Nurettin Topçu ve Dil Meselemiz

Dil kelimesinin TDK sözlüğündeki karşılığı, “İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zebandır.” Doğan Büyük Sözlüğünün yazarı ve aynı zamanda Nurettin Topçu’nu talebesi D. Mehmet Doğan verdiği bir mülakatta dil kelimesini; “İnsan diliyle kaimdir; diliyle vardır ve ancak o şekilde insandır. İnsan dili hazır bulur, öğrenmeye kabiliyetli olarak yaratılmıştır. Güler gibi, ağlar gibi, elini kolunu hareket ettirir gibi, yürür gibi tabiî olarak konuşmayı öğrenir. İnsan kimliğini dille, kültürle kazanır, böylece insan olur. Dil ve kültür söz konusu edilmeden bir insanın kimliğinden bahsedilemez. Dil ve kültür tarihin, yüzyıllar boyunca yaşananların verimidir.” cümleleri ile tanımlamaktadır.

Dil sözcüğünün tanımları çoğaltılabilir. İnsanın düşünce ve duyduklarını izah aracı olan dil aynı zamanda şahsiyetimizin ve kültürümüzün de temel yapı taşıdır. Türkçemiz bugüne kadar birçok badireler atlatmışken Cumhuriyet dönemi önemli düşünürlerinden Nurettin Topçu’nun bu konuya bigâne kalmayacağı ise aşikârdır. Bu çalışmamızda lise yıllarından vefatına kadar sürekli yazan Muallim Nurettin Topçu’nun dil hususundaki hassasiyetlerini yine onun cümleleri ile ortaya koymaya çalışacağız.

Dil kelimesi hakkında “Bütün cemiyet kurumları ile birlikte evrimlenen dilin olmuş bitmiş, katılaşmış ve değişmez şekil kazanmış hali düşünülemez. Böyle bir dil tasavvuru ile Türkçemizin evrimindeki safhalardan bazısını itham edenler, onu dilden hudut dışı yapmak isteyenler, sosyoloji kültürüne sahip olmayanlar, cemiyet kurumlarının evrimi hakkında bilgisi olmayanlardır.” diyen Nurettin Topçu, dili bir cemiyet kurumu olarak kabul eder ve dilin sürekli gelişip değiştiğini vurgular.

Dilin diğer cemiyet kurumları gibi bir uzvi yapıyı andırdığını ifade eden Topçu; “Onun bebeklik, çocukluk, gençlik, ergenlik ve ihtiyarlık çağları vardır. Her çağında çeşitli cilveler gösterir. Bu evrimin bu tabii oluşun farkında olmayanlar, onu cansız madde gibi ele alıyor ve kendi yaşattıkları şeklinden başkasını, dilin mazisini ret ve itham ediyorlar.” ifadesiyle dildeki dinamik yapıyı ifade etmiştir.

Nurettin Topçu dil mevzusunda “evrim ” kelimesini hiç çekinmeden ve mensubu bulunduğu muhitinin çokta hazzetmediği bildiği halde kullanmıştır. ”Dilde yapılan zorlayışlar onun evrimini durduramaz, ancak bu evrimin önüne engeller yığar, onu sapkınlıklar içerisinde bunaltır. Bugün uydurulmak istenen arı Türkçe, dilde evrim davası anlaşılmadığı müddetçe, dilimizde irtica yaratmak istediği için, zararlı olmaktadır. Dilin bir içtimai müessese olduğunu ve bütün içtimai müesseseler gibi tarih içinde evrimlendiğini bilmeyenler, onu suni ve keyfi bir ayıklamaya tabi tuttular. Tabii oluşu ile evrimlenen dilimizden zorla koparılıp atılan kelimelerin yeri boş kalamazdı. Tabii bir akışla yeni kelimeler o boşlukları dolduracaklardı. Bu dil suikastından ve bizi mahkûm eden aşağılık duygusunun telkinlerinden, fırsattan istifade edercesine üşüşen yabancı kelimeler faydalandılar ve dilimizi istila ettiler.”

