Tamam da; ey benim yeni bir şey üretemeyen ve eski mahallenin sokak lambalarıyla aydınlanmanın peşindeki kardeşim, gel biraz da doğru otur, doğru konuş...
Sen ki, yıllar yılı bu mahallede din adına akla ziyan her türlü istismara göz yumdun, sen yıllar yılı yanmayan kefen satan adamlara tek satırlık da olsa bir itirazda bulunmadın, sen ki 12 yaşında evlendirilen kızlara fetva veren şerefsizlere sırf iktidara yakın diye itiraz etmedin... Sen asırlar boyu din adına Allah'a ve Peygamber'e yapılan iftiralara sırtını döndün, üç maymunu oynadın. Sen Emeviler'den başlayarak ta günümüze kadar gelen; ama içinde Kur'an’a uyan tek bir cümle olmayan tüm din dayatmalarına boyun eğdin, çıkarların uğruna o safsataları kutsadın...
Şimdi aynı sen, kalkmış senin dışında bir şey üreten ya da istismar eden herkese mavzerle ateş ediyorsun.
Sen neyin peşindesin sevgili kardeşim, neyin!..
Sen kendi mahallenin değerleri için bir kitap yazdın da o mahalle senin kitabına sırt mı çevirdi, satın mı almadı?
Evet; ne sen öyle bir kitap yazabildin, ne de senin mahallen öyle bir kitabın yolunu gözledi.
Bilmiyorum, bir istismar mı yoksa hakikaten içten gelen bir arzuhal mi...
Sevgili kardeşim, üzgünüm ama ben de senin mahallendenim.
Kızma bana, ama bizim mahalle ne vakit kapitalizm düzeninin nimetleriyle tanıştıysa o günden beri biz biz olmaktan çıktık.
Baksana etrafına, eski mahalleden kaç kişiyi gösterebilirsin ki? Kabul edelim eskilerin pek çoğu metres sahibi, banka hesaplarında onlarca milyon dolar var. Yurtdışına her an gidebilecek beynelmilel bir vizeye sahipler.
İki gözüm, söyle bana, ne vakitten beri bir Müslüman'ın altı sıfırlı hesapları, yalıları, yetmişli yaşlarında bile 18’lik sevgilileri ve ölmemek için kendisine satın aldığı hastaneleri oldu?
Söyle iki gözüm, biz hangi ara böyle kepaze olduk; hangi ara müptezel bir hayat bizi böylesine kuşattı?
Sevgili kardeşim, bırak Yılmaz'ın Atatürk üzerine yazdığı kitaptan elde ettiği milyonları da, sen bana söyler misin, bu ümmet az mı çekti din adına dine iftira atan hikâyeleri yazan sözde alimlerden…
Sevgili Ahmet (Kekeç), ben seni zor zamanda konuşan bir münevver olarak biliyorum. Hani Akit'te kendi adına yazamadığın, fakat o müstear isimlerle bile ne muhteşem yazılar yazdığını hep hatırlarım...
Sevgili Ahmet, yanlış anlama sakın. Ben ne o kitabı satın aldım, ne de o kitabın kutsallığına inanan biriyim.
Lakin sevgili Ahmet, ne vakitten beri sen de görmez misin bizim mahallenin parayla, kadınla, şöhretle ve makamla tanıştıktan bu yana ne ilkesi, ne umdesi, ne de kırmızı çizgisi kaldı...
Sevgili Ahmet söylemeye dilim varmıyor, ama Ankara'daki arkadaşlarına bir sorsana Çukurambar'da kimlerin aşk evleri var?
Sevgili Ahmet, ben senin nereden geldiğini ve ölüm pahasına kimlerle çarpıştığını bilirim.
Ben Erzurumluyum, galiba sen de Malatyalısın, yani ikimiz de inandığımız dava uğruna boynumuzu cellada vermekten korkmayız. Lakin Sevgili Ahmet, hele bir dön de bak; bizim mahallede, bize din satan o ağabeylerin nerelerde kaç milyon dolarları var?
Yılmaz, Atatürk'ü istismar edip milyonlar kazanmış olsa bile ne yazar, söylesene sevgili Ahmet, bizim önderlerimiz bin asırdan beri bizi Allah adına kandırmadı mı?
Ey Doğu'nun yiğit ve cesur kalemi sevgili Ahmet, ben ne Yılmaz'a ne de Yılmaz yolunda gidenlere kızmıyorum. Onlar kendi mahallelerinde kendi hayatlarını yaşıyorlar. Ve fakat Ahmet, bizim mahalle öyle değil...
Samimiyet bitti, inanç bitti, dürüstlük bitti...
Tam da şairin dediği gibi, bizim buralarda "iyi insanlar iyi atlara binip gittiler."
Sevgili Ahmet, baksana sistem, hepimizin altına cip kondurttu, banka kartlarımıza yüklü krediler yükledi; artık kentsel dönüşüme giden gecekondularımıza bile ihtiyaç duymuyoruz. Çünkü, bizim mahallenin ne kadar kalemşoru varsa hepsi aylık aidatı bin dolar olan sitelerde oturuyor!
Yani yıllar yılı eleştirdiğimiz, zaman zaman "beyaz Türk" diyerek yerden yere vurduğumuz Ertuğrul Özkök'ün bile kıskanacağı bir lüks içinde yaşıyoruz.
Sevgili Ahmet, ister Yılmaz'a saldır ister otur oturduğun yerde... Gerçek şu ki, sistem, bizim mahalleyi neon ışıklarıyla teslim aldı.
İşte bu yüzdendir ki sevgili Ahmet, belki farkındasın belki değilsin, lakin epey zamandır bizim mahallenin üzerine güneş doğmuyor.
Acaba niye?
Sen de kabul et Ahmet; ben çoktan kabul ettim... Manzara ortada işte çok kötü çuvalladık! Onların sistemi bizi çepeçevre kuşattı ve biz onların argümanlarını kendimize siper ettik.
Sevgili Ahmet, galiba ne sen ne de ben çıka geldiğimiz o gecekondu mahalleyi özlemiyoruz artık...
Kabul edelim ki, bizim mahalle de dini; Yılmaz'ın Atatürk'ü sattığı kadar iyi sattı bugüne kadar! Bu yüzden esvaplı şeytan Fetullah dahil ne kadar şeyh varsa hepsini hayatımıza aldık. Belki de sırf bu yüzden kocaman bir çöplüğe dönen çürümüş sinelerimizde, Allah'a ve O'nun Resulüne verecek yerimiz kalmadı!
Sevgili Ahmet, bizim bir Allah'a ihtiyacımız var ama unutmayalım ki, Allah'ın bize ihtiyacı yok.
Firavun olmak her devrin işi; marifet, İbrahim kalabilmektedir.
Atatürk kitabı, eğer tümüyle yalan ve yanlışsa en fazla bir devri kapsar ve bir kişiyi kapsar; ama Allah'ın Nebisi adına uydurulan bu kadar yalan şayet bir itiraza tabi tutulmazsa bir ümmetin geleceğini karartır...
Allah, sırf kitap gönderdiği için değil, kitabı bildiği halde o kitabın hilafına amel eden kimseleri de muhatap alıyor.
Yani deliler hesabın dışında...
Ama aklı olduğu halde, sırf şu ya da bu nedenle aklını birilerine ipotek veren ve kiracı namına düşen kurnazlar. En büyük azaba çarptırılacak olanlardır.