Miladi 9 ve 11. asırlar arsında İslam coğrafyasında parlak bir gelişmenin olduğunu tarihler kaydetmektedir. Astronomi, tıp, fizik, kimya ve dini bilimler el ele inkişaf ederken özellikle batının hayranlığını kazanmıştır. Özellikle Tabii bilimlerde dev adımlar atılıyor, optikte, mekanikte fizikçiler başı çekerken İbni Sinalar Tıp, Nasreddin Tusi ile "Astronomi", Hayzem'le "Optik", El Cabir ile "Cebir" zirveye tırmanıyordu.
11. asırda batıdan Haçlı sürüleri, doğudan Moğol yağmacıları "İslam Dünyasını" ne yazık ki iş göremez hale getirdiler. Bu yetmezmiş gibi Mollalar, kadılar ve müderrisler "fen bilimlerini ilim" dalı olmaktan çıkarmış okunmasına bile gerek görmemişlerdi. Bu durum 1900'lere kadar devam etti.
II. Abdülhamit ile başlayan okullaşma oranı artarken Fizik, Kimya, Biyoloji gibi derslerde artık mekteplerde okutulmaya başlanmıştı. Tam 8 asır kaybetmiştik. Batı Atomu tarif etmiş, makineleşmeyi tam gazla ilerletmekte, fizik, kimya ve biyoloji alanında önemli buluşlara imza atarken İstanbul'da Darulmualliminde Fen Bilgisi Hocası "havasız yerde canlı yaşamaz" dediği için zındık ilan ediliyordu.
II.Abulhamid her ne kadar mektepleşmeye önem verdi ise batı ile aradaki uçurum kapatılamadı. Üstelik birde aralıksız devam eden savaşlar ve özellikle "Çanakkale" Abdulhamid'in özenle okuttuğu üniversiteli gençliğini yok ediyordu.
1940'lara gelindiğinde ülkede Fizik, Kimya, Biyoloji sahasında yeterli olmayacak durumda bilim adamlarımız bile yok gibiydi. Bu yıllarda açılan Fen Fakültelerinde Fizikçi, Kimyacı, Biyolojici sayısı artırılıyor temel bilimler sahasındaki boşluk doldurulmaya çalışılıyordu.
II. Dünya savaşı sonucunda dünyada "Teorik ve Deneysel Fizik alanında" gelişmeler hızlanıyor ne yazık ki ülkemiz hep gerilerde kalıyordu. Özellikle 1955'lerden sonra yetişmiş beyinlerimiz Batıya ve özellikle ADB üniversitelerine göç ediyor ülkemiz fakirleşiyordu.
Bu arada TUBİTAK kurulmuş, planlamalar yapılmış ülkemizde Fizikçi, Kimyacı, Biyolojici istihdam edilecek böylece fen bilimleri gelişecekti. Ne yazık ki 1990'lardan sonra özellikle 2000'lereden sonra durum hiçte beklendiği gibi sonuçlanmadı.
Üniversitelerimizin Fizik, Kimya bölümleri kapanmaya yüz tutu. Artık Öğrenciler Fen Fakültelerini tercih etmiyorlardı. Fizikçiler işsizdi. Bu nedenle Halk bin bir zahmetle çocuğunu okutacak ama çocuğu hem çok çok zor olan bu bölümü bitirip iş bulmakta zorlanacak hem de toplumda statü bulamamanın sıkıntısını ömür boyu yaşayacaklar.
Yaşanan gelişmeden ülke gerekli dersleri mutlaka çıkartmalı, Türk Fizik Vakfı, TÜBİTAK, Üniversiteler nerelerde yanlış yaptık, neden bilimi teknoloji ile buluşturamadık ve insanlara güzel bir gelecek inşa edemedik diye kendilerini sorgulamalıdırlar. Siyasilerin de konuyu mutlaka sorgulaması, çözüm üretmesi gerekir. Çünkü; ya fasoncu bir ülke olacağız ya da kendi teknolojisini üreten bir ülke olacağız. Eğer kendi teknolojisini üreten bir ülke olmak istiyorsak bilime gerçek değerini vermek zorundayız.
Fizik bölümü mezunlarına devlet ne acıdır ki "Fizikçi" unvanı veriyor, hatta yüksek lisans yaparlarsa "Yüksek Fizikçi" unvanını veriyor ama Milli Eğitim Bakanlığına öğretmen olarak bile almıyor. Fen Fakültesi Fizik bölümü mezunları zar zor Dershanelerde iş bulabiliyordu. Dershanelerin kapanacak olması bu ümidi ortadan kaldırdı. Bunu gören halk, kendi çocuklarının geleceği için elbette temel bilimleri çocuğuna tercih ettirmesi beklenemezdi! Neden çocuğunu kendi elleri ile heder etsin ki?
Üniversiteler, özellikle bilim alanında mezun ettiği öğrencileri takip etmeli, onlarla iletişimi kaybetmemelidir. Üniversite-hayat ilişkisi sürekli kılınmalıdır. Maalesef üniversitelerimizde, bilim alanlarında teorik ağırlıklı eğitimler var. Pratik ağırlıklı eğitimlere daha çok yer açmak, hayatla bilimi buluşturmak, insanımızı düşündürtmek, sorgulatmak, atağa geçmesi için yardımcı olmak lazım.
Tabii bu işleri belirleyen ana politikalardır. Yeterli destek verilmezse, üniversitelerde hocalara sadece ders verin arada bir makale yayınlayın denilmekle pek bir ilerleme olmaz. Oysa pratik konular üzerinden çeşitli bilim dallarından insanların katıldığı kaliteli tartışma platformları, forumlar olsa, buradaki konular projelere dönüştürülse kazanan hep ülkemiz olur. Arada bir de sanayiden insanları üniversitelere davet edip, birikimlerini aktarmaları istenebilir. Teorikle pratik bir araya getirilmelidir.
Tabii eski "Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı" çıkar "üniversiteler fizikçi değil pastacı " yetiştirsin derse, mevcut Üniversitelerdeki 38 fizik bölümleri bir müddet sonra sukut eder. Bunun anlamı devletin artık "Fizikçiye ihtiyacımız yoktur anlamını taşır". Yakın görünende bundan ibarettir.