Nurettin Topçu yine dilde yozlaşmaya dikkat çekerek “Bir nesil ki, bir manada dilsizdir. Hangi dilin kendi dili olduğunu bilmiyor.” diye ifade ederek sitemlerine şöyle devam eder; “Konuşmasında yine Alman, Fransız, İngiliz asıllı kelimelerin tiksindirici salatasını kullanmaktan zevk duyuyor. Korkunç bir aşağılık duygusuyla bu milletlerin dil yapılarına varıncaya kadar önünde minnetle eğilmiş. Kendi ecdat dilinden bir şey anlamıyor.”

Nurettin Topçu dil inkılabı hususunda oldukça sitemkârdır. “Anadolu'da dokuz yüzyıl gelişen güzel Türkçemizi elli yılda kısır ve cılız bir kabile dili haline koyan suikastın, hem millet kalbine batırılmış hançer, hem de edebiyat kapısına vurulmuş kilit olduğunu görmeyenler, Türk milletini sevmemiş olanlardır. Onlar Türk milliyetçiliğini bin yıl geriye götürdüler. Bu gidişle şimdi Fuzuli iyi anlamayan gençliğin arkasından yakın gelecekte Ömer Seyfettin'i ve Yunus'u da anlamayan nesiller gelecektir. O zaman Türk milliyetçiliği sadece bir tarih ve bir hatıra olacak, Türk ruhu rüyaların destanı halinde kalacaktır.”

Dilde yapılan öz Türkçeleştirme çalışmalarına “Acele ettik.” diye hayıflanan Topçu şöyle devam eder; “Aşırı bir cesaretle dilimizi ameliyat masasına oturttuk. Olgun operatör bulunsa, bu ameliyat da belki faydalı olacaktı. İlim metodunun icabı şu idi ki, bu ameliyatı yapan, dile ait zaruretlerden başka hiçbir endişe gütmesin… Öyle olmadı. Başka düşüncelerle dilimizin yer yer maddesi, ahengi ve grameri sakatlandı. Onun fakirleştiren, küçülterek haysiyetini azaltan kötü bir ameliyat yapıldı. Arap ve Acem dillerinden alınarak asırlardan beri işlenip Türk dilinin hayatiyetini kazanmış kelimeler atıldı. Bir yandan öz Türkçe diye, Türk dilinin ahengine ve estetiğini aykırı kelimeler, öbür taraftan Fransızca, İngilizce, Almanca terimler ve bu dillerden azman kelimeler Türkçemize sokuldu. Arap ve Acem azınlıkları gitti; Batı’nın azınlıkları dilimize saldırdı. İş bu raddeye gelince, yeni ameliyatlara elbette ihtiyaç hâsıl olacaktır.”

Nurettin Topçu dilde yenileşme adına ortaya çıkan durumun maarife olumsuz etkilerini ise “muallim” sıfatıyla sınıfın içinden tespit eder. “Zira bugünkü melez ve henüz dil birliğini bulmamış durum, öğretimde ciddi güçlükler, adeta buhran yaşatmaktadır. Aynı fikirler, aynı şeyler, çeşitli derslerde, ayrı kelimelerle ifade olmaktadır ve bu hal bilhassa kültür derslerinde derinleşmeye bir engel, ruh tahlillerine ve mücerret idrake çekilmiş bir duvardır.

Nurettin Topçu dildeki bu durumun sürdürülebilir olmadığını görür ve çarenin Çin’de bile olsa aranması gerektiğine inancını açıkça ortaya koyar. “Zengin ifadeye en fazla muhtaç olan ilim ve bilhassa manevi ilimler, yeni bir hayata ve ferahlığa kavuşmak için, bugünkü durumun ıslahını beklemektedirler. Aşağılık duygusunun en az dilimize yakıştırırım. Yunancadan alınan lise kelimesiyle, Latinceden alınan fakülte ve üniversite kelimelerini öğretim yuvalarımızın alnına yazmak, Türk çocuğuna ızdırab vericidir. Bu derdin çaresini Çin'de de olsa er geç arayacağız.”