Allah; ilk insan olan Hz. Âdem’i yarattı. Sonra eşi Havva annemizi yarattı. Onlara Cennet’te her türlü ikramı sundu. Yalnız bir ağacın meyvesini yemeleri yasaklandı. Şeytan onların aklını çelerek meyveyi yedirdi. Böylece onlara akıllarını kullanmamanın cezası olarak yeryüzüne gönderilmelerine sebep oldu. İşte o gün bugün yeryüzünde aklın kullanılmasının mücadelesi sürüp gitmektedir.
Hz. Âdem ve Havva Annemizle başlayan yeryüzü maceramız, tarihin akışına bağlı olarak, insanlığın yeryüzüne serpilmesi, dağılması ve çoğalmasıyla devam etmektedir. Gerçek değişim ve gelişim beraberinde problemleri ortaya çıkarmıştır. İnsanlar ve insan toplulukları problemleri çözmek için uğraş verdiler. Akletmek, düşünmek ve çözmek, insan için vazgeçilmez tutku oldu. Problemleri çözen insan ve toplumlar gelişti, büyüdü. Çözemeyenler, çağa ayak uyduramayanlar yok oldu gitti. Bunun en büyük nedeni Allahın insana verdiği akıl nimetini kullanmamaları ve ortak aklı işletmemeleridir.
Akıl insanoğluna verilmiş en büyük meziyet, en değerli nimettir. Peki, insan ne yapıyor bu nimet karşılığında? Ya Firavunlaşıyor veya zorbalaşıyor. Zalim ve cani oluyor. Yâda Kâinatın sahibine kul oluyor veya kula kulluğu reddediyor. İşte aklı kullanmanın iki yolu.
Elbette aklın sınırları vardır ve olmalıdır. Yaşadığımız dünyada örnekleri çoktur. Şu kadar felsefi düşünce akımı bunu doğrular. Önemli olan sınırlı olanı en güzel şekilde kullanmaktır. Yani ortak aklı kullanmak insanlık için erdemliktir. Bireysel veya toplumsal olarak ortak aklı kullanma arzu ve hevesimiz nedir? Böyle bir irade sergileyebilirmiyiz? Bunu kendimizden başlayarak sorgulayalım.
Kaç baba, anne, yetişkin insanımız, problemlerini ortak akıl penceresinden bakarak, değerlendirerek çözüme kavuşturur? Mesela; evin gelir gider dengesini aile bireylerini toplayarak, onlarla konuşarak ortak hareket edilmesini sağlar? Hiç ihtiyaç yokken genç çocuk olayları dinledikten sonra kameralı telefon almaktan vaz geçebilir? Elbise, ayakkabı, okuma ve kitap alma giderleri konusunda tasarruf yapabilir? Bunları yaparken ortak aklı kullanır mıyız? Çocuklar problemleri olduğunda anne ve babalarıyla istişare ediyor mu? Veya anne ve babalar yeterince çocuklarının dertlerini dinleyip çözüm üretebiliyor mu? Yoksa “ben büyüğüm ben ne dersem olur”. “Benim sözüm geçer” mi diyoruz!
Apartmanda, apartman ile ilgili toplantılara kaç kişi katılıyoruz. Kararlar alınırken ortak aklımı kullanıyoruz? Söz gelişi kırk haneli siteden kaç kişi ortak toplantılara katılarak fikir beyan ediyor! Çözüm ileri sürüyor. Fikirde ortak birliktelik sağlanıyor. Sanırım cevaplar hep olumsuz olacaktır. Çünkü toplantıya beş veya on kişi katılmıştır. Fikir beyan etmek yerine olayları kabul yönünde rey kullanmıştır o kadar. Peki, ortak akıl bunun neresinde?
Bulunduğumuz mahalle veya köyümüzle ilgili işlerde, sosyal, ekonomik, kültürel ve ahlaki işlerde hangi meseleyi bir araya gelip enine boyuna tartışıp çözüm üretebiliyoruz? Mahalle çöp deryasından geçilmezken, sokaklar çamurken, hendekler diz boyu iken, sokaklarda yanlışlıklar yapılırken, ilgilileri ve yetkilileri çağırıp çözüm konusunda ortak akıl kullanıp çözüm üretebiliyor muyuz? Bu aynı zamanda demokratik bir davranış ortaya koyamaz mı?
Evde, işyerinde, mahalleden başlayıp devam eden ortak aklı kullanma geleneği tüm toplum katmanlarına yayıldığında, arzulanan, özlenen huzur ve güven ve gelişme sağlanmış olmaz mı?
İdareciler oturdukları makamların hakkını verir, yapacakları işleri danışarak, tartışarak, akıl yürüterek karar altına alırlarsa işler daha güzel olmaz mı? Ortak akıl kullanıldığı zaman despot idareci gider, adil idareci gelir. Hesabını ona göre tutar. İşte o kent huzur kenti olur.
Özellikle mahalli yöneticiler; şehrin tanzimi, tarihi ve kültürel dokusunun korunması, milletin parasının en uygun yerlerde kullanılmasını, ancak ortak akıl kullanarak sağlar. O zaman her yönetici şaibeden uzak olarak huzur içinde çalışır. O beldeye huzur, güven ve mutluluk gelir. Bu bağlamda baktığımızda ne yazık ki ortak aklı kullanmadığımız, hemen ortaya çıkar. “Ben yaptım” oldu mantığı, “en iyisini ben bilirim” anlayışı, maalesef şehrimizi şehir olmaktan çıkarıp köyleştirdi.
İş âlemimize gelince; kaç aile, kaç ortak işletmemiz var? Bunlar var ise hangisinde orak akıl devrede? Şöyle çevremize baktığımızda bunların olmadığını görürüz. Şehrimizde ne yazık ki kolektif işletmemiz yoktur. İki müteşebbis bir iş kursa, kısa süre birbirlerinden ayrılırlar. Bunun sebebi iyi etüt edildiğinde iki faktör karşımıza çıkar. Bunlardan biri ortak aklın kullanamaması, diğeri ben baş olayım sevdası. Bu takdirde mahalli ölçekte bile işletme tesisleri kurmak ve işletmek zorlaşmaktadır. Bu ise geriliği temsil emekten öteye gidemez.
Sonuç olarak ortak akıl, ortak düşünce, ortak enerji birlikte kullanılmadığında, orada ilerleme, gelişme olmaz. İnsanlar problemlerden kurtulamaz. Çünkü akıl nimetini kullanmayanların başına “Allah pislik yağdırır” ilahi mesajı ile karşı karşıya kalırız.