Yıl 1978. Ülkede terör ve anarşi kol geziyor. Her gün 25-30 kişi sokak ortasında öldürülüyor. Şehirler, kasabalar mahalleler bölünmüş, kardeş kardeşe düşman. Bu ortamda öğretmen olmuş sınıfa girmiş öğrendiklerimi genç , pırıl pırıl karşımda duran çocuklara anlatacaktım. Yüreğimde vatan, millet ve devlet sevgisi vardı. Eeee ... Böyle olunca durmak yoktu. Konuşmak konuşmak yine konuşmak vardı.
Kasım 1978. Cumhuriyet Lisesine Biyoloji dersine giriyorum. Kitap deneme Fen Lisesi kitabı. Ağır mı ağır...! Sınıfın yaş ortalaması 22 civarında . Bende 22 yaşındayım. 30 yaşında öğrencilerim var. Onlara nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum. Ama Eğitim Enstitüsünde aldığım bilgileri vereceğim.
Derse hazırlanıp gidiyorum. Zil çalıyor başlıyorum anlatmaya, dur durak yok. Boşluk olsa öğrenciler işi hemen ideolojik tartışmalara döküyor. Yok evrim varmı , yok canlı nasıl olmuş. Çık işin içinden çıkabilirsen. Zor hem de ne zor. Bir yanlış cümle sınıfın , okulun sokağın karışmasına yetiyor.
Bir tarafta tecrübesizlik, bir tarafta ideolojik kavgalar, sağ-sol çatışmaları, bir tarafta bilgisizlik kol geziyor. Yazılı yapıyorum. Soruları sorup gidip kantinde çay içiyor zil çalmaya yakın sınıfa gidip kağıtları topluyorum. Akşam yazılı kağıtlarını okuduğumda yüz üzerimden 5, 10, 15, 30 40 alanlar bir hayli fazla. İyi alan yok gibi. Kopyayı bile çekememişler. Yanlış çekmişler.
Zayıf alıyorlar. Ama suçlu öğretmen. Öğrenci not almaz , öğretmen not verir düşüncesi hakim. Yahu etmeyin eylemeyin çalışın desem de olmuyor, olmuyor. Hocam dersi bırak bize o günkü fikirlerin çatışmasını anlat diyiyorlar. Direniyorum. Arkadaşlar bakın ders daha önemli desem de bir kulaklarından giriyor öbür kulaklarından çıkıyor. O yıllar tek gerçek ideolojik tartışmalar.
Yaşça zaten benden büyükler, gidin kitap okuyun , anlamaya çalışın, o kimin derdinde, sokaklar onlara daha cazip geliyor.
Modern biyolojinin konuları temelde evrim esaslı anlatım olduğu için bocalıyorum, sıkılıyorum, hatta boğuluyorum. Her cümleye bilseler de bilmeseler de karşı çıkıyorlar. Anlamak, dinlemek ve düşünmek yok.
Öğretmenliğimin ilk üç ayı böyle geçti. Geriye dönüp baktığımda o gün 30 yaşında olanlar 70'i devirmiş, cami köşelerinde ellerinde Kur'an-ı Kerim hatim okuyorlar. 20 yaşında olanlar iş dünyasında veya memuriyetlerinin sonlarında torun torba sahibi olmuşlar.
Sokakta karşılaştığımda oğulları veya torunların beni göstererek hüsnü kalp ile bakın çocuklar buda benim hocam ha demekten kendilerini alamıyorlar.
İşte öğretmenlik böyle bir şey.