Bu fiilleri yapan kişiye kısaca inatçı, direngen ya da ayak direyen diyoruz. Bir işe sebat eden, kararlılık gösteren insana inat insan demiyoruz. Yukarıdaki anlamlardan da anlıyoruz ki, inat sözcüğü olumsuzluğu çağrıştırıyor.
İnat sıfatı gerek insan, gerekse hayvan için kullanılır. Çocuk hikâyelerinden “Köprüde karşılaşan iki inatçı keçi ” hikâyesi meşhurdur. Bir konuda, bir düşüncede ısrar eden, ayak direyen, sabit fikirli ve takıntılı insana “onda eşek/katır inadı” var denir.
Erzurum’da inat insan tanımlanırken, çaresiz ve kızgın bir ruh haleti içerisinde, iki elin parmakları açılarak; “Onda öyle bir kaburga var ki! “Ahan iki garış” denir.
İnat insanda hatır, gönül ve hoşgörü bulunmaz. Merkezde hep kendisini gördüğü için karşısındaki insanı fazla hesaba katmaz.
“Dediğim dedik çaldığı düdük” diyen,” işi inada bindiren”, haklı bir sebebe dayanmadığı halde zıt giden insan bunu niye yapar.
İnat olma doğuştan mı yoksa sonradan kazanılan bir huy mu?
Eskilerin ifadesiyle “can çıkar huy çıkmaz” dersek inat insanı inadından vazgeçireceğim diye boşuna uğraşmayalım, “huylu huyunu teneşirde bırakır” atasözünü de hatırlayarak kendimizi yormayalım.
Yok, eğer, aldığımız eğitim, inandığımız değerler, yaşadığımız bunca tecrübeler göz önünde tutulursa inatçı tutumumuzdan vazgeçmemiz gerekir.
İnatçı insan kibrine, gururuna yenik düşen insandır. Şeytan da aynı tutum içinde olduğundan lanetlendi.
Kuran’da gerçeğin karşısında olan inkârcıların inatçı tutumu eleştirilmiştir. “ Hayır, çünkü o bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.”76/16. “Allah iki meleğe buyurur ki: "Haydi ikiniz, atın cehenneme her inatçı nankörü! 50/24.
Bir Hadis’te de inat etme kötülenmiştir. “Allah Teâlâ’nın en sevmediği kimse, hakkı, gerçeği, doğruyu, iyiyi, güzeli kabul etmekte inat edendir.”
Kahvehanelerde ve köy odalarında değişik konularda özellikle de ilmihal bilgisi konularında yapılan tartışmalarda bilgi eksikliği, yanlış bilgilenme, taassup ve hoş görüsüzlük yüzünden birbirini inciten çok inat insanlara rastladık. “La dediler de lo demediler.”
Okuduğu kitaplara kendisi değil de, kitaplar kendisine egemen olan, körü körüne bir ideolojiye, bir fikre, bir inanca saplanan, eleştiri ve sorgulama melekesini işletemeyen insanın inatlığı hiçbir şeye benzemiyor.
Kaburgası beş karış olan, cehaletinin de farkında olmayan inat insan, eğer bir de alenin, köyün, kasabanın, kentin ya da ülkenin sorumluluğunu siyasi ya da idari görevlerle üstlenmişse, vay o insanların haline. Verdiği ve uyguladığı her karar sadece kendisini ilgilendirse inatlığına katlanılır. Ya herkesi ilgilendiriyorsa buna ne demeli.
Bir de siyasi ve idari sorumluluk sahibi insanın yaptığı ve söylediği yanlışı bildiği halde çıkarı ve menfaati zedelenir diye yüzüne nezaketli bir biçimde söylememeye “ısrar eden” ikiyüzlü inatçılara ne demeli!
Ne mutlu inatlığının farkında olan, kibrine yenik düşmeyen, yanlıştan dönmeyi erdem sayan, özür dilemeyi bilen, taassup sahibi değil hoş görülü olan, yanlışını düzeltene kin ve nefret duyan değil, minnet duyan insana.