Tarihimizde Ağustos ayının önemi büyüktür. Çünkü Anadolu coğrafyasına silinmez mührünü vuran bir millet için AĞUSTOS, ZAFERLER AYI’dır. Zira ebedi yurdumuz Anadolu'nun kapıları, bu ayda kazanılan zaferle açılmıştır bizlere… Sayısız cana malolan bu güzel toprakları elimizden almak isteyenlere; en son ve en büyük tokadı da yine bu ayda atmışız. O sebepledir ki bu ay, tarihimizde “Zaferler Ayı” olarak bilinmekte ve bunun içindir ki; 26-30 Ağustos tarihleri arası “Zafer Haftası ve Malûl Gaziler Haftası” olarak kutlanmaktadır.
Ağustos ayında, geceyi gündüze çıkaran ve Türk milletini yeni bir yurtla, yepyeni ve benzersiz bir coğrafyayla tanıştıran şanlı zaferlere imza atılmıştır. Büyük ve benzersiz bir ideali gerçekleştirmek, Anadolu’yu vatan yapmak üzere, büyük kahramanların peşinden yürüyen bu millet, tarihin sayfalarını altın harflerle kaydedilen muhteşem zaferlerle doldurmuştur.
Selçuklu ordusu ilk büyük zaferini Tuğrul Bey'in üvey kardeşi İbrahim Yinal Bey'in yaptığı Anadolu seferi sonunda Bizans İmparatorluğu ile müttefiki Gürcü Krallığı ve diğer müttefik ordulara karşı Bizanslıların "Kapteron" veya "Kapterou" adını verdikleri Pasinler yakınlarındaki mevkide 18 Eylül 1048 tarihinde yapılan meydan muharebesinde kazanmıştır. Adına " Pasinler Savaşı" denen bu zaferle Anadolu’ya girmiş ve sonra 16 Ağustos 1064'de Kars'ı fethedip, 26 Ağustos 1071'de ise, Malazgirt zaferi ile Anadolu'nun kapılarını ardına kadar milletimize açmış ve batıya doğru yüzyıllarca sürecek olan büyük yürüyüşü başlatmıştı.
Bu milletin evlatları, Ağustos ayının büyük zaferi Malazgirt’ten bu yana, Anadolu topraklarında yüzlerce yıldır dalgalandırdığı şanlı bayrağımızı, önüne çıkan her engeli yerle bir ederek bugüne kadar taşıdı ve bundan sonra da taşıyacağına olan inancımızda hiç bir eksilme yoktur.
Günümüzde, Anadolu dışında asırlarca yurt tuttuğumuz yerlerin birçoğu şimdilerde elimizde değil. Ancak; sesimiz, soluğumuz o meydanlarda, o şehirlerde ve o dağlarda hâlâ yankılanmakta ve geride bıraktıklarımız; başları dara düştüğünde hâlâ adımızı haykırmaktadırlar. İsmimiz; adaletle ve şefkatle yan yana hatırlanmakta ve geçmişin koynundaki o güzel günler, akla geldikçe, birer hicran yarası gibi yürekleri dağlamaktadır.
Atalarımızın gezdikleri, gördükleri bütün coğrafyalarda, büyük bir medeniyet kurduklarını, bugüne intikal eden eserlerde rahatça görmekteyiz. Bunun için evvela kendi mirasımızı idrak etmemiz lazımdır. Onlar neyin nasıl yapılması gerektiğini çok iyi bildikleri için olağanüstü güzellikte şehirler kurmuşlardır. Yöremizde söylenen bir sözde dendiği gibi, "Eziziyem galasız / Şeher olmaz galasız" diye düşünerek, çok güzel kaleli şehirler inşa etmişlerdir. Böylece yaşadıkları yerlere has bir kimlik oluşturmuşlardır. Çünkü kimliksiz insan olamayacağı gibi, kimliksiz devlet de olamaz, millet de, şehir de...
Asırlar var ki millet olarak; sayısız can, hesaba gelmez sıkıntı ve rahatsızlık karşılığında bu toprakları yurt tutmuş, vatan eylemişiz. Gün gelmiş dünyaya hükümdarlık etmişiz; gün gelmiş zorlukların hüküm sürdüğü bu coğrafyada, dört bir yandan düşmanla sarılmış, esaret altına alınmak istenmişiz. Kendi içimizde bölünüp parçalanmış, aramıza fitne ve nifak sokanların oyununa gelmişiz.
