NAHÇIVAN'A YOLCULUK

Astım mağarasında şehir merkezine dönüyoruz. Güneş batmak üzere. Aras nehri önüne kurulan baraj, suni bir göl oluşturmuş. Güneş ışınları su yüzeyine çarpıp Ahmet Haşim’in şiirlerindeki gibi yansıyor sema kızıla bezeniyor. Haşim diyor ki, “ Bir akşam yangınıyla kızardı karşı dağlar/Meşaleler tutuştu, meşaleler çırağlar” İşte Nahcivan semaları da böyle.

Şehrin merkezinde ihtişamlı bir Selçuklu kümbeti görünüyor. Derhal oraya yöneliyoruz. Kırmızı tuğladan yapılmış yüksekliği 20 metreden fazla olan muhteşem eseri soruyoruz. Mahzun anlatıyor. Büyük Selçuklular döneminde yaptırılan bu anıt eser, günümüze kadar güzelliğini kaybetmeden gelen en orijinal tarafı "Yasin Süresinin" tamamının o güzelim tuğlalarla yazılmış olması. Fatihalar gönderiyoruz. Karakoyunlulara, Akkoyunlular’a yurt olmuş Nahcivan. Açık hava müzesinde çok sayıda Kara koyun Ve koç figürleri var. Buda, ceddimizin varlığını taşa işlemesi olarak algılanmalıdır.

Güneş batıyor yorgunuz nerede dinlenelim derken Antik tiyatrolara benzeyen suların şelale gibi aktığı bir ye keşfediyoruz. Masalar sandalyeler ve televizyon perdesi olan bir yer oturuyoruz. Zinnur beyin annesinin hazırladığı helva dürümlerini çıkarıp gelen demli çayla birlikte yiyiyoruz. Sohbet koyulaşıyor. Günün kritiği yapılıp ertesi günün planı yapılıyor. Gelen garsonlara dürüm ikram ediyoruz. Sonra otele gidip derin bir uykuya yatıyoruz.

Sabah erken kalkıp Pazar yerini dolaşıyoruz. Ne yazık ki bizdeki gibi Dükkân, Mağaza ve büyük alışveriş yerleri yok bunun sebebi de komünizmden kalmış olmasıdır. Yeni yeni bizdeki alışveriş merkezleri oluşmaya başlamış.

Gün ilerlerken arabamız Culfa yoluna koyuluyor. Yollar asfaltlı etraf ağaçlarla bezenmiş, insanlar yol boyunca ağaç dikmekle meşgul, el sallıyoruz. Uzaktan yeşillikler içinde güzel şirin bir yer ortaya çıkıyor. Düzgün temiz caddeler dikkatimizi yine çekiyor. Bir iki kişiyle konuşuyoruz. Türkiye’den geldiğimizi duyunca muhabbet biraz daha artıyor. Culfalılara Kaplıcaları soruyoruz. Onlar Kaplıcaya 'ŞOR' su veya Issı Su diyorlar Dağların arasında bir yeri tarif ederek bize yol gösteriyorlar.

Derken Dağlar arsındaki "Şor" suya ulaşıyoruz. İçeriye girip bir görmek isteğimizi iletiyoruz. Kabul ediyorlar. Muhteşem, temiz, berrak bir su bizi bekliyor. Doktor gözetiminde ancak 15 dakika kalacağımız anlatılıyor. Havuza giriyoruz. Geçekten sıcak... 43 derece.. Ben on dakikada pes ederek çıkıyorum. Çok ferahlayarak iki günlük yorgunluğum gidiyor.

Tekrara yola düşüyoruz. Ver elini Ordubat. Aras nehri kenarında kurulmuş yeşillikler içinde bir kent. Düzenli oluşu gözden kaçmıyor. Hemen Lokantanın yolunu tutuyoruz. Ceviz ağaçlarının altında oturup yemeklerimizi ısmarlıyoruz. Tike kebap, Lüle kebap ısmarlıyoruz. Ayran ve salata isteklerimiz arasında. Karnımızı doyurduktan sonra garson Eldeniz’le sohbete başlıyoruz. Eldeniz kente 72 mescidin olduğunu söylüyor. İnsanların hallerinden doğruluk ve dürüstlük belli oluyor. Bu Ordubat'lı çok sevecen.

Sonra "Türk Kız Lisesine" misafir oluyoruz. Bizim Türkiye’den geldiğimizi duyan çocuklar etrafımızı sarıyorlar. Belletmen Elif kızımızın hizmette bizi mahcup etmesi bizi duygulandırıyor. Çaylar içiliyor, Müdür yardımcısı Şerorlu kardeşimizle uzun uzun sohbet ediyoruz. Çocuklar Doktor veya iktisatçı olmak istiyorlar. Neyse ayrılık vakti geliyor tekrar yola koyuluyoruz. Yolda Tebrizli bir halı tüccarını arabamıza alıyoruz. Halı satmış parasın tahsil etmek için Ordubat'a gelmiş. Yolda sohbet koyulaşıyor. "Mustafa Kemal'i" anıyor. Keşke 'o'nun gibi bir kahraman daha Türk milleti çıkarsaydı diye hayıflanıyor. Şükranlarını bize iletiyor ve bir anı anlatıyor. ”Atatürk’le İran Şahı karşılaşmışlar. İran Şahı Atatürk’e bir sürü hediye vermiş. Atatürk ise Şaha bir Paket Sigara ikram etmiş ve demiş ki “Sizin hediyeniz halkınızdan kestiklerinizle bana verildi. Ben ise kendi şahsi maaşımdan size bunu hediye ediyorum” demiş .Duygulanıyoruz.

Yol ayrımında misafiri bırakıp tekrar Nahcivan'a dönüp otele gidiyoruz. 2 saat sonra tekrar parka oturup Aras gölünü seyredip çaylarımızı içeceği.

Saat sekiz de tekrar düzgün yollardan geçerek Büyük şair "Hüseyin Cahid in" anıtının bulunduğu parka geliyoruz. Hüseyin Cahid "Türk diline" Sovyetler zamanında korkusuzca sahip çıkmış şiirler yazmış bir şairimiz. Oradan ayrılıp tekrar Kızlar bulağına yöneliyoruz. Çayları yudumlarken Oğuz boylarını anıyoruz. Aras vadisini binlerce yıldan beri yut edinmiş dedelerimiz.

30 derecede esintisiz bir akşam daha geçiriyoruz. Keşke Erzurum dada böyle güzel bir yer olsa diye hayıflanıyoruz. Geç vakitte otele dönüyoruz.