Bir kahramanlar mahşeridir Çanakkale... Tıpkı diğerleri gibi... Yemen gibi... Galiçya gibi... Sarıkamış gibi... Ama Çanakkale yine de başka sanki...
Orada Türk, asırlardır elinde tuttuğu bu topraklara lâyık olup olmadığını, son kez yapılan “ateşli bir imtihan”dan geçerek, kahramanlığıyla, merhametiyle, cesaretiyle, dayanıklılığıyla, bir kere daha ispat etmiştir Cihana...
Hüküm böyle verilmiştir ve bu hüküm gereğince, binler, on binler, yüz binler, gözünü kırpmadan, arkasında kalanları düşünmeden toprağa düşecek ve yüzyıllardır olduğu gibi, yine bu gün de; bu temiz, bu güzel toprakları, al kanlarıyla yeniden boyayacaktır. İngiliz başbakanı Churchill hatıratında Türklerin bu dişe diş, göze göz mücadelesini şöyle özetliyordu bir sözüyle:
"Türkler bu daracık geçit başında sıkı bir savunmaya girişmişlerdi. Canlarını veriyorlar fakat vatan toprağından karış vermiyorlardı.”
İşte canını dişine takarak, bütün varlığı, bütün kuvveti ve bütün gücüyle, “düşmanın hayasızca akınına göğsünü siper eden” Türk askeri, onu yakından tanıyan bütün düşmanlarını bile, kahramanlığına ve mertliğine hayran bırakmıştır.
O gün ” Bir hilal uğruna batan güneşler” düşmanı kahretti ve Çanakkale’yi geçilmez kıldı. Şair de diyor ya:
“Kahramandır soyumuz, bize kefen biçilmez,
Ve bugün hepimiz, o gün orada yaşananları ve bunları yaşayanları, en küçük rütbelisinden, en yüksek rütbelisine kadar, bir bir hatırlamalı, vatan uğrunda Çanakkale’nin taşına, toprağına, denizine gömülen iki yüz on bir bin kahramanın önlerinde saygıyla, hürmetle eğilmeliyiz.
Koskoca gövdesiyle vatanın bağrını dolduran Mehmetçiği, “o şanlı askerleri, o korkusuz neferleri ”en içten duygularla selâmlamalıyız.
Ve yine bir türkü vardır “Hey on beşli on beşli” diye… Hatırladınız mı bu türküyü… Peki hikâyesini de bilir misiniz? O hazin, o yürek yaralayıcı, gönül paralayıcı “On beşlilerin “ hikâyesini… Çünkü onlara yakılmıştır bu türkü… Bazılarının, melodisinin biraz hareketli olmasından dolayı oynamak istedikleri türküyü… Ve işte o türkünün hikâyesi…
“Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanlar haddi hesabı aşmasına ve İngiliz generali Aspinall-Oglander’in “Gelibolu’daki kanlı muharebeler, Türk ordusunun çiçeğini bitirmiştir,” tespitinde ifadesini bulan koskoca bir eğitimli genç nesli yutmasına rağmen bir türlü doymak bilmiyordu.
Gerçekten de İngilizler şehit olan gençlerimizi, "çiçeğin tomurcuğu" ve "vakti gelmeden solan gül goncası"na benzetiyorlardı. O kadar ki cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için, diğer cephelerden asker getirilemediğinden, en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki eli silah tutan bütün gençlerin dahi, gönüllü olup olmadığına bakılmaksızın, Çanakkale’ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise haline gelmişti.
O günler, köyde, kasabada erkeğin kalmadığı, gücü kuvveti ve boyu posu yerinde olan herkesin asker olduğu ya da asker olmak zorunda kaldığı kara günlerdi.
Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ordusunda insan kaybı öyle bir noktaya varmıştı ki, Harbiye Nezareti, harp bütün hızıyla sürerken askerleri birkaç günlüğüne de olsa memleket iznine göndermeye gayret etmişti. Çünkü harpte gün geçtikçe daha da artan kayıplar, nüfusun tükenmekte olduğu korkusunu doğurmuş ve savaşan askerler memleketlerine nüfusu çoğaltmak üzere gönderilmişlerdi.
Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ordusunda insan kaybı öyle bir noktaya varmıştı ki, Harbiye Nezareti, harp bütün hızıyla sürerken askerleri birkaç günlüğüne de olsa memleket iznine göndermeye gayret etmişti. Çünkü harpte gün geçtikçe daha da artan kayıplar, nüfusun tükenmekte olduğu korkusunu doğurmuş ve savaşan askerler memleketlerine nüfusu çoğaltmak üzere gönderilmişlerdi.
Çanakkale Savaşı sırasında, İtilaf Devletlerinin Nisan 1915’ten itibaren kara çıkartmasına başlamalarıyla birlikte cephede takviye kuvvetlere ihtiyaç hâsıl olunca Sultan V. Mehmed Reşad, 4 Mayıs 1331’de, miladi tarihle 27 Mayıs 1915’te, bir emir yayınlayarak, az önce sözünü ettiğimiz Askeri Mükellefiyet Kanunu’nda değişiklik yapmak ve lise talebelerini de cepheye çağırmak zorunda kalmıştı.
Padişahın ve Harbiye Nezaretinin bu çağrısı üzerine, Balıkesir, Bursa, Kütahya, Manisa, Adapazarı, İzmir, Aydın, Muğla ve Konya’nın, tahsilleri ve hayatlarının henüz başındaki bu yeni yetme gençleri, vatanın kendilerinden beklediği yüce vazifeyi hakkıyla ifa etmek azim ve inancıyla silâhaltına koşacaklardı.
İşte büyük bölümü 15 ila 19 yaşında olan bu genç bahadırların cepheye katılımları anısına Anadolu’da yakılan meşhur “Hey on beşli on beşli ” adlı türküde de, söz konusu durum çok acı ve dramatik bir dille anlatılmıştır. Burada sözü edilen “15’liler” 1315 doğumlulardır.
İşte “Hey on beşli on beşli / Tokat yolları taşlı / On beşliler gidiyor / Kızların gözü yaşlı “ diye başlayan türkü, henüz bıyıkları terlemeden Çanakkale’ye gönderilen ve hemen hiç biri geri gelmeyen, daha hayatlarının ilkbaharındaki bu taze civanlar için halkımız tarafından yakılmıştır.
Bilmem ki artık bu türküyü dinlerken ağlar mısınız, oynar mısınız?