Türkiye soğuk savaş yıllarında ABD ve Batı ittifakı içinde yer almış, Sovyetlere karşı onlarla beraber hareket etmiş, büyük ölçüde batı ile menfaatleri örtüşmüştü.
Bu yıllarda Türkiye batıya ve müttefiklerine olağan üstü güvenmiş, en mahrem bilgilerini bile müttefiklerin öğrenmesine seyirci kalmış, Barış Gönüllüsü adı altında binlerce ajanın sözde İngilizce öğretmenliğine seyirci kalmıştı.
Barış gönüllüleri 1963-1971 yılları arasında özellikle Doğu ve Güneydoğu da bütün sinir uçlarıyla uğraşmış ve Apo dahil yüzlerce militanı eğiterek Türk milletinin başına musallat etmişti.
12 Martlar, 12 Eylüller hep bu batı tezgahında hazırlanırken ne yazık ki ülkeye sahip çıkma makamında olanlar bilerek veya bilmeyerek batının ekmeğine yağ sürmüştü.
1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla harekete geçen PKK ve destekçileri tam 31 yıldır ülkeyi kana boyamışlar, milyarlarca dolar maddi ve manevi zarara sokmanın ötesinde halkların birbirleriyle karşı karşıya gelmesine sebep olmuşlardı.
1990 yılında Irak'ın Kuvveyt'i işgaliyle ABD ve müttefikleri bölgeyle ilgili düşüncelerine sahne olmuş, yine en büyük zararı Irak ve Türkiye çekerken en karlı olarak Barzani ve Talabani'nin temsil ettiği Kuzey Irak Kürtleri olmuştu.
Kuzey Irakta 25 yıllık süre içinde Kürtler hiç sahip olmadıkları toprakları işgal ederek sınırlarını maksimum genişletmişti.
Artık sıra işin ikinci ayağı olan Suriye gelmişti. Batı ve ABD Türkiye'yi şimdide Suriye Batağına sokmuş Türkiye çarşıya giderken evdeki pirinçten olmuştu.
Türkiye 2 milyon Suriyeliye kapılarını açmış, milyarlarca dolar kaybının yanında Ortadoğu'da ve Dünyada prestiji sarsılmıştı. Suriye'de ABD'nin desteklediği PYD güçleri tarafından bölgedeki Türk, Türkmen, Araplar zorunlu göçe tabi tutulmuş coğrafyadaki demografik yapıyı değiştirip hayalindeki ikinci ayağı oluşturmuştu.
Artık Güney sınırımız yolgeçen hanına dönüşmüş ve yeni bir Kürt bölgesiyle emrivaki yapılarak Türkiye sıkıştırılmıştı.
Suriye olayında Türkiye ciddi ötesi yanlışlar yapmış komşuluk ilişkilerini hiçe saymış, sözde Suriyeli güçleri silahlandırıp eğitmek istemiş her defasında ABD'nin engeline takılarak PYD, YPG'nin güçlenmesine farkında olmayarak katkı sağlamıştı.
Bütün bunlar oluyorken 2002 yılından başlayarak hükümet sözde bölge halkıyla iyi ilişkiler kurma, onlara şirin görünme isteğini ve iradesini ortay koymuş ne yazık ki başta terör örgütleri ve bölge halkı bu iyi niyeti ters kullanmış, yıllarca bölgeye, silah, patlayıcı, mühimmat depolamış, vergi daireleri, sözde mahkemeler kurulmuş, aslında tam anlamıyla yörede "Paralel Devlet oluşturmuştu".
Bütün bunlar olurken ülkeyi yönetenler, hükümete yakın yazar ve çizerler, televizyonlar ne yapmıştı?
Örneğin Beşir Atalay; "Öcalan'ın mesajları bizimde düşüncemiz" derken, başka bir zamanda "HDP zor durumdayken onları biz güçlendirdik" demişti. Devleti yönetenler; 2010 yılında Oslo’daki MİT-PKK görüşmesinde bu durumu bildiklerini ancak müdahale etmediğini itiraf etmiş ve MİT Müsteşar yardımcısı Afet Güneş, karşısında oturan PKK’lı Sabri Ok’a ‘’Kentlere bomba depoladığınızı biliyoruz. O durumlarınızı bile tolere ediyoruz’’ demiş, buna karşılık Bülent Arınç "Sayın Öcalan demeyi, PKK bayrağı açmayı suç olmaktan çıkarttık", Nihal Bengisu Karaca "Bebek katili dediğiniz adam bize geleceği gösterdi" derken bir başka yetkili "iktidar olarak biz çözüm sürecinde operasyon yapmazken PKK yığınak yapıyordu. Her şeyden haberimiz vardı. Devlet göz yumdu. PKK 2.5 yıl silahlandı" , Jöleli adam ise "Öcalan Türkiye'nin önünü açıyor" diye seviniyordu.
Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin; "Öcalan bölgenin Reel Politiğini daha sağlıklı değerlendiriyor", Prof Yasin Aktay; "Öcalan dünyanın geleceğini iyi okuyor", Devlet Bakanı Bülent Arınç "dağa çıkışlar daha nitelikli hal aldı" ifadelerini kullanıyordu.
Gazeteci Emre Aköz "PKK bir terör örgütü değildir" , Başbakanın baş danışmanı Etyen Mahcupyan "Öcalanın geniş bir prestij alanı var. Nadir insanlardan biridir" demek suretiyle aslında Türk milletiyle bir yerde dalga geçiyorlardı.
Rasim Ozan Kütahyalı 2011de "bana göre Zekeriya Öz demokrasi kahramanı cesur bir savcıdır. Heykeli dikilmedir" derken, 2014 yılında "yargıda, emniyette bir cunta var, Zekeriya Öz'de bu cuntanın içinde yer alan bir darbecidir" demekteyken, Karaalioğlu çözüm süreci süresinde; “Yani açık konuşalım devlet neredeyse görmezden gelen ve zaman zaman zaafa düşme pahasına çözüm sürecine halel gelmesin diye olup bitenlere göz yumanarken PKK sistematik bir şekilde
çözüm sürecine karşı her türlü hamleyi yaptı.”
Yazının başına dönersek; Türkiye'nin acıları biter mi? Sorusuna verilecek cevapta şöyle diyebilirim: Yönetenlerde, aydınlarda, gazetelerde böyle kafa karışıklığı devam ettikçe HAYIR...