MERHABA

Birileri kumla çakılla uğraşadursun, kaldırım taşlarıyla oyalansın, asfaltın hesabını sorsun, falan niye şöyle olmamış, filanca falan yerde ne diye yok desin…
Birileri Doğan medyasına üvey evlat olabilme ümidiyle çıkarına ters düşene çatıversin, muhalif olmak için muhalefet yapsın…
Birileri Devlet ilanlarından faydalanmak için günlük gazete çıkarsın…
Birileri diğerleriyle aynı olan haberi yayınlasın, gazetecilik yaptım sansın…
Bırakın birileri kendini gazeteci, kendini yazar, kendini muhabir sansın… Faydalı olduğunu, etkili olduğunu düşünsün…
Hiçbir şey bilmediğinden başka bir şey bilmeyen ben diyorum ki; “insan temelli olmayan her şey bir kibrit ateşinin yayabileceği kadar ışık yayıp birkaç saniye sonra sönmeye mahkumdur.”  
Bırakın birileri bir kibrit ateşi kadar yanarak dünyayı aydınlattım sansın… Taşla, duvarla, yolla, asfaltla, onla bunla uğraşsın. Biz zamanenin acımasız çarkları arasında ezilip parçalanan, Çifteminareli Medresenin minareleri gibi dökülmüş harap olmuş kültürümüzle, kimliğini yitirmek üzere olan insanımızla ilgilenip onlar için yazmak üzere merhaba diyoruz size.
ONLARI YOLDAN ÇIKARDIM
Yine bir hafta sonuydu…
Ben şehrin her köşesine ücretsiz servis çeken 11 numara ile üniversitenin kadın kokan yollarında bir başıma turluyordum. Rüzgar kadın kokusunu dağıtmak için delice esiyor, ama nafile… Her bir kadının yanından geçtiğimde yürüyen bir parfüm atölyesinin yanından geçtiğimi düşündüm o gün.
Ve 11 numaranın kaptanı sağ ayağım çayları şirketten olmayan bir mola yerine çekti servisi ve başladım beklemeye. Ve çiftleşme mevsimi hiç bitmeyen iki ayaklı hayvanların dört ayaklı hayvanlarla yarışa giriştiklerini gördüm. Ancak bir fark vardı aralarında; dört ayaklılar bile alenen yapmıyorlardı…
Boyacılar iki ayaklılara ben de boyacılara baktım durdum.
Velhasıl onlardan biri –bizim İbo- fark etti beni ve derhal yanıma geldi tüm boyacı arkadaşlarını sollayarak. Gerçi İbo sağdan solladı ama yarış halidir diye karışan olmadı. İbo’ya ayakkabının namusunu sordum, bilirse boyatacaktım ayakkabıları… “Şey abi…” Ona ayakkabının namusunun topukları olduğunu öğrettim çok büyük bir şeymiş gibi ve onunla anlaştık; bir daha ki sefere bilemezse bedavadan boyayacaktı ayakkabılarımı ve henüz yanımıza gelmiş olan diğer boyacıları şahit ettik anlaşmamıza.
İbo ayakkabıları boyuyordu boyamasına da, gözleri hep mart kedileri gibi birbirine abanmış olan iki ayaklılardaydı, ki diğer boyacı çocuklar da İbo’nun yaptığını yapıyor iki ayaklıları seyrediyor ve yetmezmişçesine bir de yorumlar yapıyorlardı.
Halleri içler acısıydı çocukların…
Bir dostum küfürlü konuşanlar için kanalizasyon garsonu derdi. Bu çocuklar, sağ olsunlar, kanalizasyon garsonluğu görevini “büyük bir itina ile” sürdürüyorlar.
Onların bu halleri beni fazlasıyla üzdü ve bende onlarla sohbet etme isteği oluştu bir anda. Genelde insanlardan kaçan ben bu çocuklarla konuşmak istiyordum.
Henüz İbo boyama işini bitirmişti ki elimi cebime attım ve sıfırları ve yenisi atılmış 5 milyonu (5 TL) İbo’ya verdim ve kola bisküvi türünden bir şeyler alıp gelmesini istedim. Bu hareketimle şaşkına dönmüş olan çocuklar iki ayaklılardan vazgeçip benimle ilgilenmeye başladılar. Çünkü ben onlara değer verdim, onları adam yerine koydum. Çünkü ben de o yaşlarda adam yerine konmaktan hoşlanırdım.
Velhasıl bizim İbo nevaleyi kapıp geldi. Ve beş on kafadar oturduk ağaçların altına, başladık sohbete. Ben de artık onlardan biriydim. Kimliğini ağaçlık girişindeki portmantoya bırakmış onlardan biri olup çıkmıştım. Onların simsiyah elleri ile dokundukları bisküvilerden yiyor, onları güldüren şeylere bende gülüyordum.
Onlardan biriydim işte…
Bizim İbo önce kafasıyla munzur bir şekilde iki ayaklıları işaret etti ve sonra başladı konuşmaya “Eee abi yok mu sende bir numara?” Sustum, sonra evliyim ben dedim. Çocuklar gülüştüler. Onların gülmesi hoşuma gitmişti. Çünkü o gülmeler beni aralarına kabul ettiklerine delildi. Ve başladım konuşmaya. Zaten huyumdur beni dinleyecek birilerini bulursam onları bıktırana kadar konuşurum.
Sanırım bir iki saat kadar sohbet ettik çocuklarla. Ve ayrılırken artık onlar iki ayaklılarla ilgilenmiyor, kanalizasyon garsonluğu yapmıyorlardı. Ve bana bir de eşantiyondan derslerine çok çalışacakları sözü verdiler.
Biliyorum ben onlara çok kötülük yaptım.
Onları yoldan çıkardım.
Sonramı onlar işlerine gittiler ben de yine 11 numara ile gezime kaldığım yerden devam ettim. Ama o gün çok kardaydım. Çünkü yaklaşık on kadar boyacı çocuğu yoldan çıkarabilmiştim.
Gerçekten de çok karlıyım değil mi? Çok karlıyız değil mi?
Hepimiz on çocuk yoldan çıkarsak, fazla değil on sene sonra dünyayı yoldan çıkarmış oluruz.
Kalın sağlıcakla…