İşte o zaman kara günler başlamış, vatanın dört bir yanından acılar, zulümler ses vermiş. Nice yüreklere ateş düşmüş, âhlar semâyı tutmuş ve bu durumu anlatıp hikâye eden nice türküler yakılıp, ağıtlar söylenmiş. Çünkü vatanın bağrına düşmanın dayadığı hançeri çekip çıkaracak güçten, kuvvetten uzak düşmüşüz.
Ne zaman ki birlik olmuş, bütünlüğümüzü bozmamış, bozmaya çalışanlara topyekûn karşı koyma bilinç ve kararlılığını göstermişiz; aramızı açmak, bizi birbirimize düşürüp parçalamak isteyenlere fırsat vermemişiz, işte o zaman hiç kimse toprağımızın bir karışına bile göz dikmeye cesaret edememiş. Bu birlik ve beraberlikle, bu sırt sırta verişle, bu kenetlenmeyle, daha nice zorlukları aşmış, nice felaketlerin üstesinden gelip, acıları paylaşarak azaltmış, eskisinden daha güçlü bir şekilde yolumuza devam etmişiz.
Şanlı bayrağımızın altında atlarımızı doludizgin koşturduğumuz, birliğin ve beraberliğin gölgesinde düşmana yenilgi acısını tattırdığımız Malazgirt, Çaldıran, Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar meydanları bu yiğit sesin eseridir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın cümleleriyle “Malazgirt Zaferi’nin açtığı gedikten yeni vatana giren cedlerimiz, ilk fethettikleri bu büyük” coğrafyadan başlayarak gakkoş, dadaş, efe, zeybek; doğulusu, batılısı, kuzeylisi, güneylisi; Gazianteplisi, Kahramanmaraşlısı, Karslısı, Vanlısı, Diyarbakırlısı, Muşlusu; kısacası bütün bir millet, bu meydanlarda hep birlikte savaştılar, düşmana karşı koydular, güzel Anadolu’yu yurt yapıp, vatan eylediler bizlere… Böylece ta Viyana kapılarına ulaştık.
Ancak bu toprakları ele geçirmek isteyen düşmanlarımız, asırlardır haince planlarını uygulamak amacıyla bizi bölmeye uğraşıyorlar. İçerde ve dışarda nicelerini oyunlarına alet ederek onları kullanıyorlar. Bunların çoğu, vatan sevdalısı güvenlik güçlerimiz tarafından, kendi vatanına ihanet etmiş damgası yiyerek etkisiz hale getiriliyorlar.
Dost, düşman şunu herkes yakından bilmeli ki; biz, Malazgirt zaferimizden bu yana etle tırnak gibi birbirimizle bütünleşmiş ve kenetlenmişizdir. Bizim kardeşliğimizi hiçbir kalleş oyun bozamaz, bizi birbirimize düşüremez. Çünkü Sultan Alpaslan, Malazgirt zaferi ile bu topraklarda yaşayan herkese “Size öyle bir yurt aldım ki; sonsuza dek sizin olacaktır." diyerek, bir vatan hediye etti.
Asırlardır nice acılar yaşayan, nice sıkıntılara göğüs geren bu millet, yıllardır yakasına yapışan terör belasını da atlatmaya muktedirdir. Bütün bunları atlatacak güce ve kuvvete sahiptir. Onun içindir ki; her acı bizi düşmanlarımıza karşı daha da birleştiriyor, kenetlenmemizi sağlıyor; doğudan batıya, kuzeyden güneye, bir ve bütün olduğumuzu bir kere daha gösteriyor bütün dünyaya… Bunun en büyük kanıtı, tarihte büyük zaferin gerçekleştiği Malazgirt'tir.
Büyük zaferin yıldönümünde bir kere daha, bir ve beraber olduğumuzu, bu vatanda yaşayan herkesin, et ve tırnak gibi birbirine kenetlendiğini, istikbalde de bu halin mutlaka süreceğini, hatta toprağın altında yatanların bile bu birlikteliğe şahitlik edeceğini dosta, düşmana haykırıyoruz.
Ne var ki; doğru olan sadece acıların birleştirmesi değil elbette… Bunun yanında sevinçlerin ve güzelliklerin de bizleri bir araya getirmesi gerekir. Geniş zamanda bu davranışı, birbirimize olan sevgimizi, saygımızı, hoşgörümüzü göstermeliyiz ki; dar zamanda da gücümüzü muhafaza edelim ve dost-düşman herkes bu görüntüden kendine düşen payı alsın. Dostlarımız sevinip gönensin, kötülük etmeye kalkışan, bizimle uğraşmak isteyen düşmanlarımızın ise cesareti kırılsın.
