Av. Fahrettin Gülseven’le (Amcam) babası Sabri Gülseven’i (Dedem) dinliyoruz. Sene 1967.
Daha önce defalarca dinlediğimiz Dede’min acı hatırası Ermeni mezalimini, birinci ağızdan; yeniden, yeniden dinliyoruz!
Her anlatışında gözlerinden yaşlar boşanırdı; biz de ağlıyoruz!
Dedem Balyemez Osmanağa’nın evinin bodrumundalar; yüz on beş kişiler!
Dedem on altı yaşında!
Her gün el ve ayaklarına ellişer değnek vuruluyor; sabah ve akşam rutin, kişi başına iki yüzer değnek!
Değnekleri yiyenin kendisi sayacak! Ağladın mı, şaşırdın mı değnek vurma işi yeniden başlıyor!
Yiyecek yok, kuru ekmek nadiren, su; Ermenilerin insafına kalmış!
Üç oda doldurmuşlar, iç içe. Büyük abdesti gelen dışarı çıkmayacak, üzerine oturdukları iki parmak kalınlığındaki otun altına yapacaklar!
Dedem falakadayken; ermeni askeri “Ola” diyor, “Sizin bir Muhammediniz vardı, nerede gelsin de sizi kurtarsın” diyor!
Dedem; “Var” diyor, “O Allah ve Muhammed bizi kurtaracak” diyor!
Ermeni askeri elindeki değneği indiremeden kapı hızlı hızlı çalıyor!
Asker açmağa gidiyor! “Dedem, bir şey oldu, birbirleriyle aralarında telaşlı şekilde konuşmaya başladırlar” diye anlatmağa devam ediyor!
“Beni yukarı kata kolumdan tutup çıkaran ermeni askeri kulağıma “Yarın sizin askerler geleceklermiş, buradan kaçabilirseniz kaçın dedi ve bana bir bardak su içirdi, ellerim dayaktan tutmuyordu.
Sonra yüz on beş kişiyi aşağıya dışarı çıkardılar! Ellerimize kırık silah verip resmimizi çektiler!
Sonra bizi toplu şekilde yolda döverek, süngüleyerek, küfrederek Eski İstasyon’a götürdüler, bekleme salonuna doldurdular!
Yerlerde kan vardı, kan kokuyordu! Belli ki daha önce burada insanları öldürmüşlerdi. Eski ve kanlı yırtık elbiseler sağa sola saçılmışlardı!
İkindi geçmek üzereyken; kapı açıldı bir ermeni askeri iki kişi dışarı çıksın” dedi!
Kimse çıkmak istemedi.
Elinde makineli tüfekle içeri giren birisi “çıkın ola ağzını s..” dedi!
İki kişi çıktı ve bir makineli tüfeğin sesini duyduk, taradılar, silah sesinden sonra kısa bir süre sessizlik oldu!
Kapı tekrar açıldı, içeri tekrar giren iki kişiyi daha dışarı çağırdı!
Tevfik Dayım; gür sesiyle “Artık kimse tek tek çıkmayacak, şimdi buradan hepimiz dışarı hücum edeceğiz, bunların silahlarını alıp, canımızı kurtarabilirsek kurtaracağız” dedi!
İtiraz edenler olduysa da, dinlemedik, kapı tekrar açıldığında hep beraber dışarı hücum ettik!
Karşıda mevzi almışlar ve durmadan ateş ediyorlardı! Kaç kişiler anlayamadım. Mermiler her taraftan vızır vızır geçiyordu!
Bir kısmı ateş eden Ermeni askerlerine karşı koşmaya başladılar! Tam hatırlamıyorum, yirmi kişi kadarının yere düştüklerini gördüm!
Sonra silah sesleri bir ara kesildi!
Sağa sola kaçmağa başladık!
Daha birkaç adım atmamıştım ki bir Ermeni’den silahını almış, elinde tutan Tevfik Dayı’mın yere düştüğünü gördüm!
Tevfik dayım; “Sabri, ben vuruldum, Oğul, sen kaç canını kurtar” dedi.
Bacağının kemiği dışarıda, elindeydi, kan yukarı doğru fışkırıyordu! Oraya düştü!
Hemen yanındaki bostan çukuruna atladım. İçi kar doluydu!
Silaha uzanmak istedim, uzanamadım, bayılmışım!
Uyandığımda hava kararmıştı, tek tük silah sesleri duyuluyordu!
Soğuktan titriyordum. Acıkmıştım.
Mermiden paltomun etekleri delik deşikti, vuruldum mu diye kendimi yokladım; anlayamadım!
Korkmuyordum, sadece çok üşüyordum, acıkmıştım; uyumuşum!
Anamı (Makbule nenem) gördüm rüyamda; seccadedeydi, bana “Sabri, oğlum, cebinde kete var, onu ye“dedi! Hayal mi gerçek mi, bilmiyordum, ağzıma bir şey götürdüm, ısırdım. Sabri dedi, kalpağını başına çek, çekmeğe çalıştım, donuyordum!
Kar yağmağa başlamıştı!
Uyandığımda kuşluk zamanıydı herhalde; başımda üç dört asker gördüm, konuşamıyor, kimsiniz diye soramıyordum!
Beni kuyudan çıkardılar, yana uzattılar!
Birisi “Pantolonunu açın, sünnetine bakın, Türk’se götürelim” dedi!
Sonra beni Gölbaşı semtine getirip bıraktılar! Neyle getirdiler hatırlamıyorum!
Anam (Makbule Nenem) askerleri görünce elinde sobanın maşasını vurmak üzere başına kadar kaldırmış, arkasında kardeşi Rukiye Nenemle “Dostsanız, silah çatın, düşmansanız, silah çekin” diye bağırmış! Askerler “Dostuz Ana, Türk Askeriyiz” demişler, ellerini öpüp, ağlayarak beni teslim edip gitmişler”
Dede’min acıklı hikâyesi böyle devam ediyor!
Allah hepsine rahmetler eylesin!
Dedem o gün kaç kişinin hayatını kurtardığı bilmiyordu!
Av. Fahrettin Amcam bu vakayı nazım olarak yazmıştır ve ben bu satırlarda saygıdeğer okuyucularıma arz etmiştim!
Ve bu hikâye Ermeni mezalimi hakkında bildiklerimizin ve birinci ağızlardan dinlediğimiz hikayelerin belki de en masumu!
Tevfik Dayı’sı Köseömerağa Camisi Bahçesi’nde yatıyordu, tarih ve vefa bilmez bir bilinçsiz imam gelene kadar!
On iki Mart kutlamalarını yapıyoruz, eğlenip dans ve raks yapıp, mey nûş ediyoruz(!).
Çok sosyete olmuşuz (!)
Ecdat bunun için katledilmedi!
Onların davaları vardı!
Çok “davasız” kalmak, yok olmak değil midir; bu arenada?
Ama ne Ermeni işgali, ne bu psikopat katiller hakkında bir şey konuşmuyor, dünyaya anlatmıyoruz!
Bir anıtımız bile yok!
Ve psikopat Ermeniler hala soykırım yalanıyla, fırsat buldukça da katliamlarıyla, kurdurdukları terör örgütleriyle hala ayakta ve savaştalar!