Dünyada tüm sosyal olaylar insan etrafında döner durur. Dinler insan içindir. Kültürler ve medeniyetler insan ürünüdür. Kitaplar insan için yazılır.
Acılar, sevinçler, mutluluklar, insanın dünya hayatını ilgilendirir.  Türküler, şarkılar, gazeller, hayaller, romanlar ve  hikayeler sosyal hayatı ilmek ilmek dokur.
Bunlar olmadan insan hayatı monoton  ve çekilmez olur. İşte yetimlikte böyle bir durumun neticesidir. Anadan, babadan, akranlardan ve çevreden ayrı kalmak.
Küçük yaştan beri çokça duyduğumuz bu kelime beynimizin derinliklerinde yer eder. Yetim kaldı, yetim doğdu, yetimler yurdu vs.
Aslında yetim kalmak beşeri ve sosyal iklimde etkisini en çok hissettiren kavram. Öyle bir kavram ki son peygamber, alemlere rahmet olarak gönderilen elçide "yetimdi".
Bir insan tüm kabul edilen hukuk sistemlerine göre anasını, babasını özellikle küçük yaşlarda kaybetmiş insana yetim denir. Peygamberimiz Hz. Muhammed(S.A.S) önce babasını sonrada annesini kaybetmiş ve çocukluğundan itibaren yetim büyümüştür.
Şüphesiz yetimin koruyucusu Allah'tır. Emir ondan gelir. Bize düşen teslim olmaktır. Başka çaremizde yoktur. Çünkü "ondan geldik ona döneceğiz" ilahi hükmü gereği yapılacak bir şey yoktur.
Birde sosyal hayatta karşılaştığımız bazı olaylar var ki bunlarda yetim çocuğun yaşadıkları ile benzemesede  bir nevi yetimlik sayılır.
Bayram dolayısıyla ziyaretlerinde bulunduğum yaşlılar, zaman zaman karşılaşıp sohbetlerini dinlediğim yaşlı büyüklerim.
Akranlarını kaybetmiş, konuşacak, dertleşecek kimseleri kalmamış büyüklerim. Onların ifadeleriyle "sosyal yetimler".
Dert yanıyorlar; içimi dökecek, beni anlayacak arkadaşlarım ya başka şehirlere göç etti veya dünyasını değişti. Yalnız kaldım. Yalnız.
İlk bakışta size yahu bu devirde yalnız kalınırmı?  Televizyonlar var, sokaklar cıvıl cıvıl. Olur mu hiç yalnızlık.! Evet oluyor, hemde nasıl oluyor bir bilseniz? demekten insan kendini alamıyor. Görmek, duymak ve hissetmek lazım.
Merak ediyorsanız 80-90 yaşlarında çevrenizde bulunan yaşlı büyüklerinizi ziyaret ederek onların iç dünyalarına girin bakalım neleri bulacaksınız? Öyle bir yalnızlık, öyle bir yetimliği bulacaksınız ki içiniz cız edecek. Yüreğinizin yağı eriyecek. O zaman anlayacaksınız o müthiş sosyal yarayı, yetimin çektiği acıları. O zaman anlayacaksınız.
Palandöken dağının karları gibi soğuk, Everest Tepesi kadar yüksek  hislerle karşılaşacaksınız. Atlas okyanusunda meydana gelen fırtınaları, Vezüv yanar dağından fışkıran sıcak lavları yaşlı insanların duygularında duyup, hissedeceksiniz.
Eğer yaşlı dedemiz birde fakir ve kimsesiz ise o zaman işler içinden çıkılmaz bir hal alır,  tüm ışıkları ve maddeyi yutan, içine çeken ve dışarıya hiç bir şey aksettirmeyen "kara deliklere" dönüşür gerçekler.
İşte ölmeden önce ölüm budur. Yahya Kemalin "Sessiz Gemisi" aklınıza gelir. Artık yalnız insanların iç dünyasında ne el, nede kol sallayan vardır. Sessizlik Mevlana'nın hikayelerinde saklanmış, Fuzuli'nin kasidelerinde yerini almıştır. Faruk Nafizin "Han Duvarları adlı şiirinde" tasvir ettiği soğuk, hissiz ancak size bir şeyler fısıldayan duvarlar gibidir.
Çağdaş şairler bu yalnız insanları,  "sosyal yetimleri" artık görmemektedir. Torunları unutmuş, eşi, dostu bırakın yahu o ihtiyarı  diyecek haldedirler...
Halbuki bilmiyorlar ki bir gün kendileri bu sessiz ihtiyar dede veya nine gibi olacaklar.
Hani; "ölmeden önce ölünüz" ilahi beyanı gibi ey dostlar sizlerde yaşlanmadan önce yaşlanınız. Sizin yaşlanmanız işte bu yaşlı dede ve nineleri ziyaret ederek ellerini öperek , dualarını alarak gönüllerini hoş ederek olur.
O halde haydin sosyal yetimliği yenmek için çareler arayalım....! 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.