Bundan dolayı düşmanın her daim zaaflarımızdan yararlanıp, bizi güçsüz düşüreceğini, boş durmadığını; her zaman bizler için yeni tuzaklar hazırladığını bilip, atalarımız gibi biz de her tedbiri zamanında almalıyız.
Yoksa bu vatanın evlatları yeri gelince, canından aziz bildiği bu topraklar için hayatını ortaya koymasını, kanını akıtıp, canını feda etmesini, gözünü kırpmadan düşman üstüne yürümesini, şehit ve gazi olmasını da her vakit bilmiştir. Nitekim milletimiz, şair Mithat Cemal KUNTAY’ın vurguladığı şu gerçeğin kesinlikle farkındadır:
“BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR
TOPRAK, EĞER UĞRUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR.”
Bizi duyana, işitene ve sözümüze kulak verene Âşık Şenlik’in mısraıyla bir kere daha sesleniyoruz ki; “Can sağ iken yurt vermeyiz düşmana”… Bunu böyle bilsinler ve üstüyle, altıyla, şehit ve gazi olanıyla bizim olan bu topraklar; nice yiğitlerin, civanların, fidanların can feda kıldığı bu mukaddes vatan; geçmişte bizimdi, şimdi de bizimdir ve her daim bizim olmaya, bizim kalmaya devam edecektir. Ancak, sahip çıkarken, milli şairimiz Mehmet Akif’in, sahip olmanın yolunu gösterdiği mısralarda anlatılmak isteneni de zihinlere adeta kazımak gerekir:
“SAHİPSİZ VATANIN BATMASI HAKTIR,
SEN SAHİP ÇIKARSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR”
İlk Türk beylikleri Malazgirt Savaşının ardından Anadolu’nun fethiyle görevlendirilen komutanlar tarafından kurulmuştur. Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk İslam kültür ve medeniyetinin yaygınlaşmasında büyük payı olan bu beylikler, genellikle kurucularının ismiyle anılmıştır. Mengücek, Afşin, Saltuk, Kutalmış gibi beylerin isimleri bugün de Malazgirt’te mahalle isimleri olarak yaşamaktadır. Beyliklerin kuruldukları yerleşim yerlerindeki şehir belediyelerinin, Malazgirt ilçemizi gerek fiziki, gerekse sosyal ve kültürel anlamda desteklemelerini ve bu şehirlerin her mahalleye kardeş belediye olmasını buradan teklif ediyoruz. Bir başka teklifimiz de bu coğrafya da sadece yılda bir değil, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerle işbirliği içerisinde olunan etkinliklerin yıl içerisinde belli zamanlarda da düzenlenmesidir. Bu vesileyle gündeme getirdiğimiz konular, dileriz ki ilgililerin ve yetkililerin nezdinde karşılık bulur.
Geçen yıl bu zamanlar Prof.Dr.Ömer Özden ve eğitimci Reşat Coşkun'la beraber, Türkiye Yazarlar Birliği'nin Malazgirt Belediyesi ve Kültür Bakanlığı'yla birlikte organize ettiği "4. Tarihi Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni" sebebiyle bu güzel coğrafyanın misafiri olduk. Karşılaştığınız tabiat manzaraları ve insan davranışlarından çok etkilendiğimizi belirtmeliyim. Sokakta gördüğümüz ve oranın yabancısı olduğumuzu anlayan birçok kişinin bizlere ikramda bulunmak için yarıştığını görmemiz bizleri hakikaten çok şaşırtmıştı. Vatanımızın güzide bir parçası olan bu topraklara niçin daha önce gelmediğimize esef etmiştik.
Şölenin açılış programına katılarak hissiyatımıza tercüman olan ve şölenden ayrılmasından kısa bir zaman sonra da elim bir kaza sonucu hayata veda eden Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun'u da, bu vesileyle bir kere daha rahmetle anmadan geçmeyelim.
Milletçe 26-30 Ağustos tarihleri arasında kutlamaya başladığımız “Zafer Haftası ve Malûl Gaziler Haftası”'nın başlangıcında kaleme aldığım cümlelerimi, Malazgirt ovasında esir edilen Bizans’ın mağrur komutanı Diyojen’le, Anadolu’nun kapılarını açan Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan arasında geçen, ibret verici, kısa tarihi konuşmayı sunarak bitirmek istiyorum:
"Sultan Alparslan sorar: “Hiç tarih okur musun?” Bizans İmparatoru Diyojen şaşkın bir halde karşılık verir: “Hayır okumam, neden sordun?” Alparslan’ın cevabı çok düşündürücüdür:“Çünkü tarih okumayan ve tarihini bilmeyen bir milletin sonu, senin sonun gibi olur."