İnsanlık ne kazanmışsa, kendine dair olanları değil de; insanlığın yararına olanları önceleyenlerin sayesinde kazanmış; ne kaybetmişse, bu kişilere ve yazdıklarına değer vermediği için kaybetmiş.
Kimilerinin yaşantıları; kitaplarından daha çok şey öğretmiştir topluma... Kimilerinin ise; kitapları; kendinden önceliklidir toplumun nazarında... Onları önemseyenler, önemsenir olmuşlar insanlık içinde... Ellerinin tersiyle itip, onları görmezden gelenler ise, hep geride kalmışlar; gelişimi, değişimi ve dönüşümü hep uzaktan takip etmişlerdir. Anlama, düşünme ve uygulama gayretinde olanlar; mesafeleri hızla katederken, diğerleri; zamanın ruhunu kavrayamamanın ve çağın uzağında kalmanın kötürümlüğüyle; oldukları yerde kalmışlardır.
Sözünü ettiğimiz kesimdeki insanların; kavgaları, düşünceleri, mücadeleleri yanında; yaşadıkları mekânlar ve onların tarihleri de önemlidir. Hele de, insanların yetişmesinde ve gelişmesinde, topluma önder olmasında mekânların rolünü kavramaya başladıktan sonra, bu önemli oluş her geçen gün daha da artmaya başlar.
Çünkü, mekân-insan ilişkisi, dünyanın kuruluşundan beri hep önem arzetmiştir. İnsan; hayata ve olaylara, daha çok, bulunduğu yerin kendisine tanıdığı imkânlar ölçüsünde bakabilmiş ve ufku, görgüsü, irfanı üzerinde bu mekânlar her zaman etkili olmuşlardır. Mekânların büyüklüğü, kültüre, sanata verilen önem ve sosyal açıdan hareketliliği, geçmişteki ve günümüzdeki önemi, bu etkiyi çoğaltan sebeplerin başlıcalarındandır.
Eser sahibi insanların hayatları hakkındaki bilgileri, zamanımıza kadar intikâl eden kitaplarından az da olsa bulabiliriz. Peki ya şehirlerin tarihi? Onlarla ilgili bilgileri nereden sağlayabiliriz?
Arkeolojik buluntulardan elde edilen, tahmine dayalı veriler hariç, eğer birileri, bunu kendilerine vazife sayıp, yaşadıkları dönemi yazıya geçirmişlerse, bu tür bilgileri, buralardan alabiliriz. Bunun hiç yapılmadığını düşünün; o zaman, o yere ait bilgiler; savaşların, göçlerin ve yıkımların genel tarihidir. Bu yazılanlar arasında mekânların özel tarihleri hakkında bilgi göremezsiniz. Eğer bir Evliya Çelebi gelmeseydi 17.yüzyılda bu şehre, nereden bilebilirdik; o yıllarda kaç çarşısı, kaç hanı, kaç hamamı, kaç medresesi, kaç camisi v.s. olduğunu, insanlarının özelliklerini?
Ya da; bugün şükranla yâdetmemiz gereken bir Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yolu düşmeseydi bir vesileyle bu şehre; o yılların insanı ve musiki hayatı hakkında yazdıkları, bugün elimizde olmayacaktı belki de. Olsaydı bile, onun gibi anlatan birinin elinden olmayacaktı en azından… Yine arada bir, yolu buradan geçen bazı seyyahların yazdıklarından öğreniyoruz o yıllardaki yaşantının nasıl olduğunu... Ya o gravürler… Erzurum’la ilgili ilk görüntüleri onlardan seyrediyoruz. Onlar olmasaydı; şehre dair ilk görüntüler, hiç şüphesiz, savaştan çıkmış, yıkık bir devre ait olacaktı ve biz Erzurum’un eski vakitlerdeki mamurluğunu hiç bilmeyecektik.
Ya da; bugün şükranla yâdetmemiz gereken bir Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yolu düşmeseydi bir vesileyle bu şehre; o yılların insanı ve musiki hayatı hakkında yazdıkları, bugün elimizde olmayacaktı belki de. Olsaydı bile, onun gibi anlatan birinin elinden olmayacaktı en azından… Yine arada bir, yolu buradan geçen bazı seyyahların yazdıklarından öğreniyoruz o yıllardaki yaşantının nasıl olduğunu... Ya o gravürler… Erzurum’la ilgili ilk görüntüleri onlardan seyrediyoruz. Onlar olmasaydı; şehre dair ilk görüntüler, hiç şüphesiz, savaştan çıkmış, yıkık bir devre ait olacaktı ve biz Erzurum’un eski vakitlerdeki mamurluğunu hiç bilmeyecektik.
