Toplumsal bir sarsıntı yaşıyoruz. Dakikamız dakikamıza uymuyor. Ne yapacağımızı, ne edeceğimizi bilmiyoruz. Tarihi değerlerimizi, kültürümüzü, örf ve adetlerimizi birer, birer kaybediyoruz. Milletçe biz, biz olmaktan çıkıyoruz. Asıl üzerinde durulması gereken bu değil de nedir?
Ömer Seyfettin’in ‘’Pembe incili kaftan’’ hikâyesini çoğumuz okumuşuzdur. Unutulmaz kahraman Muhsin Çelebi; Padişahın karşısında bile memur niye olmadığı sorulunca, olmayışının sebebini açık bir şekilde ve korkmadan gerçeği söyleyebiliyorken günümüzde söylenememesi tehlike değilmidir?
1960–1970'li yıllarda fabrikatör olmak, önemli ve ayrıcalıklı olmaktı. İtibardı. Dahası üretimdi. İnsanlara iş kapısıydı. Günümüzde yaşanılan krizler sonucu tam tersi bir görünüm sergileniyor. Üretmek yerine Batılı, Japon, Çin, Kore pazarlarından alınan malların şubelerini açmak durumuna düşürüldük. Kendisine güvenen, katma değer üreten fabrikatör gitmiş, yerine tüketen bir yapı oluşmuştur. Üretmeden, tüketme olur mu? Asıl sosyolojik araştırması gereken bu değişim değilmidir?
Kendisiyle, komşularıyla, devletiyle bir zamanların barışık topumu gitmiş yerine, ailesiyle, komşusuyla, şehriyle ülkesiyle kavgalı bir topluluk konumuna düşmüş veya düşürülmüşüz. Mahkemeler de görülen davalar ve polisteki adli ve idari soruşturmalar, icra dairelerindeki haciz dosyaları bu acı gerçeği göstermiyor mu? Bu durum toplumun ve ülkenin iç ve dış güvenliğine zarar vermiyor mu? Uluslararası veya bölgesel çatışmalarda bu gerçek, tehlike oluşturmazmı?
Dün okullarımızda vatan ve millet sevgisiyle beslenen, Türk bayrağını dalgalandığı her yerde seve, seve görev yaparım diyen öğretmenler ordusu. Bugün zorunluluk haricinde böyle bir şey söylerimi? Atatürk’ün belirttiği eğitim anlayışına ne kadar yakınız. Hani Samsundan, Dünyaya ilan edilen Mazlum milletlerin kurtuluş reçetesi, ağzımıza bile almıyoruz. Bu tarihe sırt çevirmek değil de nedir?
Tarlasını ekmeyen, devletten teşvik parasını alıp tembelleşen, iş yeri sahibine beni sigortalı etme, o parayı bana ver, çünkü benim yeşil kartım var diyen, işçi ve ona bu tehlikeli davranış metodunu öğreten düşünceler mi az tehlikeli?
Cumhuriyetin ilk yıllarında, sermayenin olmadığı zamanlarda, vatanı kalkındırma sevdalılarının ortaya koyduğu göz yaşartıcı sanayileşme nerede? Borç almadan kurulan Makine Kimya Endüstrisi, Sümerbank, Etibank, Şeker Fabrikaları ve Demir yolları, yerli kaynaklarla gerçekleştirilmedi mi? Buda yetmezmiş gibi Osmanlıdan kalan borçlar ödenmedi mi? Bugün ne durumdayız?
Ciddi sanayi hamlesi olmayan, hayatını aldığı borçlarla idame ettiren, ithalatı 250 milyar dolar, ihracatı 150 milyar dolar olan, her yıl dış ticareti 50–60 milyar dolar açık veren, borcu borçla kapatan bir ülke konumundayız. Borçlu bir ülkeyiz. Borçlu olanın uluslar arasında sözü dinlenir mi? İtibarı olur mu? Zor anlarda kendi hak ve menfaatlerini koruyabilir mi? Dünya çapındaki bir krizi, kazasız belasız atlatabilirimi? Asıl önemli olan bu değimli? Milyarlarca dolara yaklaşan iç ve dış borç değimli?
Sosyal dengelerin bozulduğu, zengin ile fakir arasındaki uçurum gittikçe arttığı bu durum, tehlike tohumlarını barındırmıyor mu? Bölgeler arasında ki uçurumlar, kontrolsüz iç göç ve batılıların ihdas ettiği, kaşıdığı ülkenin oynak yerlerine vurmaya devam ettiği etnik , mezhepsel, ırk farklılıkların kaşınması asıl tehlike değilmidir?
1980 sonrası bankerlerin batmasıyla ortaya çıkan kriz, 1994'teki bankaların batışıyla meydana gelen felaket, 2001 deki ekonomik çöküş, finans sektöründeki açmazlar daha tehlikeli ve zararlı değil mi? Devletin; sırtına yüklenen zararlar, ülke için bir kâbus oldular. Bu ve benzeri olayları milletçe ne kadar çabuk unutuyoruz? Zaten öğle demişiz.’ “hafıza’i beşer, nisyan işe maluldür.’’ Ama artık yeter. Tehlike kapıda, alev bacayı sardı. Toplumsal silkinme zamanı. Bir an önce Türk Rönansansını başlatarak, bilimde, sanatta, hukukta, ekonomide ve tüm alanlarda; Türkiye kendisine, bölgesine, Türk dünyasına rehberlik edecek kadroları bulup çıkarmalıdır. Başka çıkar yol yoktur.
Bağırarak, susturarak,Türk Milletinin millet olma vasfını yok ederek gidişi durduramazsınız. Suriye iç savaşı devam ettiği ve bütünlüğü tehdit altında kaldığı sürece, Irakta merkezi hükümet ülkenin tamamını kontrol edemediği müddetçe, Ermenilerin uluslararası arenada Türkiye için tehdit oluşturduğu müddetçe işler hiçte kolay olmayacaktır.
Asıl önemlisi ülkenin "Milli Marşının" yine ülkenin "Milli Hudutları" içerisinde bir spor müsabakasında ıslıklanması en büyük tehlike değil de nedir?