artık gıybet edemezler, mal biriktiremezler, başkalarının haklarını yiyemezler, başkalarının ne malına ne canına zarar veremezler.
Ölmeden önce ölmeği böyle biliyorum.
Ölmeden önce ahret için biriktirdiğin ibadetlerden, hayır ve hasenattan, Allah’ın rızası için yaptıklarından başka bir şey götüremezsin.
Ha bir tek şey müstesna; burada insanların sen gittikten sonra senin hakkında yaptıkları dualar, razılıklarını dile getirmeleri, senin için gizli yaptıkları Allah’tan af ve mağfiret dilemeleri ve bir de okudukları Fatihalar!
Ya bizden sonra bizden razı değillerse, ya üzerimizde kul hakkı varsa, ya yaptığımız kötülüklerle anılıyorsak; orada derdimizi kime anlatabiliriz?
Bir insanın canına kıymışsak, malını gasp etmişsek, üzerimizde beytül mal varsa; bizden çok yakınlarımız dışında kimse razı değilse, hatta ve hatta ölümümüze sevinenler varsa; Allah’a karşı nasıl bir yüzle hesap vereceğiz?
İnsan başkalarına faydalı olandır. Herkese faydalı olan insan, insandır. Zarar verenleri konuşmuyoruz, onların zaten ciddi bir sıkıntı içinde olacağını ayetler ve hadislerden biliyoruz.
Elinde olduğu halde başkalarına iyilik etmemek de çok doğru bir davranış olmasa gerek! Bu da bir çeşit zararlılıktır.
Birisinin “Allah razı olsun” demesi kadar önemli dua var mıdır?
Siyasi istikbalimiz veya maddi kazançlarımız için gösterdiğimiz çabaları ne zaman terk edeceğiz. Çetrefilli, dolambaçlı, zikzaklı çizdiğimiz hedefleri yakalamak için yolların sonuçta bizi insanlığa ve İlahi rızaya taşımadığını bilerek çok kısıtlı olan zamanımızı katlediyoruz, değer mi?
Ahrete göçenlerin bir kısımları için yazılı ve sosyal medyada ne güzel sözler, ne güzel şahitlikler duyuyoruz; ne güzel.
Dünyası ve ahreti için şahitler görüyoruz; ne güzel.
Ya insanlara zarar verenler, cinayet işleyip, hırsızlık yapıp ya da hırsızlığı menfaati için gizleyip taraf olanların hali ne olacak? Komşusu, akrabası, arkadaşı, iş arkadaşı razı olmayanlar? Ahlakı, huyu kötü olanlar, insanlarla geçinemeyenler, egosuna yenik düşenler?
Ölen benmişim; dediğimizde; orada arkamızda insanlardan, melaikelerden şahitlerle mahkeme olacağımızı unutmak ne kötü!
Her an Allah’ın huzurunda değil miyiz? Başka şahide gerek var mı?
Sıklıkla hemen her gün ölüm haberleri geliyor, niye kendime uzak tutuyorum ölümü? Şeytanın görevi bu olsa gerek! Yaptığım kötülükleri, iyilik yapmamalarımı bana iyi ve güzel işlermiş gibi gösteriyor!
Ölüm bilincimizde, ahret bilincimizde oldukça fazla yanlış bilgiler mevcut ya da inancımızın bilincine ulaşmamız gerekiyor.
Bilinçsiz Müslümanlık, Müslümanlık değildir.
Ölüm korkusu ibadettir ve ölümden ziyade hesap veremeyeceğimiz günahlarımızdan kurtulmanın yolu olan tövbe etmek, kulların haklarını bir bir herkese iade etmek!
Ölüm bilinci, hayat ve memat hakkında kişinin gerçekten inanıp sorumluluk alması insanları dünyada ve ahrette büyük sıkıntılardan kurtaracağını Allah’tan diliyor ve umuyorum.