Bizde, şehirleri meydana getiren uzuvlar olarak görünen birçok yapının tarihleri hemen hemen yazılmamış gibidir ne yazık ki. Bundan otuz-kırk yıl önce, nerede hangi binanın bulunduğunu, nereden yol, su geçtiğini çoğu kişi merak etmese bile, merak edenler yine de çıkabilir. Meselâ, elli-altmış yıl evvelki Erzurum’u bilenlerden birçoğu, bugün halen aramızda yaşıyor olsalar da; o yılların Erzurum’unu gelecek nesiller için kayıt altına almış olanlar ve şehrin geleceğiyle ilgili not düşenler çok ama çok azdır. Bunlardan biri de İhsan Ünüvar’dır.
Yazar, yaşadığı dönemi, çoğu yerde basit bir anlatımla da olsa, yazmış ve bizlere bırakmış. Yazdıklarının üzerinden elli bir yıl geçmesine rağmen; yazdığı bazı şeyler hâlâ önemini yitirmemiş. Ya bundan yıllarca sonra... Meraklılarının nazarında, bu yazılanların öneminin daha da artacağı kesindir.
Yazar, yaşadığı dönemi, çoğu yerde basit bir anlatımla da olsa, yazmış ve bizlere bırakmış. Yazdıklarının üzerinden elli bir yıl geçmesine rağmen; yazdığı bazı şeyler hâlâ önemini yitirmemiş. Ya bundan yıllarca sonra... Meraklılarının nazarında, bu yazılanların öneminin daha da artacağı kesindir.
Kırk yıl önce şehirde hangi resmi kurumların olduğunu, buralarda çalışanların sayısını, dükkân sayılarını, ulaşım araçlarını ve daha birçok şeyi “ERZURUM REHBERİ (1071-1961)” adlı kitabında tek tek yazan gazeteci İhsan Ünüvar, o yıllarda, adeta bugünü resmeder gibi; yollar, sular, mimarî ve tabii güzellik hakkında, şehrin istikbâlini düşünerek birçok tavsiyede de bulunmuştur. Şimdilerde bunların tamamı olmasa bile, bazılarının gerçekleştiğini görmekteyiz.
Meselâ bu yazdıklarından, yapılaşmaya dair olan şu düşüncesi ilginçtir:
“Tahminen; boğaza kadar çift sıralı 500, Ilıca arasına 1000 apartman inşa edildikten ve şehir içinde istimlâki gerekli olacak ev sâkinlerini uzun vadeli taksitle bu binalara naklettirdikten sonra (...), hükûmet önü caddesini İstasyon caddesine aynı genişlikte ( Vurguya dikkat edin; ayın genişlikte. Şu an ki durumunda olduğu gibi, bazı menfaatleri önde tutarak eğri büğrü şekilde değil.) bağlamalıdır.”
O bir şehir plancısı değildi. Ama şehrini iyi tanıyordu ve bu şehirde yaşayanların gelecekte rahat etmesi, bu yerleşim yerininse, “şehir” olabilmesi için nelerin yapılması gerektiği hususunda fikir beyân edebiliyordu. Çünkü; yaşadığı yer üzerine düşünüyordu, kafa yoruyordu ve bunu da; karşılıksız yapıyordu.
Doğrusu; yazdıklarından bazıları gerçekleştirilmiş olsa da, bu şehrin, “şehir” sıfatını (Hele de büyükşehir!) hakedebilmesi için, onu yönetenlere eskisinden daha büyük görev düşmektedir. Bu tür insanları; vicdanlarının haricinde, bir de tarihin yargılayacağını ise hepimiz bilmekteyiz.
Her gün karşılaştığımız ve merhabalaştığımız şehir, kendini yenilemiyorsa ve gerçeklerden habersiz ayak sürüyorsa... Ve bunu değiştirmek... Ve bunu dönüştürmek için elinizden bir şey gelmiyorsa... Ve artık; şairin dediği gibi, “adıyla anılacak yeni aşklara” imza atmıyorsa...( Nâdânların aşktan anladıklarını hariç tutuyorum. Onların esâmesi dahi okunmaz bu vadide…) Giderek inceliğini ve hünerini, tavrını ve tarzını kaybeden, özgünlüğü azalan ve ona has diyebileceğiniz değerleri yokolan, yokedilen şehir; köhneleşmeye mahkumdur. İradesi elinden alınan ve onu tanımayanlara teslim edilen şehir; yerini kaybetmekten kurtulamaz.
Onun için d; dün olduğu gibi, bugün de, “Şehir Tarihçileri”nin yazdıklarını okuyup; geçmişte neler yapılmış, bizler bu yapılanların üzerine neler ilave etmişiz diye düşünecek, üst üste oturtulmuş, göğe ser veren beton kütleler yığını değilde, geçmişte bir kimliği olan ve oluşturulacak mekânlarla gelecekte de bunu yaşatacak idarecilere şiddetle ihtiyacımız var.
Şehir; zaman ve mekânda kendini yaşatacak üslûp sahibi ustalarını bekliyor.